“Halkımıza” diye yayınladıkları bildiriye gelen tepkilerin ardından “Biz bir boykot çağrısı yapmadık, bu süreçte insanlara oy kullanmayın da demedik, yalnızca “TKP üyeleri oy kullanmayacak” dedik.” diyerek çevir kazı yanmasın havası çalan TKP’nin seçim tavrı epey tartışıldı. Tartışılmayan ise aşağı yukarı TKP’yle aynı tutumda olan ESP ve Devrimci Parti’nin tavrı.
23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimlerine günler kalmışken aralarında ittifak güçlerimizin de olduğu bu “utangaç boykotçuların” tutumunu ele almakta fayda var.
Her üç partinin de İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin görüşleri yapılanın “gasp/darbe” olduğu ve seçimi yenilemenin “meşru olmadığı” yönünde. AKP-MHP bloğunun faşizmi / tek adam diktatörlüğünü pekiştirmek için böyle bir hukuksuzluğa başvurduğunu tespit ediyor üç parti de.
Buraya kadar her şey normal. Üç aşağı, beş yukarı hem fikiriz tespitlerde. Ayrışma ise bu teşhise karşı ne yapılacağı hususunda ortaya çıkıyor. Tek tek ele alalım bu partilerin “ne yapmalı” sorusuna verdikleri cevapları.
“Halkımıza” diye başlattıkları “devrimci” çıkışı “biz TKP’lileri kastettik” diye bitiren TKP’nin tutumu şüphesiz ki en acınası olan. En acınası diyorum çünkü yaptıkları açıklama baştan aşağı tutarsızlıklarla dolu.
Yukarıda bahsettiğim belirlemeleri yaptıktan sonra “Türkiye toplumu bir yandan iki aday etrafında bir taraflaşmaya mecbur bırakılırken” diyen TKP 31 Mart seçimlerine “iki aday etrafında taraflaşmaya mecbur bırakılmayı” kırmak için aday göstermiş ve TKP’nin İstanbul Büyük Şehir adayı Zehra Güner Karaoğlu 10 bin 492 oy almıştı.
“İki aday etrafında taraflaşmaya” mecbur bırakılmayı “halkımız” için büyük tehlike gören TKP’nin normal olarak Karaoğlu’nu 23 Haziran için yeniden aday olarak göstermesi ve “ey halkımız, siyasi iktidarın yıllardır uyguladığı laiklik düşmanı ve azgın piyasacı politikalar iki adayın en belirgin mutabakat noktaları, bunlara mahkum değilsiniz, TKP’nin adayına oy verin” demesi beklenir. Ancak TKP ne yapıyor, seçim yenileme kararının hemen ardından adayını geri çektiğini duyuruyor.
Bu tutumunu da “hem adalet anlayışımız hem de siyasi sorumluluğumuz gereği” diye açıklıyor. Peki, o zaman sormazlar mı insana, madem yapılan adaletsiz ve hukuksuzluğu “iki aday etrafında taraflaşmaya mecbur bırakılmaktan” daha mühim ve öncelikli bularak adayını geri çektin, o zaman neden şimdi hala “iki adaya mecbur değiliz” demagojisi yaparak zevahiri kurtarmaya çalışıyorsun?
Başka şekilde soracak olursak, madem “iki aday etrafında taraflaşmaya mecbur bırakılmayı” çok hayati buluyorsan neden 23 Haziran’da üçüncü “komünist seçeneği” halkımıza sunmuyorsun?
ESP ve Devrimci Parti bu konuda TKP’ye nazaran daha tutarlı görünseler de birleştikleri nokta ne yazık ki aynı. Üstelik genel siyasi tutum itibarıyla (31 Mart’ta da “utangaç boykotçulardı” bu iki dost parti) her ne kadar TKP’den daha tutarlı görünseler de HDP’yle ilişkileri bağlamında düşünüldüğünde çok daha zikzaklarla dolu bir politik tutum geliştirmekteler.
Her iki parti de iktidarda olan faşist blok ve onların faşizmi kurumsallaştırma çabalarını CHP’nin düzen içi ama faşizm karşıtı pozisyon alışıyla aynılaştıran uzun açıklamalardan sonra 31 Mart seçimlerinde HDP’nin AKP-MHP faşist bloğunu geriletme taktiğine ve kendi tutumlarına ilişkin söyledikleri şöyleydi:
ESP: “… içinden geçtiğimiz konjonktüre, politik öznelerin niteliğine ve konumlanışına bakıldığında CHP’yle şu ya da bu düzeyde ittifak zemininin olmadığı, dahası bunun taktik açıdan hatalı olacağı açıktır. Bu bağlamda söz konusu 7 metropolde il düzeyinde aday çıkarmayarak CHP adaylarına destek verilecek olması partimizin görüş açısı ve fiili-meşru mücadeleyi geliştirerek faşist bloku alaşağı etme perspektifiyle tam bağdaşmamaktadır. …… CHP adaylarının olduğu yerlerde ise bu adaylara dair dolaylı ya da dolaysız herhangi bir oy çağrısında ve çalışmasında bulunmayacağız.”
Devrimci Parti: “… ancak batıda geliştirilen, büyük şehirlerde aday çıkarmama kararı ve CHP’ye rağmen, CHP’ yi destekleme taktiği, HDP’nin Türkiye siyasetinde yok sayılmasına, Cumhur ittifakı eliyle HDP’nin tasfiyesine yönelik saldırılara destek olan CHP’nin meşruluğunun artmasına hizmet edecektir. Ve bu merkezlerde halklarımızı iki blok arasında seçeneksiz bırakmaya yol açacaktır. Bu yönüyle Partimiz; aday çıkarmama ve dolaylı olarak CHP’yi destekleme anlamına gelen bu kararın bir parçası ve tarafı değildir. Partimiz, CHP’ ye oy verme çağrısı yapmayacaktır.”
