Dava duruşmasında 19 Mayıs’ın 100’üncü yılında Samsun’dan verilen fotoğraf üzerinde duran Selahattin Demirtaş, “Savaş narası atan birkaç erkek siyasetçi Türkiye’nin demokrasisini hukukunu katletmişler ve bir araya gelip cumhuriyetin, ülkenin kurtuluşunu bu şekilde mi kutlayacaklar? Türkiye kurtulmuş falan değil. Türkiye 100 yıl öncekinden daha kötü durumda" dedi.
Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülmeye devam edilen dava duruşmasındaki savunmasında, hakkındaki fezlekeler üzerinde durmaya devam etti.
Hazırlanan fezlekelerin barış sürecinin başlamaması için cemaatçi polisler tarafından hazırlandığını söyleyen Demirtaş, “Savcı konuşmamın içinden parçalar almış, birleştirmiş. Ben böyle kopuk kopuk konuşmam. Demek ki bu fezlekede bir konuşma çözüm tutanağı yok. Peki savcı bu konuşmayı nereden almış? Muhtemelen polis tutanağından. Polis mitinge gelir, parça parça not tutar. Peki savcının o notları teyit etmesi gerekmez mi? Savcının konuşmama, baştan sona kadar anlamlı bir bütün olarak bakması gerekmez mi? Ama umurunda değil. Savcı ne dinlemiş, ne izlemiş, ne çözüm tutanağı düzenlemiş. Muhtemelen cemaatçi polisler, aldıkları talimat gereği, çözüm süreci başlamasın diye gereğini yaptılar” dedi.
‘BARIŞ GİRİŞİMLERİNİ ENGELLEMEK İÇİN HAZIRLANMIŞ FEZLEKELER’
Fezlekelerin cemaatçi polislerce hazırlanıp, yine cemaatçi savcılara gönderildiğini savcılarca da Meclise gönderildiğini söyleyen Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sözde cemaat ile mücadele ettiğini söyleyen iktidar da bu fezlekelere dayanarak bizi ‘terörist’ ilan ederek, muhalefetin bir kısmının da desteğiyle dokunulmazlığımızı kaldırıyor. İnsanlar birbirini öldürürken, sefa sürüp barış girişimlerimizi engellemeye çalıştılar. Ben buna isyan ediyorum, kabul etmiyorum. Bunlar milliyetçilik yapıp, yargıya ve muhalefete parmak sallarken susamayız. Bu fezleke öyle bir fezlekedir. Barış girişimlerini engellemek için ortaya atılmış bir fezlekedir.
KÜRT, TÜRK ÖLÜRKEN SEFA SÜRENLER...
Geçenlerde bir şehit cenazesi geldi. Yanılmıyorsam, Suriye’den bir teğmen ya da Hakkari, emin değilim. İçim acıyarak izledim, içler acısı. Bir Anadolu emekçisi evladını yetiştirmiş, okutmuş, Harp Okulu’na göndermiş, teğmen olmuş, 30’lu yaşlarının ortasında genç bir kardeşim. Evine Türk bayrağını asmışlar ama o ev aslında bayrağın ağırlığını taşıyamayacak kadar yıkık dökük bir gecekondu. İşte faturayı bunlar ödüyorlar. Ceremesini yoksul halk çekiyor. Hangi zengin çocuğu asker olmuş, polis olmuş, şehit olmuş. Meclis’te defalarca tanıklık ettim, bana bu fezlekeyi hazırlayan savcıgiller de dahil olmak üzere yedi sülalesinden herhangi biri askerlik yapmasın diye her türlü torpil girişimini yaparlar. Bırakın doğuda; Ankara'nın doğusunda, Ege’nin doğusunda bile askerlik yapmazlar. İstanbul’un boğazına bakarak askerlik yapan çocukları var. Ama bizler gibi Kürt’ü, Türk’ü ile bu halkın yoksul evlatları bunun bedelini ödüyoruz.
İŞİN ZULMÜNÜ FAKİR FUKARA ÇEKER
Ben bunları anlayabiliyorum. Benim açımdan çok sarsıcı değil. Devlette işler böyle yürüyor. Gemisini kurtaran kaptan misali hiçkimse devleti düşünmez aslında. Benim bugüne kadar siyasi yaşamımda, İnsan Hakları Derneği’nde görev yaptığım dönemlerde, avukatlık yaptığım dönemlerde, il yönetiminde yer aldığım dönemlerde kendini Türkçü, İslamcı, Türk milliyetçisi, vatanperver olarak tanımlayıp da devlette görev alan çok istisnai insanların gerçekten devlete bağlı olduğunu gördüm.
