Uzun yaz tatili bitti ve işlevi tartışmalı olan Meclis, 27. dönem 3. yasama yılına başladı.
Bu yıl da kural değişmedi; “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla konuşan Recep Tayyip Erdoğan, Kürtlere karşı savaş mesajları verdi.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin denetiminde bulunan bölgeleri işgal edeceğini açıkladı. Muhalefet partilerinden savaşa destek olmalarını istedi.
kaynak; ahvalnews.com
Elbette Erdoğan’ın verdiği mesajlar içeride ve dışarıda bir hayal kırıklığı yarattı denilemez. Uzun süredir benzer mesajlar veriyordu. Kendisi ve hükümeti açısından tutarlı bir politika izliyor. Savaş istediğini, Kürtleri yok etmek istediğini, muhalefete tahammülü olmadığını açık açık söylüyor.
İdlib’den Libya’ya uzanan geniş bir coğrafyada Müslüman Kardeşler, El Nusra ve DAİŞ benzeri grupların hamisi olduğunu da gizlemiyor. Hatta onları temsilen Rusya ve İran’la masaya oturup, pazarlık yapıyor.
Gerçek şu ki; Türkiye çoktan karanlık bir yola girdi ve önümüzdeki dönem herkes açısından ölüm kalım meselesidir. Doğrusu gidişata bakılırsa final sahnesinde perdenin nasıl kapanacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Değil, çünkü; göz göre göre Kürtler soykırım programına tabi tutulurken, dövülürken, öldürülürken, zindana atılırken, yakılırken, yok sayılırken, topraklarından sürülürken felakete sessiz kalındı. Kötülükler yapılırken, ‘’daha fazlasını yapamazlar’’ denilerek, karşı mücadele edilmedi ve kanlı kötülük normalleştirildi.
Netice: sıradanlaşan ve normalleşen kötülük artık sadece Kürtleri vurmuyor. Bir dönem kötülüğün parçası olanları, alkışlayanları ve susanları da can evinden vuruyor. Bundan sonra da büyük felaket artık sadece Kürtlerin değil, herkesin kapısındadır. Elbette bu sevinç değil, üzüntü kaynağıdır. Erdoğan’ın iktidarda kalması için bugüne kadar yaptıkları yetmiyor. Daha fazlası gerekiyor.
Türkiye’de kötülük, bölünme, kutuplaştırma ve düşmanlaştırma bir devlet politikası. Erdoğan’ı bu politikaları iktidara taşıdı. Güçlenerek iktidarını sürdürmesi de yine aynı politikanın sonucudur.
Erdoğan, şimdi savaşta final sahnesini oynuyor. Yeni dönemin startını 19 Ağustos’ta; Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir belediyelerine darbe yaparak vermişti.
Meclis açılış konuşmasıyla da saldırıların ikinci evresinin başlayacağını anlıyoruz. Verilen mesajlar, belirlenen hedef ve uygulamalar bunu gösteriyor. Yeni dönemin düşmanı yine Kürtler ve muhalifler olacaktır, belli!
Aslında ‘’çözüm süreci’’ sonrası saldırılar hiç durmadı. Ancak başarılı olamadıkları için vites büyütüyor. Güncellenen saldırı konseptinin birkaç nedeni var.
Bir defa tekçilik üzerine şekillenen devlet, geleneksel stratejisinden vazgeçmiş değil. Böyle olduğu için Kürtlerin yer yüzünde hak-hukuk sahibi olmasını istemiyorlar. Bu birinci neden.
İkinci neden, Türkiye tekçilik, savaş politikalarından dolayı içeride ve dışarıda yönetilemiyor. Kürt meselesini çekip alın elinden, geriye üzerinde siyaset yapacakları bir şey kalmıyor.
TSK, en az 5-6 parçaya bölünmüş. AKP, şimdilik üçe bölünmüş. Devletin kurumları işlemiyor ve paramparça. Ekonomik kriz artık yönetilemeyecek noktaya gelmiş. En tepedeki durum buysa bölünmenin en altlara doğru nasıl sirayet ettiğini tahmin etmek zor değil. Ayrıca devlet içindeki iktidar mücadelesi Erdoğan, Bahçeli ve Ergenekon açısından savaşı zorunlu kılıyor.
Krizi aşmak ve iktidarda kalmak için iki şey yapacaklar: İçerde HDP’yi ezip, örgütsel yapısını dağıtacaklar. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıracaklar. HDP’nin elindeki belediyelere kayyum atamaya devam edecekler. Kuzey ve Doğu Suriye topraklarını işgal etmek için askeri harekatı başlatacaklar. Güney Kürdistan’a yönelik sürdürdükleri saldırılarını artıracaklar.
Bunun için devletlerden destek almak için didinip duruyorlar. Mülteci kartını kullanıyorlar. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda soykırım haritasını göstermesi bunun sonucudur. Esad’ın bölgesinden Türkiye’ye gelen milyonlarca mültecileri Kürt bölgesine yerleştirme isteği korkunç bir soykırım planıdır. 1915 Ermeni Soykırımı'nın tekrarı ve devamıdır.
ABD, AB, Rusya’nın bu işgale kararlılıkla ‘dur’’ diyeceğini beklememek gerekir. Güçlü devletler kontrollü Türk ve Kürt savaşının çıkmasını çıkarlarına uygun bulabilirler. Erdoğan’ın dünyadan istediği desteği aldığını varsaysak bile, yaptığı planın başarı şansı yoktur. Ne HDP, ne Kandil ne de Kuzey ve Doğu Suriye planı tutmayacaktır. Aslında planlarının tutmadığı 18 yılık Erdoğan iktidarı döneminde fazlasıyla kanıtlandı.
Savaşa karşı çıkmak tek çıkış yoludur. Sorumluluk topluma ve muhalefete aittir. CHP, Saadet Partisi, Gül-Babacan ekibinin savaş ve barış konusunda alacakları olumlu tutum, sonucu da tayin edecektir. En azından savaş önlenmiş olur ve yeni bir dönem başlar. Eğer bu siyasi çevreler savaşa destek verirlerse Türkiye’yi de içine alan kanlı bir süreç kaçınılmaz olarak başlamış olacaktır. Savaş durdurulmazsa; 2. Dünya Savaşı’nda Almanya ne yaşamışsa Türkiye de onu yaşayacaktır. Kürtler’in böyle bir savaştan zarar göreceği doğru, ancak bu Türkiye’ye zafer değil, yıkım getirecektir.
Sonuç olarak; Recep Tayyip Erdoğan, gelecekte tıpkı İttihatçılar, Hitler ve büyük felaketlere neden olan diktatörler gibi kötülüğün simgesi olarak anılacaktır, bu doğru. Ancak önemli olan bu değil, savaşı ve felaketi önlemektir…