‘Biz kırıldık daha da kırılırız/ Doğudan batıya bütün dünyada/Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.” demiş, Cemal Süreya. Bu dizelerde öykülerimizin tınısını fazlasıyla buluruz. “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” dizesini çarpıtarak; “Dersim’den sürgüne giden bir trendeyiz!” diye yazmak isterdim. Zira şiir işine yarayanındır, şu an bu dizeye acılarımı, ağıtlarımı yüklemek istiyorum, bana böyle doğru geliyor. Ama gerçek dize Süreya’nın. Dersim’den dünyaya doğru giden insanımız ve acılarımız var. Bunları anlatmak için; şiir, roman, film ve benzer sanat çalışmaları ile de dünyaya doğru gidiyoruz. Yakın tarihte elime geçen (uzun zamandır bekliyordum) bir kitaptan bahsetmek istiyorum: Dersim yazıları, anı-anlatı, Hüseyin Ayrılmaz’dan “Balişna Kirmanciyê (Kirmanciyê’nin Yastığı)” (Dam Yayınları)
Her defasında şu notu tekrar düşelim, “Dersim Tertelesi” ve diğer soykırımları anlatmak için ne yazılsa azdır. Unutmamak ve herkesin havsalasına oturtuncaya kadar irdelemek gerekir. Dünya Ana ne diyordu 38 belgeselinde; “bunu unutmayın, elinizi ayağınızı öpeyim bu derdi unutmayın!”
“Dersimliler bu travmayı atlatamadı” eleştirisine de biraz cevaptır bu. Çünkü insanın altın şafağında katledilmişlerimiz var, kim dokunabilir ki suçsuzluğumuza? Kemal Özer “oğulları öldürülen anneler” şiir tutamında bir annenin çığlığını şöyle dizelemişti: “Çekmek istiyorum bu acıyı!” İnsan acısını unutmamalı, kaçakçısı olmamalı ve inkar etmemelidir. İster travmatik ister genetik ister psikolojik çekmek zorundadır. Acısından vazgeçenler insanlığını, kendini inkâr edenlerdir. Dersimli her yazar çizer farkında olarak bu unutturmanın zalim çarkına karşı durmadan üreterek, unutturmaya karşı tutumunu sürdüreceklerdir. Zira tertele Dersim’de, Kürdistan’da ve dünyanın birçok yerinde sürüyor.
Dersim Tertelesini yaşamış çok az sayıda insanımız kaldı hayatta. Hüseyin Ayrılmaz bu yönlü ciddi bir “sözlü tarih” çalışması yaptı, hala da yapıyor. Zira tertele ile ilgili devletin belgelerine tamah etmekten ziyade, “endemik” bilginin bu vesileden aktarımı ile korkunç gerçeği kaynağından görüyoruz. Hüseyin Ayrılmaz’ın Dersim’le ilgili çok büyük bir hafızaya sahip olduğunu biliyorum. Tümünü tek kitaba yansıtmadığını düşünüyorum.
Balişna Kirmanciyê ismini “Buyer Baba Dağı’nda “Merga Miye” adı ile bilinen birkaç aşiretin; ”Khalanlılar, Abasanlılar, Demenanlılar Haydaranlıların” ortak merası ve yaylasıdır. Abdullah Alpdoğan Haydaranlı Qemer Ağa’dan, karşılığında güven içinde yaşayacakları teminatıyla burayı ister. Ancak Qemer Ağa; ”Uca (wuza) Balişna Kirmanciya” diyerek, büyük ve muhteşem alegorik tanımlama ile veremeyeceklerini beyan eder.
Tertelenin (soykırım) sancılarını anlatmak için bazen büyük sayfalara uzun filmlere gerek yok. Okudukça en çok bilinen soykırım filmlerinden daha keskin olduğunu göreceksiniz.
