Devlet, 1997'de PKK'nin 'kontrol edilebilir terör' marjına çekilmesi karşılığında AB ile entegrasyon çerçevesinde bireysel hakların tanınmasına razı olma kararı aldı. Öcalan'ın Kürtlerin devletsizliğine karşın Türk devletinin demokratikleştirilerek ortaklaştırılması çabası olabildiğince istismar edildiği halde, Kürt halkı menziline doğru kontrollü adımlarla ilerlemeye devam etti. Türk devleti, 2007 seçimlerinde bunu fark edince siyasi ve askeri operasyonlarla birlikte Öcalan üzerinden rıza üretmeyi denedi. Rojava Devrimi başladığında hayali kurulan 'Tayyibiye Alayları' da karşılığını bulmadı ve Rojava, Kürt halkının istemleri doğrultusunda rotasını çizdi. HDP şahsında legal Kürt siyasetine biçilen Kürtlük ve Kürdistanilikten uzaklaştırılarak terbiye edilmiş bir devlet aparatı yaratma gayreti de yine Kürt halkı ve ortak aklının ferasetiyle tersyüz edildi.
1925, 1938, 1971, 1980, 1993, 1997, 2005, 2007, 2012 ve 2015 harekatları, Türk devletinin temel karakterini koruma, zorlanan zırhını sağlamlaştırma isteminin sonucudur. Erdoğan, tıpkı selefleri gibi bu geleneksel aklın toplumsal tabana yeniden yayılmasını sağlayan bir aktördür. Tek farkı, kişisel hırsının bu akıl ile bütünleşmesi, dinciliği devlete entegre etmesi ve Kürt işbirlikçiliğini ihya etmesidir. Yavuz Sultan Selim olma hayalinin gereği İdris-i Bitlisi seçme planlaması da Kürdistan halkının dipdiri belleğine çarptı.
Türk devleti, PKK'nin uluslararası kabul düzeyine gelmesini, Rojava'da kontrolü dışında bir statü oluşmasını, Kürt halkının diğer ezilen tabakaları da yanına alarak Meclis'te güçlü bir temsile kavuşup devlet merkezine kendi rengiyle yürümesini kabul etmiyor. Devletteki ırkçı-dinci koalisyon bunda mutabıktır. Irkçı ortak, tekçi ve ırkçı paradigmanın daha fazla esnetilmemesi ve devletin güçlendirilmesi karşılığında dinci ortağın pilotajını kabul etti. Hedef, Kürdistan halkını biat ettirmek. Türk devleti, bütün imkanlarını seferber etti ve bu biatı sağlamaya çalışıyor. Yukarıdaki tarihsel kesitlere bakıldığında, boca edilen bütün barbarlığa rağmen bir sonraki itiraz daha da büyüdü.
Şimdi Türk devletinin 24 Temmuz 2015’te fiillen başlattığı yeniden savaşa varan süreci hatırlayalım.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümü için gösterdiği çabaların 2013’te somutlaşması ve Newroz deklarasyonu ile başlayan diyalog süreci iki yıl sürdü. 28 Şubat 2015’te İmralı ve devlet heyetinin ortak açıkladığı 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı kamuoyuyla paylaşıldı. Daha sonra bu girişim bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet tarafından inkar edilerek, ‘çözüm masası’ devrildi. Öcalan, 5 Nisan 2014’te yapılan son görüşmede, HDP heyetine dönük “Bu son gelişiniz olabilir. Bir daha buraya gelemeyebilirsiniz. Bunlar bu diyalogu yürütecek ciddiyette değiller” uyarısında bulundu. Bu, Öcalan’ın ilk uyarısı değildi. Öcalan, tarihi mutabakat metninin açıklamasından bir gün önce yani 27 Şubat’taki görüşmede de “AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir. Anlaşma yok, çözüm yok, barış yok, faşizmi dayatırsa savaş başlar” uyarısında bulunmuştu. Aynı görüşmelerde sık sık “Demokratikleşme gelişmezse darbe mekaniği devreye girer” diyen Öcalan’ın hükümet tarafından dikkate alınmayan bu uyarıları bir bir gerçekleşti.
ÇÖKTÜRME PLANI
Türk devletinin, bu diyalog süreci devam ederken Eylül 2014’te yepyeni bir plan ve simülasyonla savaşa hazırlandığı daha sonra ortaya çıktı.
Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından 'Çöktürme Planı' hazırlandı. Müsteşarlık, planı Genelkurmay Başkanlığı’na sundu. Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğü, planı ayrıntılandırdı. 42-43 sayfalık plan, “gizli” ibaresiyle AKP hükümetine sunuldu. Plan AKP tarafından onaylandı:
* Plana göre, özel tim ve özel eğitimli askerler ve TSK güçleri şehirleri kuşatarak, mahallere ve yerleşkelere operasyonlar düzenleyecek.
* Saldırıların komuta merkezi İl Jandarma Komutanlıkları olacak. Gereklilik halinde savaş uçakları da kullanılacak.
* Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşam alanlar tahrip edilerek yurttaşların geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak.
* Kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalar yapılacak.
* Med Nûçe, Stêrk, Ronahî, Newroz, İMC ve Özgür Gün TV gibi televizyonlar ve Özgür Gündem ile diğer yayınlar susturulacak.
* Hastane ve sağlık birimleri teyakkuza geçirilecek.
* Olabilecek yaralanmalarda hava araçlarının güvenli yerlerde konumlandırılması.
* Vali, kaymakam ve üst rütbeli askerlerin HDP’li vekillerle görüşmesi yasaklanacak.
* Tank ve zırhlı araçlar uygun yerlerde konumlandırılacak.
* Operasyon bölgesine giriş ve çıkışlar tamamen kapatılacak.
* Elektrik, gaz ve su şirketlerinin faaliyetleri emir dahilinde yapılacak.
* Yerel yönetim birimlerinin işleri Valilik emrine devredilecek.
* Planda 15 bin insan ölebileceği, 8 bin insanın yaralanabileceği, 5-7 bin kişinin tutuklanacağı, 300 bin insanın tehcir edileceği öngörülüyor.
* Planı uygulamak için daha önce bölgede görev yapmış JİTEM ve Ergenekon içinde yer almış üst düzey askeri yetkiler görevlendirilecek.
* Sivil kamu personeli söz konusu alanlardan çekilecek.
* Kamu binaları operasyon güçlerine verilecek.
* Kandil’e yönelik hava operasyonları kesintisiz devam edecek.
* Örgüt tek taraflı çatışmasızlık ilan etse bile plan uygulanacak.
EKİM’DE MGK TOPLANTISI
Ekim ayındaki Türk Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında 'Çöktürme Planı' kabul edildi. 10 saat 20 dakikadan fazla süren bu toplantıdan sonra yapılan açıklamada, "Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış, sürecin oluşturduğu olumlu atmosferi ve huzur ortamını bozmaya yönelik provokatif olaylara karşı kamu düzeni ve güvenliğini koruma konusundaki kararlılık teyit edilmiştir" denilmekle yetinildi. Diğer konular sonuç bildirgesinde yar aldı. Ancak bu toplantıdan sonra diyalog süreci devam ederken adım adım savaşa gidildi. Çünkü savaş kararı alınmıştı. Şimdi Edirne Cezaevi'nde rehin tutulan dönemin HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da gazeteci Hayri Demir ile söyleşisinde aslında Ekim 2014'te yapılan MGK toplantısında çözüm sürecinin artık bitirilmesi ve kapsamlı bir tasfiye operasyonun kararının alındığına işaret ediyordu. AKP'nin savaş kararını Dolmabahçe'den çok çok önce verdiğini ve bunun sadece fırsatını kolladığını kaydediyordu. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da savaş yeniden başlatıldığında yaptığı açıklamada, Erdoğan ve AKP'nin iktidarda kalmalarını amaçlayan savaşı ,30 Ekim 2014’te yapılan MGK'de alınan karara dayanarak başlattığını vurguluyordu.
MGK'DEN ÖNCE NE OLMUŞTU?
Türk devleti, ısrarla silahların tamamen bırakılmasını, Suriye ve Rojava politikasında Türkiye eksenine yedeklenilmesini istiyordu. Gezi Direnişi atlatılmış, Fethullah Gülen Grubu'nun ilk operasyonu savuşturulmuştu. Diyalog sürüyor; hükümet, PYD Eşbaşkanı ve HDP'lilerle görüşüyor, İmralı'daki görüşmelere HDP'lilerin yanı sıra MİT Müsteşarı ve ekibi de katılıyordu.
