Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Kürdistan ve Kürtler / Ali Çatakçın yazdı

Kürdistan ve Kürtler / Ali Çatakçın yazdı

27 Temmuz 2019, 14:42

''Kürtler ya ülkesinin sahibi olmalı, bu çözümün tek doğru yolu; yada sömürge olduklarının statüsünü elde etmeli; bu en azında kötünün en iyisi.''

Kendi evinde, hem de en ağır koşularla kiracı olan bir ev sahibi tanımak ister misiniz?

Nasıl bir soru diyebilirsiniz fakat karşılığı olan bir soru. Muhatabı da var. Kürtler!

Kürtler kendi evinde, ülkesinde kiracı dahi değil. Kimliği, Dili, kültürü, tarihsel hikayesinin yasaklanması yetmez, evleri başına yıkılır, doğası bombardıman edilerek tahrip edilir, Orman ve Florası yakılarak bütün canlıların doğal yaşam alanları yok edilir. Evini, köyünü, Şehrini terk etmeye mecbur edilir. Terk etmeyenler katledilir.

Bütün bu uygulamalara karşı gelen Kürtler ise, ‘’Terörist,’’ ‘’Eşkıya,’’ yada bölücü(!) ilan edilir.

Kendi ülkelerinde ve kendi ülkesi üzerindeki evlerinde hiç bir hakka sahip olmayan tek halktır.

Bütün milletlerin, Sömürge yada egemen, bir ülkeleri var. Bazı milletlerin ortak ülkesi var.

Tek ulus esasına göre telaffuz edilen Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi coğrafik ülke kavramı yanında, sadece coğrafik alan kavramıyla anılan, ABD(Amerika Birleşik Devletleri), Avusturalya, Kanada v.b. gibi, ülkeler de var.

Hangi kavram üzerinden soruna bakılırsa bakılsın değişmeyen, ülke, onun üzerinde yaşayanların ortak evidir. ‘’Hane dokunulmazlığı’’ olarak hukuka, düşen, yasaya dönüşen kavram, esasında ülke dokunulmazlığının mikro yansımasıdır.

Her ne kadar egemenler tarafından sınırları belirlenmiş toprak parçasına ülke deniyorsa da, Ülke, üzerinde yaşayan halk topluluğu yada topluluklarının aidiyetine göre tarihi olarak şekillenen coğrafik bir kavram. Bugünün ‘’Ülke’’ kavramının çoğu, tarihsel ve toplumsal gelişimin sonucu ortaya çıkan toprak parçasından çok farklı; yapay kavramlar.

Örneklenirse, başka milletlerin üzerinde yaşadığı toprakları işgal eden, bu toprakları kendi ülkesi ilan eden egemen güçlerin ülkeleri, tarihsel, sosyal ve toplumsal yaşam serüveni sonucu oluşan doğal ülkeler değildir. Türkiye gibi. Bu açıdan zorla gasp edilip mülkiyete dönüştürülen her şeyin, ailede olduğu gibi ülkede, özel yasalarla koruma altına alınmıştır.

Ev özel mülkiyetin mikro versiyonu. Bu açıdan özel Mülkiyet, bütün Dünya sistemlerinin en kutsalıdır. Bunun için adına ‘’Evrensel’’ dedikleri yasalar dahi çıkarmışlar. Bu yasalar aşağı yukarı bütün dünya sistemlerinde aynı amaç için uygulanır: ‘’Ailenin dokunulmazlığı ve özel Mülkiyetin korunması.’’

Bu yasalar, size ait olan evinize dışarıdan her hangi bir müdahaleyi, Hukuk kurallarında, ‘’Haneye tecavüz’’ olarak formüle etmiş. Bu suçu işleyene karşı baş vurduğunuz savunma yöntemini de ‘’Suç’’ kategorisine almamış.

Dışardan biri, bütün uyarılarınıza rağmen, evinize zorla girmek isterse, onu engellerken ölümüne sebebiyet verdiğiniz taktirde, hukuka göre, haneyi(Nefsi) müdafaa maddesine göre suçlu sayılmazsınız.

Evin mülkiyet sahibi olmasanız dahi, evinize zorla giren saldırgana karşı, haneyi savunma hakkınız var. Bu haktan doğan cezadan muafiyet, evinize giren, girmek isteyen zorbaya karşı baş vurduğunuz her savunma yöntemini haklı kılar.

Bu kanunun, ‘’yasanın’’ evrenselleşmesine vesile edilecek, özel mülkiyetten daha güçlü bir neden olabilir mi?

Aile, Hane(Ev) özel mülkiyetin ilk nesnesi olduğu için, Aileyi, Haneyi (Ev) koruma, bu yasanın temel argümanı olmuştur.