Benim gördüğüm o idi. Parlamento'da da bunu gördüm. Sizin o kürsüden izlediğiniz vatan-millet-Sakarya diye bağırıp, çağıran o milliyetçi görünen milletvekilleri kulise çıktıklarında, şovunu tamamlayıp kulise çıktıklarında Meclis’in verdiği o bedava cep telefonlarıyla ikisiyle aynı anda ihale pazarlığında atama, yakınlarına kredi peşinde koşarlar. İki telefon yetmez onlara, 3 kulakları olsa onunla da konuşurlar. Buna devletçi diyorlar. Devleti nereden tırtıklayabilirim, işleri güçleri budur. Siyasetçisi de böyledir, bürokratı da böyledir. İşin zulmünü fakir fukara halk çeker.
ÖCALAN 'ÜLKE BÖLÜNSÜN MÜ' DEDİ, TÜRKİYE’NİN SINIRLARINI TARTIŞMAYA MI AÇTI?
‘Efendim Öcalan’la görüşülür, PKK ile görüşülürse ülke bölünür’ diyen varsa iddiasını ortaya koymalıdır. Nasıl bölünür? ‘Ben karşı çıktım, çünkü ülke bölünecekti o yüzden karşı çıktım’ iddiasında olan varsa da bunu somut gerekçelerle ispatlamalıdır. Öcalan, 'ülke bölünsün mü' dedi? HDP ülke bölünsün mü dedi? Türkiye’nin sınırlarını, bayrağını mı tartışmaya açtı? Böyle bir şey olmadı. Ne parti programımızda var ne taleplerimizde var. Ülkenin sınırları içerisinde en demokratik hak ve özgürlüklerin hayata geçmesi için yeni bir anayasa öneriyoruz.
BOYUN EĞMEDİK, EĞMEYECEĞİZ
Dolayısıyla halen dışarıda milliyetçilik vatan- millet edebiyatı yapıp, yoksulların emeği, kanı ve canı üzerinden kendini var edenlere boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Bu fezleke buna dairdir. Ben halkın yoksul evladıyım. Yedi çocuklu bir işçi ailesinin evladıyım. Ben yoksulluğun da ne demek olduğunu biliyorum. Bu ülkede acının zulmün de ne olduğunu biliyorum. Ailem zengin değildi. Arkamda büyük holdingler yoktur, aşiretler yoktur, medya patronları yoktu. Ama ben ülkede BDP ve HDP Eş Genel Başkanı oldum. 12 yıl vekillik yaptım. Arkamda yoksul halklar vardı; Kürt’üyle Türk’üyle. Benim de boynumun borcudur; görev yaptığım her yerde içeride de olsa, dışarıda da olsa, ezilen Kürt ve Türk halklarının hakkını hukukunu savunacağım.
CEMAATLER ANAYASAL GÜVENCE ALTINA ALINSIN
Partimin önerisi vardı; cemaatler anayasal güvence altına alınsın. Nasıl? Şeffaf olsun, hukukun hem koruması hem güvencesi hem denetimi altında olsun. Öyle gizli saklı cemaatçilik olmaz. Herkes inancını özgürce yaşasın. Bunu savunuyordu. Bunu Gülen Cemaati için de savundum ben de. Ama sizin yaptığınız bir yaşama biçimi olarak, bir inanç biçimi olarak kendini ifade etme değildi. Benim tutuklanmama vesile edilen fezlekelerin 12'si -ki hepsinin tutuklama gerekçeleri de var, şu andaki mahkeme heyetiniz tarafından tutuklanmamın gerekçesi yapılıyor- bizatihi Gülen Cemaati ve FETÖ nedeniyle tutuklu savcılarınız tarafından hazırlanmıştır. Bunları söylemeyelim mi yani?