Öcalan'ın Amed'deki Newroz kutlamasında paylaşılacak olan deklarasyonuna devlet de itiraz etmiyordu. Öcalan, bu deklarasyonda halkların ortak paydalarına dikkat çekerek demokratik çözüm ve barışın mümkün olduğunu vurguluyordu. “Biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız” diyen Öcalan, tam ve radikal bir demokrasiyle yola devam edilmesini salık veriyordu.
Newroz'un hemen ardından 30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimlerde DBP büyük oy farklarıyla 103 belediyeyi kazandı. Yerel yönetimlerdeki bu tablo, devleti rahatsız etti.
Karakol ve kalekollar hızlandırıldı. 5-7 Haziran'da Lice'deki kalekol protestolarında iki kişi katledildi.
26 Nisan'da MİT Kanunu'nda yapılan değişiklikle MİT'in İmralı görüşmelerine yasal koruma getirilirken 10 Temmuz'da da “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine dair kanun” ile diyalogu sürdüren hükümet kendisini güvenceye aldı.
Erdoğan, 10 Ağustos'taki Cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 52’yle birinci turda kazanınca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu 27-28 Ağustos AKP Genel Başkanı ve Başbakan yaptı.
Hemen ardından 3 Eylül'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İmralı Adası'na giderek Öcalan ile görüştü. HDP'liler de görüşüp Kandil'e giderek, yeni durumu paylaştı.
10 Eylül'de HDP'lilerle görüşen Davutoğlu, PKK'nin tüm faaliyetlerini bitirmesini farklı bir tonda söyledi. 5 gün sonra DAİŞ çetesi Kobanê'ye salındı. 2 Ekim'de savaşın Rojava'ya taşınmasına dair tezkere Meclis'ten geçirildi. Tüm girişimlere rağmen Türk devleti, Kürtlerin uzattığı eli tutmadı, tehdit ve hakaretlerle Kobanê'nin düşmesini bekledi, ancak istediği gibi olmadı. 6-7-8 Ekim'de Kuzey Kürtleri, Kobanê'ye destek amacıyla Türk devletini protesto etti. Devlet güçleri ve bünyesinde paramiliter yapıları onlarca kişiyi katletti. Kobanê'ye her taraftan gençler aktı, YPG savaşçıları direndi.
Başbakan Davutoğlu, 19 Ekim'de Akil İnsanlar Heyeti ile toplantı yaptı, aynı gün MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı’da Öcalan ile görüştü. Tehdit ve şantaj devam etti.
YPG tüm zorluklara rağmen direnmeye devam edince DAİŞ'e karşı savaş başlatmak isteyen ABD, 20 Ekim'de Kobanê'deki savaşçılara havadan yardım indirdi ve savaşın seyrini değiştirecek yeni bir adım atılmış oldu.
İşte bu ortamda 30 Ekim'deki MGK toplantısı yapıldı ve Eylül'de üzerinde çalışılan savaş senaryosu karar haline getirildi.
DOLMABAHÇE MUTABAKATI SÜRECİ
Öcalan, MGK’nın 30 Ekim’de aldığı savaş kararını boşa çıkarmak ve demokratikleşmeyi gündemleştirmek için daha Kasım 2014'te bir Demokratik Müzakere Taslağı sunup bunun etrafında mutabakat sağlanması için çaba harcadı. Ancak hükümet, sadece PKK'nin tamamen Kuzey'de çekilmesiyle de yetinmeyip tam silahsızlanmayı dayatıyor, öbür yandan da kendi ajandısını sürdürüp İç Güvenlik Paketi'ni Meclis'ten geçirmeye hazırlanıyordu. Demirtaş, Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapmak için ön şart olarak ortaya koyduğunu söylediği 10 maddeyi açıkladı. “Öcalan şartlı silah bırakma çağrısı yaptı” dedi. Öcalan’ın PKK’ye silahsızlanma kongresi için yapacağı çağrının üzerinde KCK’nin de kabulu alındı. Geniş bir demokratikleşme programını içeren 10 madde silah bırakmak için ön şart yapılmadı, bu maddelerin hayata geçirileceğinin garantisi olarak da hükümetin olduğu bir toplantıda okunmasına karar verildi. Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Öcalan’la görüşmeleri yürüten MİT Başkan Yardımcısı/Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu ile İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken’in olduğu toplantıda HDP adına Sırrı Süreyya Önder, hükümet adına da Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan metinleri okudu.
