Bir önceki yazımızda Alevilerin “özgül ağırlı”ğını konu etmiştik. Bunun nedeni içinden geçtiğimiz zaman diliminin kendine has siyasi ve toplumsal özellikler taşıyor olmasıdır. Yaşadığımız zaman dilimini kırk eli yıl önceki dönemin özelliklerini taşıyormuş gibi ele alanlar büyük tehlikelerle karşı karşıya kalırlar. Çünkü hiçbir şey eskisi gibi değildir. Ne askeri ne siyasi ve de diplomatik ilişkiler, eski kural ve kaidelerle yürümemektedir.
Bugün mücadele ederse her kesim az ya da çok toplumsal ve siyasal bir güç konumuna gelebilir. Arzuladığı yaşam ve sistem talebini dilendirip karşılığını beli oranda elde edebilir. Kendi inancına ve kültürüne göre yaşam alanları inşa edip geliştirebilir. Özgünlüğünü koruyarak kimliği ile yaşayabilir. Dolayısıyla Aleviler de yaşam kültürü ve inancıyla uyumlu olacak tarzda daha güçlü bir söylem ve etkili bir eylemle meydana çıkabilirlerse çok büyük kazanımlar elde edebilirler. Görüldüğü kadarıyla bu nitelik ve nicelikteki kazanımların önünde engel daha çok Alevilerin kendisinden kaynaklanmaktadır.
Alevilerin, Aleviliğe göre toplumsal, siyasal, ekonomik, inançsal kazanımlar elde edebilmesinin yolu Alevi olma derecesine bağlı olacaktır. Çünkü demimiz yerel kimliklerin, tarihsel kültürlerin kendisini yeniden var etmek istediği bir zaman dilimidir. Herkesin biraz daha kendisi olmaya çalıştığı bir çağdayız. Yani Aleviler başkalarına benzeyerek, demokratik bir hakkı başka bir inancın düsturu ile kazanamazlar. Örneklersek, İslam dünyasında mezhepsel çelişkiler derin ve günümüzde de görüldüğü gibi zaman zaman şiddetli çatışmalara yol açmaktadır. Hıristiyan mezhepler arasındaki çatışma ve savaş ise İslam’ınkinden katbekat büyük olmuştur. Bu çelişkiler İslam ve Hıristiyan toplumunda parçalanmaya yol açmıştır. Bu nedenle bu inançlardan farklı mezhep ve tarikatlardan insanlar özellikle inanç kültürü ile alakalı mevzularda kolay kolay bir araya gelemezler. Alevilik ise “Yol bir sürek bin bir” diyerek farklılığı yolunun zenginliği ve güzelliği, hakikatin söze gelmesi olarak kabul etmiştir. Bu ilke gereği kendi içinde “farklılıkların birliği”ne dayanmaktadır. Toplumda kullanılan “bir olsun pir olsun” sözünün Alevi kültürü ile bir ilişkisi olmalıdır. Aleviliği Alevilik yapan “birlik” ilkesine rağmen, Alevilerin temel konularda bile bir araya gelememeleri, Alevilerin kendilerine benzeme sorunu yaşadığını gösterir.
Bunun asıl nedeni Alevilerin yaşadığı “makam derecesinin” düşmüş olmasıdır. ‘Makam düştüğü’ için farklılıkların birliğini emreden inancın mensupları, birleşerek çok daha fazla “güzelleşemiyorlar.” Daha güzel toplumsal işler yapamıyorlar. Örneğin Aleviler içinde muhtaç durumdakilere sosyal yardımda bulunacak vakıflar, dernek ve kurumlar yok denecek kadar azdır. Olanlarsa etkili değildir. Hayati önemdeki siyasi konularda ya sessiz ya da çok pasif kalabiliyorlar. Aleviler, yol inancını büyütüp tam yaşamadıkça, bu tür sorunların çözümünde Alevilik kendilerine pek bir katkı sunamaz.
