Amerika Birleşik Devletleri arabuluculuğunda Türkiye ile Kuzey-Doğu Suriye Özerk yönetimi arasında ‘’güvenli bölge’’ ile ilgili anlaşma sağlandığı duyuruldu, ancak tartışması bitmedi. Biteceğe de benzemiyor.
Taraflardan gelen farklı yorumlar sorunun çözülmediğini ve sadece ertelendiğini gösteriyor. Çünkü sorun yanlış tanımlanıyor.
Üstelik anlaşmayla ilgili teknik detaylara girilerek ikinci yanlış daha yapılıyor. Sonucun böyle olması hayret verici değil.
Zira gömleğin ilk düğmesi bugün değil, 1. Dünya Savaşı'nda bilerek yanlış iliklendi. Bu yanlış, bugün de bilerek sürdürülüyor. Gömleğin bütün düğmeleri çözülüp yeniden iliklenmeden iki yakanın bir araya gelmeyeceği defalarca tecrübe edilmiştir.
Dolayısıyla gerçeğin adını doğru koyup ve ona uygun adım atmak tek çıkış yoludur. Diğeri sorunun etrafında dönüp durmaktır.
Sorunun ‘güvenli bölge’ meselesi olmadığını herkes biliyor. Ama aynı herkes gerçeği yok sayıyor. Diplomasinin birinci kuralının ’gerçek değil, fikir birliği’ olduğu hep söylenir.
Dünyayı yönetenler bugüne kadar Kürtlerin varlığı, gelecekleri, statüleri ve haklarıyla ilgili gerçekle değil, fikir ve çıkar birliğiyle ilgilendi.
Kürtlerle ilgili gerçeğin ne olduğu değil, ne olması gerektiğine hep Kürdistan’ı sömürgesi altında tutan ülkeler ve batı devletleri çıkarlarına göre karar verdi. Böyle olunca sorun çözülmedi, daha da büyüdü.
Yeni dönemin gerçeği de değişmişe benzemiyor. Anlaşılan ‘güvenli bölg’’ müzakere edilirken bu kural işletilmiştir. Ancak bu her zaman işe yarayacak diye bir kural da yoktur.
Kuzey-Doğu Suriye’de sorun Türkiye’nin iddia ettiği gibi ‘güvenlik sorunu’, 'tehdit' değil, Kürt sorunudur. Tanımlama doğru yapılmadığı sürece kalıcı çözüm bulmak da aynı oranda imkansızdır.
Bugün de Kürtler sadece Kürt oldukları için Türkiye tarafından inkar ediliyor ve öldürülüyor. Türkiye, 2019 yılında halen Kürtleri yeryüzünden silmek istiyorsa, bu tek başına onların gücüyle değil, gelişmiş ülkelerin iki yüzlülüğüyle açıklanabilir bir gerçektir.
Eğer böyle değilse batı dünyası Kürtleri yok etmek için savaşan Türkiye’ye karşı neden sessiz kaldığını ya da desteklediğini açıklamak zorundadır.
Kürtler bin yıllardır var olma mücadelesi veriyor. Türkler ise Kürtleri yok etmek istiyor. Batı devletleri hep Türkiye’nin yanında durdu ve Kürtlere karşı onların çıkarlarını korudu. Bugün de öyle davranıyorlar.
Sorunun adı Kürt halkı ve kullanılmasına izin verilmeyen temel haklarıdır. Dolayısıyla baş ağrıtan mesele dün olduğu gibi bugün Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin Kürt meselesine bakış açısıyla ilgilidir.
Türkiye, Kürtlerin yaşadıkları topraklarda, Ortadoğu’da hatta yeryüzünde siyasi statü sahibi olmasını istemiyor. Türkiye böyle düşündüğü için Rojava’da Kürtlerin yaşadıkları diğer halklarla birlikte özerk bir yönetim kurmalarından sadece rahatsız değil, aynı zamanda oluşmuş statüyü dağıtmak istiyor. Bu nedenle Kürtlerin statü sahibi olmasını ‘ulusal güvenlik sorunu’ olarak görüyor.
Bu yeni bir durumda değil. Suriye iç savaşının başladığı 2011-2012 yılından bugüne kadar yaptığı izlediği strateji budur. Hatta Erdoğan defalarca şunu söyledi "Biz Kuzey Irak’ta hata yaptık, aynısını Kuzey Suriye’de yapmak istemiyoruz." Erdoğan’ın ‘hata’ olarak tarif ettiği pişmanlık Güney’de Kürtlerin statü sahibi olmalarıdır. Yani Türkiye sadece resmi sınırları içinde yaşayan Kürtlere değil, sınırları dışındaki Kürtlere de karşıdır.
Geçmiş deneyimler göstermiştir ki Türk ve Kürt ihtilafı 'güvenli bölge' mutabakatıyla çözülemez. Bugün için sorunu askeri seçenekten uzak tutarak; diyalog, diplomasi yoluyla çözümünün esas alınması değerlidir.
Önemli olan bu iradenin daha da güçlendirilmesi ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasıdır. Ancak bunun kolay olamayacağı da Ankara’dan gelen açıklamalardan anlaşılıyor. Başından beri varılan mutabakata güven duyulmamasının nedeni Türkiye’nin meseleye stratejik bakmaktan çok, taktik yaklaşımdan ve Kürt politikasından değişikliğe gitmemesinden kaynaklanıyor.
Anlaşmanın kalıcı olması için Türkiye’nin yapması gerekenler var. Türkiye, mutabakatı fırsata çevirip yeni saldırılar için açık ve gizli çalışmalar içinde olmamalı. Rojava’da çözüm beklentisi yaratıp, Kuzey ve Güney Kürdistan’da Kürtlere karşı savaş yürütülürse çözüm sağlanmaz.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın son açıklamaları Kürt tarafının diyalog ve müzakere yoluyla çözüme hazır olduğunu bir kez daha gösterdi. Sayın Öcalan’ın çağrısı değerlidir. Barış iradesinin güçlenmesi için herkesin sorumluluk üstlenmesi gerekir.
Kürt sorunu gibi yakıcı bir mesele ancak sayın Öcalan’ın devreye girmesiyle çözülebilir. Sadece Rojava’ya odaklanarak Kürt sorunu çözülmeyeceği gibi, aksine daha fazla ağırlaşmasına neden olur.
Her şeyden önce sorunun sıradan bir ‘güvenlik’ ve ‘sınır’ meselesi olmadığı kabul edilmeli.
Sorun gerçek adıyla tanımlanmalı.
Kürt inkarına son verip, askeri operasyonlar durdurulmalı.
Bugünkü şartlara uygun çözüm masasına geri dönülmeli...