Her iki parti de 31 Mart’ta HDP’nin taktiğini yanlış bulmuş ancak “devrimci öncülük/irade” gösterip halklarımıza bu yanlışa karşı sandığa gitmeme ya da çıkartacakları “devrimci adaya” oy verme çağrısı yapmak yerine “oy verme çağrısında bulunmayacağız” demekle yetinmişlerdir.
HDP’nin taktiğini fevkalade hatalı ve faşist AKP-MHP bloğuna esasta kaybettirmeyeceğini savunan bu arkadaşlarımız 31 Mart sonrası ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendirmişler kısaca bir de ona göz atalım.
Devrimci Parti: “… İşçilerin ve ezilenlerin dayatılan faşist kurumsallaşmayı reddettiğini, bunu sandığa da yansıttığını seçim sonuçları göstermektedir…”
ESP: “seçimin belirleyen iki metropolü olan İstanbul ve Ankara AKP-MHP blokundan alınmış, CHP uzun yıllar sonra yerel seçimlerde iktidar olma fırsatı yakalamıştır. Ancak bu sonuç halklarımız açısından yanıltıcı olmamalıdır. Bu başarı, CHP’nin kendi özgücüyle elde edilmiş bir sonuç değildir. Bilakis, belirleyici güç başta metropollerde yaşayan Kürt halkımız olmak üzere Türküyle, Arabıyla, Lazıyla, Ermesiyle, Alevisi, Sünnisi ve Hıristiyanıyla farklı ulusal, inançsal ve cinsel kimliklerden milyonlarca seçmenimizdir.”
El insaf! İnsan doğal olarak kapalı da olsa bir özeleştiri arıyor yapılan açıklamalarda ancak ara ki bulasın! Seçim taktiğimiz doğruydu, biz oy vermedik ama oy verenler AKP-MHP’ye gereken dersi verdiler! Eee, nerede özeleştiri? Nerede “yanlış taktik belirlemişiz biz de bu mücadelenin parçası olmalıydık, kazanımı daha da yükseltmeliydik” yaklaşımı? Politikada hepimiz yanlış yaparız. Her belirlediğimiz taktik, siyaset mutlak doğru değildir, bu gayet normal. Normal olmayan ise yanlışla yüzleşmemek, hatta yanlışta ısrar etmektir.
TKP’nin açıklaması çok tartışılsa da ESP’li yoldaşlar da 23 Haziran seçimlerine ilişkin öz olarak TKP’yle aynı açıklamayı yapıyorlar: “Ezilenlerin Sosyalist Partisi olarak hiçbir meşruluğu olmayan İBB başkanlık seçimi için sandığa çağrı yapmayacağız.” Yani “halkımıza” oy kullanmayın demiyor ESP, “biz oy kullanmayacağız, çağrı da yapmayacağız” diyorlar.
Devrimci Parti ise her ne kadar 23 Haziran seçimlerindeki tutumlarıyla ilgili (en azından bu yazının yazıldığı saatlere kadar) bir açıklama yapmamış olsa da, seçimin yenilenmesi kararın hemen ardından parti hesaplarından paylaştığı “Tüm kuralların geçersiz kılındığı, tek geçerli kuralın AKP-MHP’ nin “kazandığının ilanı” olan seçim gömleğini giymek iktidarın ömrüne, meşruluğuna, yeni taktikler geliştirerek güç toplamasına hizmet edecektir.” tespiti üzerinden politika üretmeye devam ettiğini gözlemliyoruz. Yani aslında 31 Mart’tan sonra bir el daha yükseltiyor Devrimci Parti, neredeyse seçimleri tümden reddediyor!
Her üç parti de seçimlere ilişkin açıkladıkları tutumlarının gereğini yapıyor ve “halkımızı” seçimlere katılmamaya, düzenin iki seçeneğinden birine oy vermemeye çağırıyor olsalar durum biraz daha sadeleşebilir. Ancak bunu da yapmıyorlar, “bir siyasi tutum alıyoruz ama bu sadece kendimize, içimize” diyorlar. Yani yaptıkları düpedüz politikasızlığın politikası.
ESP ve Devrimci Parti’nin aşağı yukarı aynı siyasi koşullarda HDP’yle girdiği genel seçimlerde seçilmiş Milletvekilleri’nin oluşu, kimi yerellerde belediye başkanı, meclis üyesi adaylarının oluşu, seçilişi, HDP taktiğinin yarattığı politik ortamdan duydukları heyecan bu kadar ortadayken yanlışta bunca ısrarı anlamak daha da güçleşiyor.
Oysa bu dostlar çok iyi biliyorlar ki İstanbul seçimlerinden kimse ne demokrasi çıkartmaya uğraşıyor ne de CHP/İmamoğlu’ndan tutarlı bir demokrasi mücadelesi bekliyor. Uğraşımız faşist kurumsallaşmanın en önemli kalelerinden İstanbul’u faşist iktidarın elinden düşürmek ve kendimize mücadele için alan açmak. Sermayenin faşist yüzü Yıldırım da, yumuşak yüzü İmamoğlu da ancak verili durumlar içerisinden geliştirilecek mücadeleyle aşılacaktır. Siyasal önderlik de sokağıyla, sandığıyla, parlamentosuyla, yasalıyla, fiilisiyle bu mücadelenin içerisinden çıkacaktır. Yoksa elbette şahikalardan üretilen siyaset kulağa daha hoş geliyor…
Tuncay Yılmaz
19.06.2019
kaynak: siyasihaber4.org