DEMİRTAŞ NEDEN İŞLEMEDİĞİNİ ANLATIYOR
Demirtaş, gazeteci Hayri Demir ile söyleşisinde bu süreci şöyle anlatıyor: "Ankara ve Kandil'de yapılan görüşmeler ve bu görüşmelerden ortaya çıkan Dolmabahçe Mutabakatı'nın artık Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi tarafından bir tehdit olarak görülmesi ve kendilerinin kişisel ajandası, kişisel hedefleri için bir tehdit olarak görülüp reddedilmesiyle birlikte biten bir süreç vardır. Bir defa bunu unutmamak iyi hatırlamak lazım. Çözüm sürecinden tarafların beklentilerinin örtüşmediği ve Erdoğan'ın beklentisini özellikle Kürt tarafının beklentisiyle taban tabana zıt olduğu Dolmabahçe Mutabakatı'ndan sonraki tutumla netleşmiş oldu. Dolmabahçe Mutabakatı'nda 10 maddelik demokratikleşme temel ilkeleri vardı. Türkiye'deki kimlik ve inanç kesimlerinin, kadınların haklarının ve özgürlüklerinin garanti altına alındığı bir anayasal düzenleme ve bununla bağlantılı olarak da PKK'nin eş zamanlı olarak silahlarını bırakacağı kongresinin toplanması kararı vardı. Bu bir mutabakattı, uzlaşmaydı. Her ne kadar AKP bunu sürekli reddediyor olsa da tarafların uzlaştığı bir metindi. Devlet heyeti bunu AKP hükümetine götürmüştü. Cumhurbaşkanı bu metni incelemişti ve aynı zamanda Kandil yönetimi de bu metni incelemişti. Herkes görüşünü belirtmişti ve ortaklaşa bir metin olmuştu. Ancak sonrasında bizzat Erdoğan tarafından da reddedildi. Erdoğan ve ekibi şunu fark ettiler; eğer bu mutabakata uygun bir şekilde adım atılırsa tekçi ve ırka dayalı ulus devlet demokratikleşecek. Sivil bir anayasa yapılması taahhüdü topluma verilecek ve bu anayasada evrensel temel hak ve özgürlüklerin tamamının yerine getirilmesi garanti olacaktı. Bunun da tam seçim arifesinde topluma bir taahhüt olarak güçlü bir vaat olarak deklare edilmesi gerekiyordu. Eğer bunu Erdoğan deklare etmiş olsa ve 'biz bu mutabakattaki 10 maddeyi harfiyen yerine getireceğiz gibi bir anlaşmadır' şeklinde kendini bağlayacak ifadede bulunsaydı bu durumda seçim kampanyasını buna göre yürütmek zorunda kalacaktı. Fakat bu Erdoğan'ın ne ideolojik olarak kafasına yatan bir durumdu ne de kişisel ajandasına uygundu. Çünkü o yıllardır tek adam sistemini kafasında kurguladığı diktatörlük sistemini hayata geçirmek için fırsat kolluyordu. 7 Haziran seçimlerinde elde edeceği büyük bir zaferle artık bunu taçlandırmak ve sonlandırmak istiyordu. Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinde Dolmabahçe Mutabakatı'nı sahiplenmiş olsa büyük ölçüde artık kendi kişisel ajandasında ve yıllardır belki gizli bir şekilde hazırlığını yaptığı hedeflerinden tümüyle vazgeçmeliydi. Bunu tercih etmedi ve evet artık bir karar aşamasına gelindi. 'Dolmabahçe Mutabakatı yanlıştır' deyip 'Kürt sorunu yoktur, müzakere bitmiştir, masa diye bir şey yoktur' gibi ırkçı bir söylemle çatışmayı ve savaşı körükleyecek bir yaklaşımla 7 Haziran seçimlerinin kampanyasının startını verdi.”
