Bu güçler, sekiz yıl boyunca Türk devlet sınırlarını bir kez olsa dahi ihlal etmeyen Kürtlere saldıran Türk devletine, ‘hangi güvenlik gerekçesiyle Kürtlere karşı imha hareketine giriştin’ diye sormadılar, sormuyorlar.
ABD, AB ve Rusya’nın Türk devletinin Kürt soykırımı savaşına karşı sessizliği hafızalarımıza yabancı gelmiyor. Biz bu sessizliğe 20 yıl önce Kürt ulusal lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komplo sonucu, uluslararası yasalara rağmen Türkiye’ye teslim edildiğinde de şahit olmuştuk. O gün komploya aktörlük edenler, bugün Türk devletinin Kürtlere karşı başlattığı soykırım savaşına da onay verenlerdir.
20 yıl önce Sayın Öcalan esir edildikten sonra, komplo planın aktörü ülkelerin basını başta olmak üzere, bütün dünya basını Kürtlerden söz etmeye başladı. Fakat dünyanın egemen basını tabii ki Kürtleri, ‘terörist’ olarak lanse etti.
Yaratılan bu ‘terörist’ fobisi sonucu Kürt köylerini bombardımanlara tabi tutan Türk devletine karşı herkes sessiz kaldı. Kuzey Kürdistan’ı aşarak Güney Kürdistan’ın köyleri bombalanınca sessizlik, “Kürtlerin Ankara için bir güvenlik sorunu” olduğu tarzında Kürtleri suçlayan ama Türk devletini haklı gösteren çok sesliliğe dönüştü. Yani Kürtlerin bombardımanı hak ettikleri dile getiriliyordu.
Türk devleti Kürtleri terörist ilan ederek tüm uluslararası kanunları çiğniyor. BM’de Devlet statüsünün hukuki korumasına sahip olan komşu Suriye sınırlarını ihlal ederek Kürtlere saldırıyor. BM ve birçok devlet seyirci.
ABD, AB ve Rusya’nın ise şovdan ibaret açıklamalarının dışında pratik bir adım yok. Türk devletinin işgal savaşını durduracak bir önlem alınmıyor. Bu güçler bu tavırlarıyla Türk devletinin Rojava özgülünde Kürtlere karşı başlattığı topyekün imha savaşının kedilerinin bilgisi dahilinde ve onayı sonucu gerçekleştiğini teyit etmiş oluyorlar.
Peki bu imha savaşının suçlusu kim? Kürtler mi, Türk devleti mi, yoksa uluslararası kanunlar mı? Çünkü uluslararası evrensel yasalar olarak profile edilen kanunları sadece devletler ihlal etmiyor, bu kanunların uygulanmasının garantörü olan BM bile bu kanunları ihlal ediyor!
Nasıl mı?
1952 yılında BM Konseyi VII. oturumu 637 sayılı kararla “Halkların kendi kaderini tayin etme hakkını” kabul etti. Bu yasa sadece hak tanımakla kalmayıp tüm devletlere bu hakkı yerine getirme sorumluluğunu yüklemiştir. Yani Kürdistan topraklarını parçalayan devletler, BM’nin bu kararını ihlal ediyor. Bu ihlali 20. yüzyılda yaptıkları gibi, 21. yüzyılda bu ihlali ağırlaştırılmış yöntemlerle devam ediyorlar.
Ortadoğu’da Nüfusu 45 milyon civarında olan Kürt halkının toprakları dört ülke arasında pay edilmiş. Kürt ulusunun tüm ulusal ve etnik hakları yok edilmiş; ama bu terörist uygulamaya BM ve 1952 yılında çıkarılan “Halkların kendi kaderini tayin hakkı” kararı altında imzası olan bütün devletler sessiz ve seyirci.
Eğer toprak üzerindeki tarihsel varlıkları temelinde halkların hakları sorun ele alınırsa, Kürtler Ortadoğu’nun birçok halkı gibi bu topraklarda doğmuş ve bugüne kadarda bu topraklar üzerinde yaşam varlıklarını sürdüren bir halktır.
Türkler bugün olduğu gibi bin yıl önce de bu toprakların kadim halklarını katlederek, soykırımdan geçirerek bu topraklara yerleştiler. Bu gerçeğin ışığında hareket edersek, ‘Benim topraklarım‚’ diye yırtınan Türklerin bu topraklarda yaratılan hiç bir medeniyete zerre kadar bir katkısı yoktur. Tam aksine talancı ve soykırımcı zihniyetiyle insanlığın ortak değeri olacak bir dizi medeniyet ve uygarlığı yok etmişlerdir. Bu açıdan halkların hakları sıralamasında, haklar sırasının en sonuncuları olmalıdırlar.