Günümüzde Aleviler kimliklerini dışa vurmaya çalışırken çoğu zaman taklide baş vuruyorlar. Oysaki Alevilik başka bir inanca benzeme ihtiyacı duymayan bir inançtır. Çünkü kendi kendine yetecek kadar eski ve köklüdür. Zengindir. Hakikat bu olmasına rağmen, topluma öncülük etme potansiyeline sahip inancını yaşama gayreti içindekilerden bir kesim, başka bir inancın kültürünü taklit ederek kendini ifade etmesi yaşanabilmektedir. Bunun da temel nedeni inancını tam bilmeden yaşamaya çalışmasıdır. Örneğin başta İslam olmak üzere diğer din ve inançların kavramlarını Alevilikte kullanmak bundan kaynaklanmaktadır. Yine Alevi Erkânları tartışması böyle bir ‘az bilme ve az inanma’ nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Alevi erkanlarını tartışma biçimi, inancını unutmuş kültüründen kopmuş sonra yeniden geri dönmüş birilerinin şu erkan bizde nasıldır sorusuna ‘cahilliği’ ile cevap vermesine çok benziyor. İkincisi ve daha tehlikelisi ‘paşa sofrasına oturmuş’ birtakım kesimlerin Aleviliği iktidar dini yapma girişiminin yol açtığı tartışmadır. Bu husus Aleviliği birilerinin kendi iktidar ilişkilerine göre tanımlamasına yol açmıştır. Mesela Cem Vakfı Aleviliği AKP-MHP ile buluşturmayı adeta görev edinmiş gibidir. Öyle görünüyor ki bu cenahtaki bazıları diyanetçe görevlendirilmiştir. Tüm bu olumsuz işler neticesinde Aleviler bir de bu ve benzer hususlarda kendileri olamıyorlar. Son zamanların en ciddi sorunlarından biridir bu.
Aleviliğin bırakalım iktidar ile uzlaştırılması, diğer din ve inançlar gibi tartışılması da Aleviliği bozar. Şayet Alevilik iktidarların yaptığını öven, iktidar için zekat toplayan, savaşının arkasında durup ‘ordularımızın kılıçları keskin ola’ diyen bir inanç olmuş olsaydı ne Selçuklularla ne Osmanlılarla ne de Safevilerle bir problem yaşamayacaktı. Cumhuriyet döneminde de Aleviler defalarca faşist ve din istismarcıların saldırısına uğradı. Devlet de her zaman bu saldırganların arkasında durdu. Duruyor. Çünkü Aleviler ile devlet arasında hep bir mesafe olmuştur. İşte Alevilik devlet ile olan bu mesafede gizlidir. Kim ne derse desin Aleviliğin ‘sırı’ o mesafe saklıdır. Son zamanlarda sırın saklı olduğu o mesafeyi ortadan kaldırmak isteyen bir yaklaşım da olduğu için Aleviler siyasetten etkili olamıyorlar. Siyasetten de Aleviler kendi olmakta sorunlar yaşamaktadır.
Aleviler, toplumsal yaşamı, siyaseti hatta kimi diplomatik ilişkileri belirleme konumunda olmasalar da etkileme güçleri hayli fazladır. İçinde yaşadığımız zaman diliminin özelliklerinden kaynaklı bu etkileme gücü çok daha artmıştır. Yeter ki Aleviler adına söz söyleyenler bunu yeterince göre bilsinler. Zaman Alevilere çok büyük imkanlar sunuyor. Bu imkanları görmek ve bu imkanlardan yararlanmak için ‘Alevi olmak’ ve Aleviliğin söylediklerini yapmak gerekiyor. Bu alanda yaşanan eksiliklerin yol açtığı kendisi olmadaki ciddi zaaflar, önlerine gelmiş imkanlardan yararlanmamalarına neden olmaktadır.
Sonuç olarak Aleviliği öz ilkelerine göre tam yaşamama sorunu, emrettiklerini yerine getirmekte pasifliğe, pasiflik imkan ve fırsatların kullanılmamasına neden oluyor.
Muharrem’de nefsi sorguya çekmenin “Aleviliği ne kadar yaşıyoruz” üzerinde olması dileği ile…
kaynak: Y.Ö.Politika