ÖCALAN TEKRAR ÇAĞRI YAPTI
17 Mart'ta seçime parti olarak girme kararı veren HDP, Erdoğan'ın başkanlık sistemini demokratik bulmadığı için itirazını net bir şekilde ifade etti. Erdoğan da 20 Mart'ta İzleme Komitesi'ne olumlu bakmadığını açıkladı. Öcalan, 21 Mart günü Amed'deki Newroz'da, Dolmabahçe Mutabakatı'na işaret ederek, bir kez daha çağrı yaptı: "Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp Parlamento üyeleri ve İzleme Heyetinden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonundan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız. Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır.”
Ertesi gün Ukrayna dönüşü uçakta konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı'nı doğru bulmadığını söyledi: “Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metinle Yalçın Bey’in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Aynı metin değildi dikkat ederseniz. Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda hükümetin Başbakan Yardımcısı’yla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Daha önceleri gerektiğinde bir arkadaşımız onlarla görüşmeler yapar ve açıklama yapılırdı. Ama o toplantıda olduğu gibi medyanın karşısına çıkmak suretiyle, iki ayrı metin deklare edilmiyordu. Böyle bir şey hiç yaşanmamıştır. Bunu doğru bulmuyorum. Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok. Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim? Metni incelersek oradaki konuların çoğunun demokrasiyle falan yakından uzaktan alakası yok. Hala yeni yeni talepler ortaya çıkıyor. Daha sonra Başbakan Yardımcımızın yaptığı bir açıklama var. Onların tamamen aksine. Yani birbiriyle tamamen örtüşen bir şey yok. O zaman neyi görüştüler? Buna ortak bir deklarasyon diyebilir misiniz? Böyle bir şey var mı?”
7 HAZİRAN SEÇİMLERİ
Erdoğan artık istediğinin olmayacağı konusunda netleşince süreci bitirdi. Özellikle 7 Haziran seçimlerine doğru giderken Erdoğan barajın aşılması durumunda arzu edilen anayasa değişikliğini yapamayacağını gördüğü için bütün stratejisini HDP'nin baraj altında kalması üzerine kurguladı. Öncesinden de birçok kez provokasyonlar devreye konuldu. Barış sürecini, ateşkesi tümüyle bitirebilecek ilk provokasyon girişimi de Diyadin'de yapıldı. Ama oradaki sivil halkın duyarlılığı ve işte kamera fotoğraf görüntüleri bir anda o provokasyonu boşa çıkardı. Oradaki insanlar yaralı askerleri kendi elleriyle kurtardılar, yaşamını yitirmesini engelleyerek AKP'nin provokasyon girişimini boşa çıkardı. Yine 7 Haziran seçimlerine yaklaşık 120 yerde HDP binalarının seçim bürolarının veya seçim çalışmalarının saldırıya uğradığı bir ortamda sandığa gidildi. Sert bir seçim kampanyasının ardından HDP yüzde 13 oyla barajı geçip 80 vekil çıkardı. Yüzde 41’de kalan AK Parti tek başına iktidar olamadı. Çıkan bu sonuca tahammül edilmedi, seçimler yok sayıldı ve erken seçim kararı alındı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, 7 Haziran seçimlerinde kendisi dışında tüm siyasi güçleri yok sayan AKP‘nin kaybettiğini, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere sosyalistler, sol demokratlar, Süryaniler, Êzîdîler, Araplar, Azeriler, Ermeniler ve Mehalmilerin temsilcilerinin Meclis‘e girmesiyle Türkiye sosyolojisine uygun bir Meclis gerçeğinin ortaya çıktığını belirttiği açıklamasında, şöyle diyordu: "Demokratik ulusun gerçekleştiği bir Meclis olmak, yani her toplumsal kesimin temsil edilmesi aynı zamanda tüm sorunların demokratik temelde çözüleceği bir Meclis'in oluşması anlamına gelmiştir. HDP’nin Meclis'e taşıdığı temsilcilerin yüzde 40’tan fazlasının kadın olması, Meclisin demokratik karakterinin kapsamlılaştırılmasında çok önemli bir gelişme olmuştur. Otoriter-hegemonik anlayışa sahip AKP’nin kaybetmesiyle birlikte böyle bir Meclis'in ortaya çıkması, halklarımız üzerinde tarihsel olarak oluşmuş ağır bir travmatik yükün kalkarak tüm Türkiye’nin rahatlamasını sağlamıştır. Böylece Türkiye’nin tümünde birlik içinde kardeşçe ve huzurlu yaşamanın sevinci, parti farkı gözetmeksizin tüm toplumda hissedilmiştir. Ancak Türkiye demokrasi içinde birlikte yaşama umudunu yakalamışken ve Meclis'in bileşimi buna imkan veriyorken, ortaya çıkan bu iyi tablodan rahatsız olan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, henüz partiler arasında hükümetin kuruluşuyla ilgili hiçbir görüşme yapılmamışken tekrar ve erken seçimden söz etmişler; HDP’nin Meclis'e girmesini kabul etmeyerek daha ilk günden HDP’ye karşı çirkin ve kirli bir kampanya başlatmışlardır. Halklarımızın seçim sonuçlarından ve 7 Haziran ruhundan memnun olmalarına karşılık AKP ve MHP’nin rahatsız olmaları bunların zihniyetini ortaya koyduğu gibi daha sonraki olumsuz durumları doğuran da yine bu zihniyet ve politikalar olmuştur."
