Aileler, “HDP bizim çocukları dağa kaçırdı’’ iddiasında bulunuyor. Yanlış adrese giden asker aileleri de, “PKK bizim çocuklarımızı bıraksın’’ istiyor.
Sormayalım, işin arkasında derin bir organizasyon var mı, yok mu?
Şunu da sormayalım, MİT yöneticisi Okan Tosun, neden cömert davranıp gece gündüz bu ailelere yemek götürüyor ve servisle evlerinden alıp, akşam evlerine bırakıyor?
Erdoğan medyasının canla başla canlı yayın yapmasını da geçelim. Başından beri Kürtlere laf söylemek, vurmak devlet katında devamlı ödüllendirildi.
Bu tür durumların simsar ve tüccarları hep oldu. Cüneyt Özdemir, Ahmet Hakan gibi isimler bunlardan sadece ikisi. Güya analara sahip çıkıyorlar. Dertlerinin analar değil, fırsatı değerlendirip Erdoğan’dan “aferin’’ ve büyük ödülü kapmak olduğunu onları tanıyanlar pekala bilir.
Bunları da geçelim.
Ama şu soruda duralım:
Kürt çocukları neden dağa çıkıyor?
Her anne-babanın kendi çocuğunu koruması, savaştan uzak tutması sonsuz hakkıdır. Ancak, anne babaların bu insani çabası, devlet tarafından savaşın bir parçası haline getirilir, yine onlara karşı kullanılırsa, “bir dakika’’ demek zorundasınız ve de zorundayız. Diyarbakır’daki birkaç ailenin insani talebi üzerine devletin kanlı gölgesi ve Erdoğan’ın büyük yalanı düşmüştür. Kürtlerin acı ve değerlerini, ebeveyn duyarlılıklarını, Kürtlere karşı yürüttükleri savaşta araç olarak kullanıyorlar. Esas şiddetle karşı çıkılması gereken nokta da budur.
Dört parça Kürdistan’da dillere destan bir sözdür: “Sizin zulmünüz varsa, bizim de dağlarımız var’’ diye. Son yüzyıla bakın gereğin ne olduğunu göreceksiniz. Kürtler, yüzyıllardır mücadelelerini dağa çıkarak sürdürmüştür. İmparatorluklar, sonrasında devletlerin zulmünden kaçan insanlar engin Kürdistan dağlarına sığınmış ve hayatta kalmışlardır. Dağlar, Kürtler için yurttur ve sığınaktır. Bu nedenle kutsal kabul edilir. Dersim 1938’den kalma, “ben dağların anahtarını kaybettim’’ sözü ağıtlara konu olmuştur. Ağıtlarının, marşlarının neredeyse tamamında dağ ve direniş içi içe geçer. Kahramanlar hep dağlarla anılır. Masalarında dağ kurtarıcı olarak ön plandır. Hayalleri ve anıları hep dağlarla ilgilidir.
Koçgiri, Şeyh Said, Zilan, Ağrı ve Dersim 1938’de Kürtler, hayatta kalmak için dağlara çıktı. İran ve Irak Kürtleri de aynı şeyi yaptı. Egemenlikleri altında yaşadıkları ülke rejimleri onlara yaşam hakkı tanımadığı zaman kitlesel olarak dağlara sığındılar.
Öncesini saymazsak son 40 yıldır yüz binlerce Kürt genci savaşmak için dağlara çıktı. On binlercesi hayatını kaybetti. Bir o kadarı sakat kaldı ve hapishanelere atıldı.
Halen Türkiye hapishanelerinde on binlerce Kürt genci tutulmaktadır. Son 40 yıl içinde binlerce yerleşim yeri yakıldı ve yıkıldı. Buralarda yaşayan milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi.
Kürt gazetecileri, yazarları, hukukçuları ve insan hakları savunucuları infaz edildi. Cizre, Sur, Nusaybin ve Şırnak gibi kentler yerle bir edildi. Kürt gençleri sığındıkları bodrumlarda diri diri yakıldı.
Devlet, Kürtlerin hakları için mücadele eden insanların öldürülmesi için kırmızı, yeşil, gri listelerle sınıflandırmalar yapıp, başlarına da para öldü koydu.
2015 yılında İstanbul’da Kağıthane’de, otobüs beklerken cep telefonuyla Kürtçe konuşan 21 yaşındaki Sedat Akbaş, altı kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
2018 yılında Sakarya’da Kürtçe konuştukları için Kadir Sakçı silahla vurularak öldürüldü, oğlu Burhan Sakçı yaralandı.
Bu iki örnek istisna değil, liste uzun.
Diyarbakır meselesine geri dönersek, suyu bulandırarak gerçeği saklayamayacağınız gibi kendinizi de aklayamazsınız. HDP 15 Ekim 2012 tarihinde kuruldu. Bugün Kürt gençlerini HDP dağa götürüyorsa, öncesinden kim götürüyordu?
Kürt gençlerinin silahlanıp dağa çıkması nedensiz değildir. Murat Karayılan gazeteci Hasan Cemal’e “biz piknik yapmak için dağa çıkmadık’’ demişti. Kürt gençlerinin dağa çıkmasına neden olan gerekçeler yerli yerinde duruyor. “Kürt çocukları neden dağa çıkıyor?”
sorusunun tek yanıtı var: Kürtlerin dili, kültürü, temel hakları yok sayılıp, öldürüldükleri için dağa çıkıyorlar. Üstelik dağa yeni çıkmıyorlar ve neden çıktıklarını herkes gibi Recep Tayyip Erdoğan da çok iyi biliyor.
Erdoğan başbakanlığı döneminde, “Diyarbakır Cezaevi’nin dili olsa da konuşsa’’ demişti. Dönemin Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ise, “O BDP’li kadının yerinde olsam ben de dağa çıkardım” demişti. O kadın Gültan Kışanak’tı. Her iki isim de o günlerde açıklamalarıyla dağa çıkışları haklı ve meşru görüyordu.
Kürt gençlerinin dağa çıkmasını istemiyorsanız, yapmanız gerekenler gayet basit. İki gariban aileyi HDP il binasının önüne göndererek değil; dağa çıkan Kürt gençleriyle ve PKK ile oturup, sorunu çözeceksiniz.
Asker ailelerine gelince…
Çocuklarının kirli bir savaşın kurbanı olduklarını en iyi kendileri biliyor. Sonuçta ellerine silah verilip, insan öldürmeleri için savaşa yollandılar. PKK’nin eline de böyle esir düştüler. Çocuklarınızın serbest bırakılması için PKK defalarca çağrıda bulundu. Ancak onları almak yerine, “vatan haini” ilan eden, ölüme terk eden, aileleri ve esir askerleri cezalandıran devletin ta kendisidir.
Bu ülkede bir savaş var. Savaşın nedenleri ortadan kaldırılmadan Kürt çocukları dağa çıkacak ve Türk çocuklarıyla birbirlerini öldürecekler. Ailelere düşen görev kendilerini kullandırmamalarıdır. Tek yol Kürt sorununun çözülmesi ve barışın sağlanmasıdır. Böyle olduğu zaman kimse dağa gitmez, kan akmaz ve anne-babalar da ağlamaz.
Yanlış yerdesiniz. Çünkü olmanız gereken yer HDP değil, Erdoğan’ın sarayının önüdür. Bütün annelerin birleşip Ankara’ya, “savaşı durdurun’’ yürüyüşü ve oturma eylemleri yapmaları doğu olandır…