Firaz Baran / Politika
Atê Elif veya tanınan ismiyle Elif Ana benim halamdı. Hakka gittiği gün 16 yaşındaydım. Ama 16 yılda onunla bir kere olsun konuşmadım. Çünkü benim için Xweda’nın kızıydı ve rahatsız etmeye kıyamazdım. Sadece dinler, seyrederdim. Onun olduğu odada sırtımı dönerek çıkmazdım. Kapıya kadar geri geri giderdim. Büyüdüğümde filmlerde gördüm ki başka halklar bunu kraliçelerine yapıyor. “E” dedim, “Tam isabet. Bizim kraliçelerimiz kutsallarımızdır.”
Ailesi
Elif Ana, 1903’te Pazarcık’ın Pulyone Jêri köyünde doğdu (Kimlikte 1908 yazıyordu). Kürt ve Alevi bir ailenin kızıdır. Babası Îwo Pulyan, annesi Sawę Sarız‘ın Tavla köyündendi. Îwo ve Sawę‘nin iki kızı, iki oğlu oluyor: Olî, Canê, Atê Elıf (Elif Ana) ve Saydo. Sonra Sawę hakka gidince Îwo Elbistan’ın Çutlig köyünden Doyê Gûl ile evleniyor. Doyê Gûl’dan da Canê ve Samo isimli iki çocukları oluyor. Yani Elif Ana’nın iki de üvey kardeşi var.
O süreçte Atê Elif’ın babası da hakka gidiyor. O zaman Doyê Gûl çok gençmiş. Köyde Olî Qumêş’in eşi Zewê de hakka gidiyor. Olî Qumêş ile Doyê Gûl evleniyor. Böyle olunca Atê Elif, küçük Canê ve Salman’ın Olî Qumęş’in çocuklarıyla kardeşlik ilişkisi oluşuyor. İşte ben Olî Qumêş’in torunuyum. O nedenle biz Atê Elif ve küçük Canê’ye hala, Samo’ya da amca deriz. Onların çocukları da babama dayı ve amca der. Özetle, ilişkimiz öz kardeş ilişkisi oldu.
İlk kerameti
Elif Ana, kerametlerini 7 yaşında göstermeye başlıyor. Örneğin anlatılan ilk kerameti şudur: Bizim köyden Bûdala askere gidiyor ve Yemen’e gönderiliyor. Yıllar geçtiği halde dönmüyor. Birgün ailesi ağıt yakıyor. Ama çok ağlıyorlar. Atê Elif o zaman 7 yaşındaymış. Yanlarına gidiyor ve Kürtçe “Ağlamayın, sizin yolcunuz geliyor. Ya yarın, ya diğer gün köyde olacak” diyor. Gerçekten de diğer gün Bûdala köye geliyor.
Amcamın üzerine olan keramet
Gelenleri önceden görme özelliği hakka gittiği güne kadar sürdü. Bu konudaki bir kerameti Kore’ye giden amcam Îwo üzerinedir. 1952’de de amcam Îwo asker olarak Kore’ye gönderiliyor. Yöreden gidenler dönüyor. Amcam dönmeyince halalarım ağıt yakmaya başlıyor. Atê Elif o zaman 50 yaşındaymış ve ermiş olarak yörede kabul edilen biriymiş. Bizim eve geliyor ve babama şöyle diyor: “Kızlara söyle ağlamasınlar. Îwo geldi. Şimdi İzmir’de. Bir saat alıyor. Ama sana mı alıyor, kendisine mi alıyor bilmiyorum. İki gün sonra trenle gelecek.” Atê Elif öyle deyince halalarım iki gün sonra tren yoluna kadar (yaklaşık 10 km) ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayakla yürüyorlar. Bu da bir adak şeklidir. Ve gerçekten de bakıyorlar ki amcam trenden iniyor. Hemen yanına koşuyorlar… Sarılmalar ağlamalardan sonra babam amcama soruyor:
“İki gün önce neredeydin?” “İzmir‘deydim” diyor. Babam bakıyor ki cepkeninde zincirli bir saat var. “Saatin güzelmiş. Nerede aldın, kendine mi aldın bana mı aldın” diye soruyor. Amcam şöyle yanıtlıyor: “İki gün önce İzmir‘de aldım. Kendime aldım ama istiyorsan sana vereyim.”