ERDOĞAN ROJAVA'YI TEHDİT ETTİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Haziran'da yaptığı açıklamada, "Tüm dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz" diyerek, orada yeni bir dönemin startını verdi. 30 Haziran'da Medya Savunma Alanları'na uzun süre sonra kapsamlı hava saldırısı oldu. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, ateşkesin de artık anlamsız hale geldiğini açıkladı.
SURUÇ'TA KATLİAM YAPILDI
Sertleşen süreçle birlikte artan askeri hareketlilik, siyasi soykırım operasyonları ve 20 Temmuz’da Suruç’ta 33 gencin katledildiği katliam artık savaşın devreye konulduğunun da işareti oldu. Kobanê’deki çocuklara yardıma gitmek için toplanan SDGH’li gençlerin açıklama yaptığı sırada MİT'in kullandığı bir DAİŞ'li canlı bomba kendini patlattı, 32 kişi hayatını kaybetti.
CEYLANPINAR'DA BAHANE
22 Temmuz'da Urfa'nın Ceylanpınar ilçesinde polisler Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar sabaha karşı öldürüldüler. AKP bir bahane yaratabilmek için Ceylanpınar'daki infaz olayını kullandı. Demirtaş, şöyle izah ediyor: "Savcının gözaltına alıp tutukladığı kişilerin Ceylanpınar'daki infazla hiçbir alakasının olmadığı ortaya çıktı. Bu kişilerin o gün Ceylanpınar'da dahi bulunmadığı ispatlandı. Davutoğlu, koalisyon tartışması eksenin de bize de geldi. Genel merkezimizdeki o toplantıda Davutoğlu şunu söyledi: 'Bizim elimizde PKK'nin 80 bin kişiye silah dağıttığına dair bilgi var.' Ben dedim ki bu istihbarat bilgisi olarak sizde olabilir ama bunu bizim bilme şansımız yok.' Dedi ki 'Biz tek tek evleri tarayacağız, operasyon yapacağız ve bu silahların hepsini toplayacağız.' O gün daha hendek barikat tartışması yoktu. Biz de dedik ki; 'Bu doğrumu yanlış mı bilmiyoruz ama gerçekten bu insanların ellerindeki silahı bırakmasını istiyorsanız, bunu şehir içinde operasyon yaparak gerçekleştirmeye çalışırsanız ortaya bir facia çıkabilir. Bunu tavsiye etmeyiz, gelin çözüm sürecinde kalındığı yerden devam edelim. Varsa gerçekten şehir içinde elinde silah bulunan kişiler diyalogla o silahlarını bırakmaya ikna edelim.' HDP olarak buna hazır olduğumuzu, çözüm sürecinin yeniden canlandırmak için elimizden geleni yapmaya hazırız dedik. Davutoğlu'nun kendisi de 'Hayır. Göreceksiniz biz ev ev hepsini temizleyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun biz bu operasyonları yapacağız' dedi. Davutoğlu, hendek, barikat ve Ceylanpınar'ı tam bir gerekçe haline getirmek ve bunu bir fırsata dönüştürmek arayışındaydı. İstese aslında bütün o hendek ve barikat, şehirlerde var olduğunu iddia ettikleri silahlar konusunda tümüyle bir görüşme trafiği sürdürülebilirdi. Bu kanallar açıktı. İstemediler. Bu karar çünkü çok önceden verilmişti. Ağır bir savaş politikası bu şekilde adım adım devreye konuldu. Çünkü artık şunu gördüler; diyalog ve müzakereyle başkanlık adı altında bir diktatörlük kurmak mümkün değil."