İnsanlar önce bir ev edindiler. Daha sonra aynı klana mensup insanlar, köy, bölge ve giderek ülke olarak tarif edilen toprak parçası üzerinde ortak yaşamı inşa ettiler.

Günümüz toplumlarında ‘’Ülke,’’ o topraklar üzerinde yaşayan insanların ortak evi olarak kabul görür. Bireyin küçük evi, toplumun büyük evinin küçük bir odası. Küçük evi korumak, savunmak, büyük evi korumak ve savunmak için gelişen duygunun niteliğine bağlı. Büyük evine güçlü sahip çıkamayan, küçük eve hiç sahip çıkamaz. Tabii bu, toplum ve bireyin toplumsal ve bireysel gelişmişlik durumuyla yakından alakalı.

Her ne kadar ‘’Ulus’’ kavramı 16.yy’da genel bir ‘’Statü’’ olarak toplumsal algı haline geldiyse de, bu ortak algının kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanır. Aile, Klan, Köy, Bölge sahası üzerinde birlikte yaşama kültürünün varlığı sonucu ‘’Ülke’’ ve ‘’Ulus’’ kavramı zorlanmadan karşılık bulabilmiştir.

 

‘’Ülke’’ olarak betimlenen toprak parçası üzerinde yaşayan halk, yada halklar, farklı etnik mensubiyetlerine rağmen, çoğu ülkede tarihsel ve toplumsal olayların bir sonucu olarak da ‘’Ulus’’ kavramı içinde homojen bir birliktelik oluşturmuşlar.

Fakat bu birlik, yasalarla güvenci altına alınmıştır. Tıpkı evlilikte olduğu gibi. Birlikte yaşayan halk guruplarının(Ulusların), yada etnik azınlıkların yasalarla belirlenmiş haklarını(Kimlik, Dil, Kültür, İnanç, Etnik) eksiksiz kullanma hakkı dokunulmazdır.

Bu hakları engelleyen, uygulanmasını zorlayan gelişmeler, yasalara rağmen bir uygulama haline gelirse, gadre uğrayan halk topluluğu ‘’ortak ulus’’ birliğinden ayrılma hakkını kullanır; bu ona yasalarla tanınan bir haktır.

Yukardaki kısa anekdotlar medeni Dünya’nın uygarlık sistemlerinde, farklı aidiyette mensup toplumsal gurupların uyum içinde birlikte yaşama güvencesini ve karşılıklı güven duygusunu geliştiren temel yasal uygulamalardır.

Uluslararası halklar hukukunda bu haklar, ‘’İnsanın doğuştan hakları,’’ yada ‘’İnsanlığın ortak değerleri’’ olarak ifade edilir. Bu ‘’Doğuştan’’ haklar, yada ‘’Ortak değerler’’ sadece korunmaz, aynı zamanda gelişip güçlenmesi için sistem tarafından teşvik edilir ve pozitif ayrımcılığa tabi tutulur.

Üstünde yaşadığımız bu Dünya’da ‘’İnsanlığın ortak değerleri, yada doğuştan insan hakkı’’ olarak kabul gören bu haklar, bazı halklar için, mesela Kürtler için hak görülmüyor.

Neden?

Çünkü bu hakların ihlal edildiği, hak sahiplerinin katliam ve soykırıma tabi tutulduğu ‘’Ülkelerin’’ çoğu yapay oluşturulan ülkelerdir. Bu ‘’Ülkeler,’’ başka halkların ülkesinin işgali sonucu ortaya çıkmış.

Uluslararası halklar hukuku ve demokrasi kurallarını kabul eden tek tek ülkelerin hukukuna göre bu hakları ihlal eden suç işlemiş olur. Fakat bu genel kural yapay oluşturulan ‘’Ülkelerin’’ sisteminde uygulanmaz ve her dakika ayaklar altına alınır. Türk devletinin bütün dünyanın gözleri önünde bu kuralı sistematik halde ihlal ettiği gibi.

İşin hikmeti, İnsanlığın ‘’Ortak değerleri’’ olarak tarif edilen kuralları çiğneyen değil, savunan cezalandırılıyor.

Kürdistan’ın kuzeyini statüsüz kılıp, egemenlik sahası olarak ilan eden Türk devletinin faşist uygulamalarına karşı bu hakları savunan Kürtler, ‘’Terörist’’ bu hakları hayasızca ayaklar altına alan, bu hakların uygulanmasını engellemek için soykırıma varan uygulamaları rutin hale getiren Türk devleti ise ‘Demokratik’ Devletler hukukuna göre Devletin dokunulmazlık yasasından yararlanıyor.