Torunu Aşê anlatıyor
Elif Ana, amcasının oğlu Olî ile evlendi. Ali amcaya “Araw” diye hitap ediliyor. Çünkü Olî amca çok esmermiş. “Araplara benziyorsun” anlamında “Araw” lakabı veriliyor. Elif Ana ve Araw‘ın Fotê, Okkaş, Gorçîn, Mamo, Hasan ve Duzê isminde altı çocukları oldu. Matê Gorçîn’in kızı Aşê abla ile Köln kentinde görüştük. Aşê ablanın dikkat çektiği bazı bilgiler şöyledir:
‘’Atê Elif özellikle Perşembe gecesi kendi kendine konuşurdu. Beytler okurdu. Bazen sancı çekerdi. ‘Biri beni çağırıyor. Yardım istiyor’ derdi. Yanına gitmezdik ayılana kadar. Bazen 4-5 gün sürerdi. Kürtçe biz buna ‘Pê da kat’ diyorduk. Öyle olduğu zaman haftalarca çocuklarını bile emzirmezdi. Dedem çocukları Fotê Kele’ye götürürmüş. Nenemin arkadaşıydı. Mesala Mamo dayım ile Fotê Kele’nin oğlu Misto aynı yaştadır. Dedem, ‘Misto’nun yanında benim Mamo’mu da emzir. Elif rahatsızdır. Emziremiyor’ dermiş. Ablası Canê‘yi 1978 Maraş katliamında öldürdüler. Zalimler geliyor, ‘Kelime-i şahadeti getir’ diyorlar. Fukara Türkçe bilmiyordu. Kurşun sıkıyorlar, tornavidayla gözünü oyuyorlar. Orada bir çukur varmış, oraya atıyorlar. At arabasını da üzerine atıyorlar. Evi de yakıyorlar.”
Olî Qute ve Atê Elif’in gözü
Elif Ana’nın önce bir gözü, sonra da iki gözü görmedi. Bu konuda çeşitli rivayetler anlatılır. Ama canlı tanıklar halen çoktur. Olayın aslını torunu Aşê şöyle anlattı:
”Bir gün yaylaya gidiyorlar. Göçü Pazarcık’ın karşısında indiriyorlar. Olî Qute yanlarına geliyor. (Olî Qute, bir ermiştir ve Pazarcık‘ın Çigîl köyündendir, türbesi Eylen köyündedir) Onda bitler varmış.
Dedem, ‘Elıf, Bovî Olî’nin elbiselerini kaynat. Bitleri bize bulaşmasın’ diyor.
Nenem de ‘Araw, bitler bize gelmez. Sadece kendisine gider’ diyor. Eşi Araw ısrar ediyor ve ‘Sen kaynat’ diyor. Nenem de yıkıyor ve kaynatıyor. Kurutuyor ve Olî Qute’nin eline veriyor.
O da ‘Sen niye kuzularımın hepsini öldürdün’ diyor ve çok üzülüyor. ‘Bir gözün de Oli’nin gözü gibi olsun’ diyor. Olî de kendisi yani. Kendisinin sol gözü beyazmış. Sonra kalkıp gidiyor. Nenem ardından çağırıyor:
‘Yaya gitme. Gel ata bin git’ diyor. Olî Qute şöyle yanıt veriyor:
‘Hara hara. Kirosî ki mi ta kirî base ta ya. Ta zonî.‘ (Sana giydirdiğim elbise sana yeter. Sen bilirsen.) Nıfır yapıyor ya. İki gün sonra nenemin gözü ağrıyor. Gözü orada aynı onunki gibi beyaz oluyor.”
Elif Ana’nın annesi ve babası ocak veya pir değildi. Derviş veya ermiş de değillerdi. Peki Elif Ana nasıl ocak oldu ve halk nasıl onu kabul etti?