BARIŞ DEDİĞİMİZ İÇİN İÇERDEYİZ
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin çok sayıda bozma kararına rağmen bu son dönemlerde istinaf mahkemeleri de görev alan ceza mahkemeleri de terör propagandası yapmakla alakası olmayan konuşmalara, sloganlara ağır cezalar veriyor. Ben dahil, Sırrı Süreyya Önder dahil. 4 yıl 8 ay bir barış konuşmasından ötürü ceza onaylandı. Sırrı Süreyya Önder barış konuşmalarından dolayı içerde. Diğer arkadaşlarım da bundan farklı değil. Ve bu fezlekeler hiçbir hukuk kuralını, hiçbir etik kuralını dikkate almadan, bırakın dikkate almayı tam tersine onları boşa çıkarma niyetiyle hazırlanmış fezlekelerdir.
KENDİLERİNİ KORUMAK ADINA HER TÜRLÜ PRAGMATİZMİ YAPIYORLAR
Savcılar görevlerini kötüye kullanıyorlar. Görevlerini kötüye kullanarak sadece bizi mi mağdur ettiler? Hayır. Türkiye siyasetine yön vermeye, doğrultu vermeye çalıştılar ve uluslararası emperyal güçlerin çıkarları doğrultusunda bunu yaptılar. Asıl yargılanması ya da soru sorulması gereken bu savcıların kendisidir. Mahkemeniz de bunları görmelidir. Neler olduğunu görmeli, anlamalıdır. Ben Türkiye siyaseti için nasıl bir tehdit oluşturuyorum da içeri atılıyorum? Benim bildiğim Türkiye siyaseti AKP’den ibaret değil. AKP iktidarı için bir tehdit oluşturuyor olabiliriz ben ve partimiz. Biz muhalefet partisiyiz. Siyasi olarak da iktidarı değiştirmeyi hedefliyoruz, kendimiz iktidara gelmek için mücadele ediyoruz. Siyasi partinin meşru, yasal amacıdır bu. Ama birileri yine AKP’yi kandırdı. Belki gün gelecek AKP’den şunları duyacağız: ‘Bunlar öyle şeyler yaptılar ki -bunlar dediği kimdir bilmiyorum, kimi suçlayacaklar kim bilir - seçilmişleri tuttular içeri attılar’ diyecekler. AKP sözcüleri diyecek bunu. Ne zaman söylerler bilmiyorum. Bunlar öyle oyunlar içine girdileri ki seçilmiş belediye eş başkanlarını, vekilleri hapislere attılar, tutuklu yargıladılar diyebilirler. Deseler şaşırmam. Çünkü ilkeleri yok, Belirli çizgileri yok. Rüzgara göre, konjonktüre göre kendini korumak adına her türlü pragmatizmi yaparlar. Yanlıştır, yaptıkları yanlıştır.
TÜRKİYE 100 YIL ÖNCEKİNDEN DAHA KÖTÜ DURUMDA
Türkiye siyasetine, demokrasisine, hukukuna zarar vermiştir. 19 Mayıs’ın 100’üncü yılında geçenlerde Samsun’da bir araya geldiler. Böyle midir yani? Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı bu mu olmalıdır? Savaş narası atan birkaç erkek siyasetçi Türkiye’nin demokrasisini hukukunu katletmişler ve bir araya gelip cumhuriyetin, ülkenin kurtuluşunu bu şekilde mi kutlayacaklar? Türkiye kurtulmuş falan değil. Türkiye 100 yıl öncekinden daha kötü durumda. Kurtulacaksa eğer bir kez daha her birimizin Türk’üyle Kürt’üyle demokrasi ilkeleri etrafında buluşarak kurtarabiliriz.
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜLMEMESİNDE KAYBEDEN TÜRKİYE’DİR
Bir kere Sayın Öcalan, Suriye’den çıkarılmasıyla birlikte Türkiye ve uluslararası güçler tarafından esir alındı. Bunun karşılığında Rusya ile, İtalya ile Amerika ile İsraille silah alımları dahil birçok sözleşmeler yapılmıştır. Günlük protokoller yapılmıştır. Yapılan anlaşmalar sadece Öcalan’ın esir alınması karşılığında yapılmıştır. Bu şekilde Kürt sorununu halledeceğini, sorunun kökten çözüleceğine Türkiye ikna edilmiştir. Peki gelinen noktada Kürt sorununun çözülmemesinde kaybeden kimdir. Tabiki Türkiye’dir. Uluslararası güçlerden bu komploya dahil olanlardan hangisi o günden bugüne Türkiye kadar kaybetmiştir. Bu uluslararası tezgaha dahil olanlardan hangisi Türkiye kadar zarar görmüştür.