Askerden ve geceden korkan küçük kız, ablasının kendisini bırakıp gideceği sanrısı ile “Saçlarımızı birbirine bağlayalım öyle uyuyalım, ben korkuyorum abla.” der. Devamı ciğer acısının en Kirmanç ağıtıdır. Abla uyur gezer midir, korku mudur, koruma mıdır, bilinmez. Kıyımlara tanıklık etmenin haleti ruhiyesini tasavvur etmek zordur. Ancak bırakıp gitmiştir kız kardeşini. Acıların övü(nü)lecek bir yanı olamaz. Ancak bazı acıları anlatacak dil bulmak çok zordur. Bunu bir şiirde okusak “imge” bir filmde görsek yalnızca “sahnedir” deriz. Kuşkusuz gözlerimiz yüreğimizin dışa vuran yanı ile titrer. “Şiiri şiir yapan bir imge, filmi film yapan bir tek sahnedir.” deriz belki. Ancak bu Dersim kıyım gerçeğinin sadece bir sahnesidir, gerçekten beter gerçektir.
Spielberg, Polanski, Gavras ve daha birçok yönetmen soykırım filmleri yapmışlardır. Ermeni, Holocost, Raunda, Srebrenica, Darfur soykırımları üzerine filmler çekilmiştir. Bu filmlerde gördüğümüz, insanlar hayatta kalmak için ne bulsa tutunmaya çalışmışlardır. Ancak bir saç teline tutunarak hayatta kalmanın daha tutarlı bir tarifi yoktur.
Kitaba başlarken Khalan bölgesinden gelmiş olduğunu dedelerinin anlatımı ile öğrenmiş oluyor yazar. Kimlik kargaşasından dolayı devletle yani askerle 38 çocuklarından biraz daha şanslı şekilde tanışıyor, ancak biliriz ki “asker” kelimesinin Dersim’de çocukların dünyasında yeri yoktur.
Seyrıza, Alişer, Zarife, Saan Ağa, Cive Kheji, Qopo Hüseyin ve birçok Dersim mücadelecisi insanın hikayeleri ve anlatımları var. Her biri destan gibi düşer belleğimize, bunları kitaptan okumalısınız. Ancak daha önce hakkında bir makale yazdığım “Shılo Phıt”ın hayatı, mücadelesi kuşkusuz bir filmdir. Buradan da ilan ediyorum, senaryosunu ben yazacağım. Elbette Hüseyin Ayrılmaz’dan ve diğer Dersimli ve Dersimli dost yazar-çizer, şair, sinemacılardan bilgi ve güç alarak.
Seyrıza’nın Erzincan’a gidişi üzerine çok efsane var. Katkı olacağı duygusu ile burada bir analoji yapma ihtiyacı hissederek bir paragraf açıyorum. (Deli Ormanlarda mücadelesini sürdüren Şeyh Bedredddin bakar ki ormanı yakıyorlar. Sorar:
“Neden ormanı yakıyorsunuz?” diye.
Onlar da:
“Ölü veya diri Şeyh Bedreddin’i arıyoruz.” derler.
“Bunun için ormanı yakmaya gerek var mı, bir sürü canlı, börtü böcek ve ulu ağaçlar yanacak.”
“Ferman budur, ille yakacağız!” derler.
Bunun üzerine “Bedreddin benim, benden dolayı ormanı yakmayın, bunun müsebbibi olmak istemiyorum.” der ve kollarını uzatır kelepçe için.
Ben Seyrıza’nın Erzincan’a gidişini hep böyle duydum. O bölgenin devlete göre Dersim’in Alamut’u olan (Thujik Dağı) veya yöre halkının ziyaretgâhı Sultan Baba ve oğlunun yatırı olan bölgede doğmuş biri olarak çok dinledim bu hikayeyi. Ailesi tamamen katledilmiş bir insanın devletten beklediği bir şey kalmamıştır zaten. Erzincan’a gidiş sebebi ise önceden var olan bürokratik ilişkilerdir. “Meseleniz ben isem, ben geldim, Dersim’i benden dolayı yakmayın!” demek için gitmiştir bu yüzden “Rızo dedikleri benim işte geldim!” demiştir. Ayrılmaz’ın kitabının tarihsel arşiv değeri var ayrıca. “1938 Ovacık Raporu” devletin aşiretlere ve halka hangi açıdan baktığını görmek açısından önemli bir belgedir.
Yeni baskıda teknik sıkıntıların giderileceğini, önemli kaynaklarını bize aktararak bilgilendireceğini düşünüyorum.
hasansaglam@gmail.com