Elif Ana: Bir Ermişi ocak yapan özellikler
1. Keramet gösterme
Aleviler keramet görmedikleri zaman inanmazlar. Elif Ana 7 yaşından itibaren kerametlerini göstermiştir. Buna ilişkin sayısız anlatı vardır. Wilhelm Reich bir analizinde şöyle diyordu: ‘’Her insanda bir tanrı vardır. Buna dirimsel enerji diyoruz. Ancak biz o tanrının üzerini sayısız kötülük derisiyle kapattık. Nefret derisiyle, kibir derisiyle, kıskançlık, istememezlik, öç vb. derisiyle… O nedenle bizim tanrımız derilerin altında zorla nefes alabiliyor. İsa gibi insanlarda bu kötülük derileri yoktu. O nedenle İsa dokunduğu elleri iyileştirdi, baktığı insanların rahatlamasını sağladı, yaraları dokunuşlarıyla iyileştirdi.’’
İyiliğin ve sabrın sahibiydi
Oğlu Mamo, Elif Ana’yı bu paralelde şöyle anlatıyordu: ‘’Siniri, kızgınlığı yoktu. Çok eziliyordu, çok üzülüyordu. Bir can için sabaha kadar uyumazdı. ‘Bir kadın beni çağırıyor’, ‘Birisinin başı darda. Beni çağırıyor’ derdi. Sabaha kadar duvarları öperdi, ziyaretlerin adını söylerdi. Atê Elif kimsenin kalbini kırmadı. Komşularını incitmedi. Henüz çocukken annesi ve babası diyor ki, ‘Xweda’nın bir sırrı üzerinde.’ Hiç yanlış işi yoktu. Hiç kimseyi kandırmadı. Hangi yol doğruysa onu gösteriyordu. İyiliğin ve sabrın sahibiydi.“
Elif Ana da başı ağrıyan, ayağına yel giren, kalbi sızlayan çok sayıda insanı dokunuşlarıyla iyileştirdi. Halk içinde buna ilişkin örnekler de sayısızdır.
2. Misafirlerin ağırlanması
Misafir gelir, sen kötü davranırsan bir daha gelmez. İster bir ocak ailesi olsun, ister normal bir ev olsun.
Elif Ana evlenince tek katlı ve küçük bir topraklı evleri varmış. Misafirler bu eve sığmazmış. O nedenle komşulardan döşek, yastık, yorgan getirilir misafirler öyle yatırılırmış. Önce bu hizmeti oğlu Okkaş yapıyor. Okkaş amca bize şunu anlatıyordu: ‘’Ben çoğu zaman otların, samanın üzerinde yatardım. Çocukken annem ve babamla yalnız yemek yemeyi özlerdim. Çok az yalnız kalırdık.“
Okkaş amca evlenince bu hizmeti oğlu Mamo sürdürdü. Benim yetiştiğim dönemde Atê Elif iki katlı betonlu bir evi vardı. Ev bahçeliydi. Yaz-kış misafir eksik olmazdı. Bazen 50, bazen 100 kişi gelirdi. Bu konuda oğlu Mamo ve gelini Afê’nin hizmeti önemlidir. Düşünelim… Bazılarımız evimizde üç gün misafir ağırlayamayız. Bize zor gelebilir. Elif Ana hakka gidene kadar bu hizmeti evinde Mamo ve Afê gördü. Misafirlere hiç kızmaz, aksi davranmazlar, her zaman güler yüzlerini eksik etmezlerdi. İnsan hiç mi bir gün morali bozulmaz… Bir de onlara yardım eden insanlar olurdu. Benim yetiştiğim dönemde Zalxê Ale, Ûtî Olî Oce, Olî Şuke ve Saydo yardım ediyordu. Saydo ocağın kurbanıydı ve ocakta yetişti.
3. Ocakta yetişenler
Geçmişte aileler ocaklara çocuklarını kurban olarak verirdi. Henüz küçükken çocuk ocağa girer, orada Alevi erkanını öğrenirdi. Pazarcık’ta benim bildiğim ocağa verilen son çocuk Şixraşon köyünden olan Saydo’dur. Saydo benim yaşıtımdır ve Elif Ana ocağına verildiğinde 7 yaşındaydı. Saydo ocakta 12 hizmeti öğrendi ve zakir oldu. 23-24 yaşına kadar da ocağa hizmet etti. Saydo ile 2010 yılında bir röportaj yapmıştım. ‘’Ocakta ne aldın“ diye sordum. Bir nefesle yanıt verdi: ”Damla bile değil idim / Göle çevirdiler beni.”