Tarihi, katliam ve soykırımlar tarihi olan Türk devleti, BM vb. kurumlar tarafından bugüne kadar ne kınanmış, nede her hangi bir yaptırıma tabi tutulmuş. Bunun yerine bu adaletsizliğe karşı çıkan mağdurlar ‘’Terörizmle’’ itham edilerek cezalandırılmış ve cezalandırılıyorlar.

Sorun Kürtler olunca evrensel yasalar dahi tersten işletiliyor. Bu tersten işleme politikası sadece Kürtler için değil, devletsiz bütün halklar için geçerli.

İnsanlığın ortak değerlerini, birey ve toplumun özgün haklarını savunmakla mükellef yasaların kurumu(BM), sömürü, baskı, katliam ve soykırım faillerinin de içinde olduğu Devletler birliğinin bir Kulübü durumundadır..

Bu birliğin Demokrasi, İnsan hakları ve özgürlükler anlayışının sınırı, çıkarlarının sınırıyla ilişkilidir. Öyleyse Kürtler ve Kürtler gibi devletsiz toplumların bu kurumdan(BM) Adalet, İnsan hakları ve kendilerinin koydukları hukuka bağlı kalacaklarını umarak beklenti içine girmeleri boşuna.

Bunun abartı bir değerlendirme olmadığını, 18.07.2019 günü, BM güvencesi altında olan Maxmur kampının Türk devleti tarafından bombardıman edilmesine karşı BM’nin sessizliğinde görüyoruz. Yada Türk devletinin Irak ve Suriye sınırlarını ihlal ederek Kürtlere karşı katliamlar gerçekleştirmesine karşı takınılan sessizlik. Bu sessizlik, hem BM, hem de sınırı ihlal edilen ülkeler için aynı derecede esef verici.

Ülkesi parçalanıp işkal edilen, işkal edilmiş ülkesindeki evinde dahi yaşama hakkı olmayan Kürtleri bu duruma düşüren, ülkesini parçalayan ve toplumun yaşama hakkına tecavüz edenler, BM’de temsiliyeti olan devletlerdir.

Kürtlerin ülkesini, evini, yaşam alanını yok eden devletler BM İnsan hakları Evrensel Beyannamesi gereği suç, hem de insanlığa karşı suç işliyorlar.

İnsanlığa karşı suç işleyen bu devletlere karşı mücadele eden Kürtler, yine BM’nin aynı yasasına göre göre haklı. Hem de İnsanlığın ‘’Ortak değeri’’ olarak kabul edilen değerler için mücadele ediyorlar.

Kürtlerin ülkesini, evini korumak için yürüttüğü mücadeleye yakıştırılan bütün sıfatlar, hukuka, yasaya göre değil, çıkar ilişkilerine, siyasi tercihlere göre yapılan sıfatlandırmalardır. Adil olmadığı kadar, hukuki de değil! Haksız siyasi yakıştırmalardır.

Kürtlerin nefsi mücadele için baş vurduğu her mücadele yöntemi, BM’in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göre meşru ve haklı.

Kürtler bu meşru mücadeleyi yürütürken kalıcı zafere ancak, ‘’self determination,’’ kendi kaderini tayin hakkını elde ederlerse ulaşabilirler.

Kürtler kendi evinde kiracı muamelesi dahi göremiyorlarsa, o zaman bu zulüm ve soykırımı imkan dahiline sokan sebebi düşünmek zorundalar. Eğer Kürtlerde Ortadoğu’nun diğer halkları gibi kendi kadar tayin hakkını kullanabilseydi, bir devletleri olsaydı, uluslararası camia bütün bu haksızlıklara seyirci kalır mıydı? Bu lanetlik durumdan kurtulmanın tek yolu, Kürtlerin ve Kürdistanlıların ortak evi olan Ülkenin ‘’Tapusunun’’ bu ülkede yaşayan halkların adına tescil etmesidir.

Kürdistan ülkesinde yaşayan halkların ortak iradesini temsil eden merkezi bir yapılanmaya (bunun günümüzdeki adı Devlet) kavuşmadıkları sürece, bu halklar mevcut ve gelecek sistemlerin tahkimi altında yaşamaya mecbur olacaklardır.

Kiracı iseniz iyi bir kira anlaşması, ev sahibi iseniz tapu sizi yasalar karşısında haksız saldırılardan korur.

Kürtler ya ülkesinin sahibi olmalı, bu çözümün tek doğru yolu; yada sömürge olduklarının statüsünü elde etmeli; bu en azında kötünün en iyisi.

27.07.2019

Bu haber 472 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..