24 TEMMUZ'DA YENİDEN SAVAŞ
Türk ordusu, Medya Savunma Alanları'na yönelik 24 Temmuz'da çok kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi. Saatlerce süren saldırıya onlarca uçak katıldı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun her fırsatta “O operasyonların kararını ben verdim” dediği süreç yeni dönemin kapısını araladı. KCK ise bombardıman sonrası, “24 Temmuz, AKP ve Erdoğan’ın en büyük hatası olarak tarihe geçecek” açıklaması yaptı. O gün yeniden başlayan savaş, Türk devletinin Eylül 2014'te hazırlayıp Ekim 2014'teki MGK'de kararlaştırdığı 'Çöktürme Planı' çerçevesinde ilerliyor. 12 Kürt kenti yerle bir edildi, yüzlerce insan katledildi. Siyasi soykırım operasyonları, askeri imha saldırılarına eşlik etti. Kürtlerin 40 yıllık legal kazanımları tırpanlandı, siyasetçileri rehin alınıp belediyeleri gasp edildi. Kuzey'deki savaşla yetinmeyip Rojava ve Başûrê Kurdistan'a taşındı, kentler işgal edildi, katliam ve Kürtsüzleştirmeye gidildi. Kürt düşmanlığını ortak payda ve temel motivasyon olarak gören devletin dinci ve ırkçı bileşenleri Erdoğan reisliğinde birleşti. Erdoğan, devlet içi mutabakatın zorbalığıyla 9 Temmuz'da Türk tipi başkanlığını resmileştirdi.
YENİ İŞGAL HAZIRLIĞI
AKP Genel Başkanı ve Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeniden savaşın 4. yılına girilirken Başûrê Kurdistan’daki işgal saldırılarını, aşama aşama geliştirdiklerini belirterek, Efrîn’de batı ucunu, Xakûrkê’den Şengal’e kadar da uzanarak doğu ucunu kapatmayı hedeflediklerini söyledi.
Erdoğan, Temmuz’un ikinci haftasında Türk medyasının sorumlularını toplayarak ‘terör koridoru’ olarak adlandırdığı Rojava ve Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırılarını ve amaçlarını teker teker anlattı. Efrîn ve diğer Kuzey Suriye kentlerinin işgaliyle batı ucunu kapattıklarını söyleyen Erdoğan, Başûrê Kurdistan’daki işgal saldırısının devam ettiğini belirterek, “Bu sürecin sonunda artık Kandil diye bir tehdit kaynağı kalmayacağına da inanıyorum. Kandil’e alternatif Sincar’ı inşa etmeye çalıştılar. Orası da şu anda temizlenmiş durumda. Ve bunu da başaramadılar. Temennimiz o dur ki başaramayacaklar. Böylece Fırat’ın doğusunda kökleştirmeye çalıştıkları terör koridorunun doğu ucunu da kapatmış olacağız” dedi.
‘Güvenli bölge’ oluşturulması konusunda Türkiye’nin dışarıda tutulması gibi bir durumun söz konusu olup olmadığının sorulması üzerine Erdoğan, “Biz bu terör koridorunu, gerek Efrin’de gerek Cerablus’ta gerekse El Bab’ta, yani bizim daha önce Obama döneminde Zeytin Dalı Harekatı düşündüğümüz o bölgeyi, biz farklı operasyonlarla DEAŞ’ı oradan def etmek suretiyle aştık ve bitirdik. Ve tabii ki, PKK’nın yan kuruluşları olan malum YPG, PYD bunlar, orada bizimle ciddi mücadeleye girdiler. Onlar da gerekli dersi aldılar. Şimdi, tabii malum burada Amerika’nın verdiği sözler var.
Bu sözler tutulmadı. Neydi? Minbiç’i boşaltacaktı. 90 gün demişlerdi. Ama ne yazık ki, Minbiç boşaltılmadı. Minbiç’in sahibi bir defa, terör örgütleri değil. Oranın sahibi Araplar. Tabii, şu anda Arap aşiretleri, ciddi manada ‘Burayı da bunlardan temizleyelim’ diyorlar. Biz de her görüşmemizde bunları Amerika’ya söylüyoruz. Şu andaki hedef, orayı bir an önce sahiplerine teslim etmek için terörden temizlemek” şeklinde konuştu.
