Muhalif sanatçı kimliğinin yanı sıra siyasetçi aynı zamanda Tunç… ‘Sürgün’ de olması da siyasetçi kimliğinin yanı sıra muhalif sanatçı kimliğiyle ilintili! Almanya’da yaşayan Tunç ile son çıkan albümü ve ‘sürgünlük hikayesi’ne dair konuştuk... Tunç albümde seslendirilen marş ve ağıtların güncelliğini koruduğunu söylerken ‘sürgünlük hikayesinin’ de en yakın zamanda sonlanacağına dair ümitli…
‘Sürgünlük’ hikayenizle başlayalım... Neden yurt dışındasınız?
Yurt dışına çıkmak, hayatının 40 yılını barış ve özgürlükler mücadelesine adamış bir sanatçı için kolay olmayan bir seçim. Hiç kimse zorunlu olmadığı sürece evini, ülkesini terk edip bir başka ülkede yaşamak istemez. Yurt dışına çıkmasaydım hapiste olacaktım ve doğrusu buna da hazırlamıştım kendimi. Ancak bunun uzun bir hapislik olacağını fark ettiğimde, çıkma seçeneğini kullandım. Çünkü üretmeye devam etmek istedim. Hakkımda açılan davaların sayısını takip etmekte zorlanıyordum. Birileri düğmeye bastı ve sosyal medya paylaşımlarımdan dava üstüne dava türettiler. En son Demokratik Toplum Kongresi ile ilişkili olarak ‘örgüt üyeliği’ davası açıldı. Halihazırda 2 yıllık hapis cezam, istinaf mahkemesinde bekliyor. Evet, zorunlu bir sürgünlük yaşıyorum. Tam 5 aydır evimden ve en önemlisi de bir parçası olduğum Dersim’den uzağım. Benim gibi hayatın her alanında aktif olan bir sanatçı için sürgünde yaşamak, sahiden zulüm gibi. O zaman bize bunu reva gören iktidar sahiplerine sormak lazım; neden yurt dışındayım?
25. albümünüzü sürgünde çıkardınız. Daha önce hazırlığına başladığınız bir albüm müydü?
Son bir yıldır üzerinden çalışıyordum zaten. Eski teyp kasetlerinden elde edilmiş eserlerden oluşan bir albüm. Kasetçalar cihazların ortadan kalkmasıyla birlikte kasetler de işlevini yitirmeye başladı. Ben elimde bulunan kasetleri dijital ortama aktarmaya başlayınca, bu eserlere ulaşmış oldum. Doğrusu, bu eserlere ulaşınca çok heyecanlandım. ‘Dersim’in küçük ozanı’ olarak mücadeleye atıldığım yıllara ait ağıtlar. ‘Laç Deresi’ ve ‘Ho vira meke’ 1978 yılında, yani henüz 14 yaşındayken seslendirdiğim Kırmançki ağıtlar. Sonrasında 1979 yılında devrim şehitleri için bilinen ağıtları okumuşum. Stüdyo ortamında orijinal yapısını koruyarak bazı iyileştirmeler yaptık. Kuşkusuz zor bir çalışmaydı. Bir arkadaşımız bunun için 5 ay boyunca çalıştı. Yurt dışına çıkmak zorunda kaldığım için de albümün dinleyiciyle buluşması gecikti. Buradan gerekli son hazırlıkları takip ederek tamamladık. Yani bir sürgün albümü değil.
35-40 yıl önce okunan ve albümünüzde de yer verdiğiniz bu marş ve ağıtlar hâlâ halkın dilinde... Neye bağlıyorsunuz bunu?
Bu marş ve ağıtlar tarihsel hafızamızı canlı tutuyor. Ait olduğumuz 40 yıllık bir tarihin tanıklığını bugüne taşıyor. Halkta hâlâ kabul görmesi de hem gerçeğe işaret ettikleri hem de coğrafyamızda kötülüğün ve bunun karşısında da mücadelenin sürmesiyle ilgili. Mesela ağıtlar, temel olanı işledikleri için de canlı kalıyor. Tıpkı Antik Yunan tragedyaları gibi. Bu metinlerin de sonu ağıtla bitiyor. İnsana dair olanı ve acıyı işlediği yerden benzetiyorum. Marşlar da insana umudun, değişimin sinyallerini verir. Dolayısıyla insana ve gerçeğe dair olanın eskimesi bu açılardan da mümkün değil.
Eski parçalarınızdan oluşan bir albüm olduğunu söylediniz bu bir ‘nostalji mi?’
Aslında az önce de dediğim gibi, ağıtlar ve marşlar güncelliğini koruyor. Dertlerimizin, acılarımızın ve bunların bitmesi adına direnişin seslerine ihtiyacımız var. Ağıtlarımız ve marşlarımızdaki değerleri daha çok anımsamamız gerektiğini düşünüyorum. Yeni olana açık olmanın yanında sadeliğimizi hatırlamalı ve korumalıyız. Tüm bunlar, bu albümü biraz ‘nostalji’ye götürüyor, biraz da güncele getiriyor.
Marş ve ağıt... Bir arada uyumlu olmayan iki kelime gibi...
Aslında tam da birbirini beslediğini söyleyebilirim. İnsan, sadece ağıt yakmakla yetinemez ve itirazını, çözümünü de akıl eder; zannederim, marş da burada devreye giriyor. Dolayısıyla sesleri, tınıları benzemese de başka bir açıdan ilişki kuruyorlar.
Son olarak dinleyicilerinize, sevenlerinize iletmek istediğiniz bir şey var mı?
Burada kalıcı olacağımı düşünmüyorum. Hakkımda mesnetsiz iddialarla oluşturulan davaların düşmesini bekliyorum. En kısa zamanda ülkeme döneceğimin ümidi içindeyim. Türkiye böyle bir zihniyetle yönetilmeyi asla hak etmiyor. Bu ülke, sanatçısını ‘terörist’, ‘vatan haini’ gibi ithamlarla hedef haline getirmenin utancını fazlasıyla yaşadı. Bu ithamlarla hedef olmayı içime sindiremiyorum doğrusu. Son zamanlarda özellikle yargının bazı olumlu kararlar verdiğini görünce umutlanıyorum. Dilerim, bu süreç uzun sürmez ve yeniden halkımızla birlikte oluruz ve birlikte şarkılarımızı söyleriz. Bunun için de beklemek yetmez; demokratikleşme ve barış mücadelesi için harekete geçmek, yeni ve gerçekçi, ayağı yere basan bir çözüm süreci için inisiyatif almak gerekir.
Evrensel