Kürtlerin bu toprakların en eski kadim halklarından olduğunu, antik yunan tarihçileri, orta çağ tarihçileri ve Fars tarihçileri söylüyor. Aynı kaynaklara göre her ne kadar Kürtlerin tarihsel bütün mücadeleleri kanla bastırılmış ise de, Kürtler de doğal haklarını elde etmek için yürüttükleri mücadeleden vaz geçmemişlerdir.
Her tarihi dönemde olduğu gibi bölgesel güçler Kürt mücadelesini ‘eşkiya, bölücü, terörist’ ilan etmiş, bölgede çıkarı olan dış güçler ise bu sıfatlandırmayı kabul ederek Kürt katliam ve soykırımına seyirci kalmıştır.
Türk devleti Kürt direniş mücadelesini aynı şablon kullanarak terörist ilan etmiş, ABD ve AB’nin bazı ülkeleri de (Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere) Türk devletinin Kürtlere yapıştırdığı bu haksız sıfatı devir alarak aynı şekilde Kürtleri haksız yere terörist’ ilan etmiştir.
BM üyesi diğer devletler ise bu haksız sıfat sonucu Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü katliam ve soykırım uygulamalarına sessiz kalıyorlar. Bu sessizlik, Türk devletinin sadece kendi topraklarında değil, Kürtlerin yaşadığı bütün komşu ülke toprakları içinde düzenlediği Kürt katliam ve soykırım politikalarına karşı da, değişmiyor. BM ve onun üyeleri böylece Türk devletinin Kürtlere uyguladığı terör politikasını onaylamış oluyor.
BM Genel Konseyi yasaları, toprakları için mücadele veren halkların toplumsal ve politik örgütlenmesine izin veriyor. Bu yasanın en bariz uygulanma örneği, Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO-FKÖ)’nun 1974 yılında BM’ye üye ülkelerin çoğu tarafından kabul edilip, bu sebeple örgütün BM’de statü kazanmasıdır.
Kürtler için böyle bir hak talebinde bulunmak dahi terörizm oluyor. Bu yüzdende hiç kimse böyle bir hak dile getirmek, tanımak, kabul etmek ve Kürtler için böyle bir hak talebinde bulunma cesareti gösteremiyor. Politikacılar, basın, STK’lar, aydınlar, demokratlar herkes ama herkes sessiz.
Görülmek istenmeyen, talebine cesaret edilemeyen 45 milyonluk bir halkın hakları. Bu halk dünyanın devletsiz olan en büyük halkıdır. Bu halkın soykırımı BM’nin ve bütün dünyanın gözleri önünde planlı ve programlı uygulanıyor.
Başta BM olmak üzere, 1952 sözleşmesi altında imzası olan bütün devletleri işlenen bu insanlık cinayetine seyirci kalarak, suç ortaklığı yaptıklarının farkında olsalar gerek.
BM Birleşmiş Milletler değil ama Birleşmiş Devletler örgütüdür. Devlet ise süreklilikleri gereği bu güne kadar insanlığa karşı işlenmiş ve işlenmeye devam eden suçların tek failidir.
Bunlar sorunun uluslararası boyutu. Bir de Kürt cephesine bakmak lazım. Kürdistan’ın bir ‘PLO’sunu bir türlü kurmayı başaramayan Kürt liderlerin, sömürgeci güçlerin rutin hale getirdiği Kürt katliam ve soykırımlarının bu kadar amiyane ve sıradan bir iş gibi işlenmesinde payları yok mu?
Önce iğneyi kendisine batırma cesareti gösteremeyenin, çuvaldızı hasmına batırma hakkı ve cesareti olmaz.
Son söz ulusal birlikten geçer. Ulusal birlik hem bölgesel sömürgeci kuşatmayı, hem de uluslararası çıkar kuşatmasını boşa çıkaracak tek güçtür. Bu etkili silahı Kürt halkının koruma kalkanı haline getirmek Kürt siyasi yapılarının elindedir. Bu koruma kalkanından Kürt halkını mahrum bırakan gücün adı ve amacı ne olursa olsun, adı Kürt ulusal kurtuluş tarihine ihanet olarak geçecektir.