GIRÊ SPÎ VE TIL RIFAT
Girê Spî (Til Abyad) ve Til Rifat’ta bazı çalışmaların olacağını açıklayan Erdoğan, “Aslında terör koridoru denilen bu bölgeyi, bir güvenli bölge haline getirmek istiyoruz. Hedefimiz bu. Bunun için bu hazırlıklar. Bu konudaki kararlılığımızı devam ettireceğiz. Bunu koruyacağız. ‘Bu güvenli bölgenin en az 30-40 kilometre derinliğindeki bölgeyi korumamız gerekir ki bir anlam ifade etsin. Yoksa, güvenli bölge hiçbir işe yaramaz.’ dedik. Ama bunlara rağmen, güvenli bölgeyi koruma adına adımlarımızı atıyoruz. Milli Savunma Bakanlığımız, Silahlı Kuvvetlerimiz kararlı bir şekilde yoluna devam ediyor. Tedbirlerimizi alalım, sonra telaşa kapılmaya gerek olmasın” diye konuştu.
AŞAMA AŞAMA İŞGAL
İki yıldır Başûrê Kurdistan’da devam eden işgal saldırısının, zaman sınırı olmadığını söyleyen Erdoğan, şunları ileri sürdü: “Bu bir taraftan sözde lider kadrosuna karşı istihbarat destekli harekata paralel Kuzey Irak’taki bütün inlere girerek o hedefleri temizleyeceğiz. Bunların tamamen temizlenmesi, bir plan dahilinde yürütülmektedir. Burayı aşama aşama temizleyeceğiz. Bir sistematik içerisinde götürüyoruz. Geçen hafta, Dışişleri Bakanlığımızın koordinatörlüğünde, Iraklı muhataplarımızla bir çalışma yapıldı. Burada ‘Ne gerekirse yapacağımızı, beraber yapalım, siz yapın biz destek verelim. Fakat neticede bu teröristleri buradan çıkaralım’ şeklinde düşüncelerimizi ifade ettik. Dolayısıyla Sincar dahil, Mahmur Kampı’nın hemen yakınındaki yuvalanmış teröristler dahil bunların hepsini hedeftir. Kandil dahil hedeftir. Bunları bir şekilde temizlenecektir.”
HEMEN ARDINDAN YIĞINAK VE SALDIRI
Erdoğan’ın açıklamasını ardından Güney’deki işgalin genişletmeye çalışan Türk devleti, 19 Temmuz gecesi Mexmûr Mülteci Kampı’na hava saldırısı düzenledi. Buna paralel olarak Rojava’nın sınıra askeri yığınağını yoğunlaştırdı. Özellikle Kobanê ve Girê Spî hattı süreklilik kazandı.
QSD DA HAZIRLIK YAPIYOR
Erdoğan’ın açıklamasından bir hafta sonra Yeni Özgür Politika’ya konuşan QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî, Türk devleti gibi kendilerinin da sınıra yığınak yaptıklarını ve savaş hazırlıklarını sürdürdüklerini söyledi. Ebdî, şunları ifade etti: “Bir gerilim var. Herhangi bir kıvılcım, ateşe dönüşebilir. Doğu Fırat ile Efrîn bir birine benzemez. Efrîn savaşını Efrîn ile sınırlı tutmak istedik ve öyle de oldu. Bizim açımızdan Doğu Fırat’ta öyle olmayacak. Türk ordusu herhangi bir yere saldırırsa bu büyük bir savaşa dönüşecek. Mesela Türkiye Girê Spî’ye saldırırsa Dêrik’den Minbic’e kadar bir savaş cephesi oluşur. Herkese söylemişiz. Türkiye de biliyor, Amerika ve Fransa da. Bize saldırı olursa 600 kilometrelik sınır savaş alanına dönüşür. Türkiye stratejisi, gelip Girê Spî ve Kobanê’yi de alıp durmaktır. Ancak herhangi bir saldırı olursa Türkiye geri çekilene kadar savaş sürer.”
24 Temmuz 2015'te başlayan yeni savaş süreci, dört yıldır tüm boyutlarıyla sürüyor. Kürtler ve ittifak halinde oldukları demokrasi güçlerinin direnişi de büyüyor.
ANF