4. Aleviliğin yaşatılması
Elif Ana‘nın oğlu Mamo 12 yaşında zakir oluyor. 12 yaşından Hakka gittiği güne kadar önce Elif Ana’nın evinde, sonra türbede saz sesi hiç eksilmedi. Mamo’nun sazı deyişlerimizi yörede yaşattı, semah dönmesini sağladı, can cana durulmasına yol açtı. Nice müsahiplik töreni o saz eşliğinde yapıldı. Özetle sazsız, müziksiz bir Alevilik düşünülemez. Elif Ana’nın ünlü bir sözü var: ”Mino hasê tamûre kem nawi.” (Sazın sesi eksilmesin.)
1970 sonrası Pazarcık’ta bazı ocak ailelerimiz hizmeti bıraktı. Kiminin çocukları kemalist veya komünist oldukları için pirlik yapmayı reddetti, kimi göç ettiği için ocak boş kaldı. Kimi de devlet baskısından geri çekildi. Devletin geleneksel baskıları, Maraş Katliamı veya 12 Eylül darbesi de Aleviliği olumsuz etkiledi. İşte böyle bir atmosferde Elif Ana’nın bu sözü ve saz sesinin eksilmemesi de Aleviliği yörede yaşatan olgulardandır.
5. Kadın ve son ermişlerdendi
Gelen insanların dileklerinin yerini bulması, Alevilik inancının yaşatılması, misafirlerin hizmetinin görülmesi Elif Ana Ocağı‘nın kurulması ve bugüne gelmesinde belirleyici olmuştur. Önemli bir olgu da şudur: Pazarcık’ta 20. yüzyılda yaşamış veya hizmet görmüş ermiş ve pir ailelerine baktığımızda kadınlar belirleyici bir konumdadır… Elif Ana dışında Atê Fot (Sakarat köyü/Yel Ocağı), Onê Xac (Zînkan köyü), Atê Fot (Dî Mûse/Çocuk Ocağı), Atê Oris (Quylon), Atê Mowûş (Dondikon/Ocaxe Pabûc e) gibi örnekler halen yörede üzerine yemin içilen ermiş ve pir aileleridir.
İşte Elif Ana bu çağdaşlarıyla beraber yaşayan son ermişlerden biriydi. Eski, otantik ermiş kültürünü yaşatan son temsilcilerdendi. Bu da ocağının büyümesinde etkili olmuştur.
6. Mütevaziliği
Son olarak Elif Ana’nın mütevaziliğini de aktarmak istiyorum… Bugün bazı ocak torunlarını gördüğümde şaşırıyorum. ”Biz ocağız, Elif Ana ocak değil, taliptir” diyeni gördüm. ”Bizim ocak filan ocaktan büyüktür” diyeni de… Bir defa o arkadaşların dedeleri veya neneleri öyle düşünmezlerdi. Hepsi mütevazıydı. Bu yola hizmeti ve insana sevgi sunmak dışında bir şey düşünmezlerdi. Benim Elif Ana ve diğer pirlerimizden, ermişlerimizden gördüğüm şu oldu: Hep mütevazi olmak… Örneğin Dî Mûse köyünden bir misafir gelse, Elif Ana şöyle derdi: ”Niye kendini yordun yavrum. Sizin köyde Hasanî Olke var. Atê Fot var. Oraya da gidebilirdin.” Özetle, kendini hep bütün ziyaretlerin ve ocakların altında görür, onları yüceltirdi.
Atê Elif ve eşi Araw. Pazarcık’ta anneler için Kürtler Atê diyorlar. Elif Ana gibi ermiş kadınlara ise bütün toplum Atê demektedir. Atê aynı zamanda geçmişte Kilikya’daki bir bereket tanrıçasının da adıdır.
Mistkî Ûse ve Mamî Atê Elif fotosu: Süt kardeşler Mistî Ûse ve Mamî Atê Elif.
Geçmişte Alevi ocaklarına çocuklar kurban verilirdi. Çocuk orada büyür ve 12 hizmeti öğrenirdi. Ustalaştığı bir konuda da hizmetini sürdürürdü. Saydo da 7 yaşında Elif Ana Ocağı’na kurban verildi. Yaklaşık 15 yıl ocakta kaldı. Orada 12 hizmeti öğrendi ve saz da ustalaştı. Zakirlik yaptı.
* Pulyan köyündeki türbesinde bulunan dilek ağacı…