TBMM kurulalı 99 yıl geçti, gelecek yıl 100 yaşına girip dosta düşmana karşı dalya diyecek… Bittabi merkezde Tayyip’in Cumhur İttifakı olmak üzere Millet müttefiki CHP ve İYİP’in ve de ittifaksız teferruat partilerin oluşturacağı büyük Türkiye İttifakı, bu yılın 19 Mayıs’ında olduğu gibi, gelecek yılın 23 Nisan’ında “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” naralarıyla kenetlenip yedi düvele meydan okuyacak.
Bilmem hâlâ öyle mi, bizim çocukluğumuzda 23 Nisan geldi mi okulda hepimizi sıraya dizer, hep birlikte haykırtırlardı:
Bugün 23 Nisan
Neşe doluyor insan
Kamutay bugün doğdu
Karanlıkları boğdu
Evet, boğduğu karanlıkların başında da herhalde Osmanlı saltanatı vardı. Ama onun yerine bir başka karanlık geliyordu… Türklük ve İslamiyet dışındaki tüm aidiyetleri ezmeyi, gerekirse yok etmeyi kutsal görev sayan tek parti diktası…
Yunanistan’a karşı savaşın sürdüğü yıllarda Müslüman oldukları için Kürtleri de ittifaka almak zorunda kalan ve Birinci Meclis’te çok sayıda Kürt milletvekilinin varlığını sineye çeken Kemalistler, askerî zafer kazanıp Lozan’da uluslararası güvenceler elde ettikten sonra sadece Kürt örgütlenmelerini yasaklamakla kalmamış, rejime tam itaat edeceğinden emin olmadıkları Kürt seçilmişlerini de Meclis’ten temizlemişlerdi.
Değerli tarihçi Ayşe Hür’ün bu konuda verdiği iki örnek dikkati çekicidir:
“Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Şeyh Said İsyanı’nı yönlendiren Azadi örgütüne üye olmak suçundan 14 Nisan 1925’te idam edildi. Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, 1921 Koçgiri İsyanı sırasında Meclis’teki konuşmasında Türk-Kürt kardeşliğinden ve iki kavmin ayrılmayacağından o kadar heyecanla söz etmişti ki, Mustafa Kemal ertesi gün kendisinin meclise Kürt milli giysileriyle gelmesini istemişti. Ama Hasan Hayri Bey’in sonunu da Kürtlük meselesi getirdi, Kasım 1925’te ‘Müstakil bir Kürt devleti kurmaya teşebbüs’ suçundan idam edildi.” (Ayşe Hür, TBMM hiç ‘çok renkli’ oldu mu?”, Radikal, 28 Haziran 2015).
Yine Ayşe Hür'e göre, “İleriki yıllarda TBMM’de yine Kürt milletvekilleri oldu ama bunların çok azı ‘milliyetçi’ anlamda değil sadece ‘etnik’ anlamda Kürtlüklerini ifade ettiler, bazıları Kürtlüklerini hiç açıklamadılar, bazıları Türk milliyetçisi oldular.”
Ancak 60’lı ve 70’li yıllarda durum değişir oldu… Ülkeyi sarsan o büyük sosyal ve siyasal uyanış döneminde, on yıllarca devlet terörü altında suskunluğa mahkum edilmiş Kürt şahsiyetleri ve gençleri de, Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddelerine rağmen, seslerini yükseltmeye, ulusal istemlerini dile getirmeye, Türkiye İşçi Partisi’nde ve demokratik örgütlerde sorumluluk üstlenmeye, hattâ DDKO örneğinde olduğu gibi kendi örgütlerini kurmaya başlamışlardı.
12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin bu gelişmeleri sekteye uğratmasına rağmen 80’li yıllarda Kürt ulusal direnişi bir yandan PKK örgütlenmesiyle “sıcak mücadele” aşamasına girecek, 90’lı yılların başında ise Paris’te bir konferansa katıldıkları için SHP’den ihraç edilen yedi Kürt milletvekilinin Halkın Emek Partisi (HEP)’i kurmasıyla yasama organında resmen var olmaya başlayacaktı.
Ama sadece Kürt seçmenlerin değil, aynı zamanda demokrasiden yana Türk seçmenlerin de oylarıyla Meclis’e giren Kürt milletvekilleri 30 yıla yakındır sürekli baskı altındadır. Yasama dokunulmazlıkları kaldırılarak hapsedilmekte, partileri kapatılmakta, fiziksel saldırılara maruz kalmaktadırlar.
İşte bugün 20. kuruluş yıldönümü kutlanacak olan Kürdistan Ulusal Meclisi (KNK) bu ardı arkası kesilmeyen baskıların ürünüdür.
Sadece Türkiye’deki baskılar mı? Tarihsel Kürt topraklarının süper güçlerin kirli pazarlıkları sonucu dört komşu ülke arasında pay edilmesinden bu yana tüm parçalardaki Kürtler sürekli dışlanma, baskı, katliam gördüler.
Bu bakımdan KNK sadece Türkiye Kürtlerinin değil, aynı zamanda Suriye, Irak ve İran Kürtlerinin, Asya ve Avrupa kıtalarındaki Kürt diyasporalarının ortak iradesini temsil eden, onların mesajlarını Brüksel’den tüm dünyaya yansıtan bir meclistir.
Ancak Sezar’ın hakkı Sezar’a... Bu tarihsel girişimin mimarları, bir Kürt partisinin milletvekilleri olarak TBMM’de ilk kez Kürt halkının doğrudan sesini duyuran, bunun bedeli olarak da yasama dokunulmazlıkları kaybettirilerek ağır hapis cezalarına mahkum olma tehlikesiyle karşılaştıkları için mücadeleyi sürgünde devam ettirme kararlılığı gösteren Kürt milletvekilleridir.
1994 yılıydı… Türkiye’de tutuklu DEP milletvekilleri Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Leyla Zana, Selim Sadak, Sedat Yurttaş, Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık ağır hapis cezalarına çarptırılmışlardı.
DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya ile milletvekilleri Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Nizamettin Toğuç, Ali Yiğit ve Mahmut Kılınç siyasal sürgün olarak Brüksel’e gelmişler, gelir gelmez de DEP’le uluslararası dayanışma kampanyası açmışlardı.
Yaşar Kaya bizim kuşaktan olduğu için Türkiye’den tanıyordum. Ayrıca defalarca kapatılan ve çalışanları birbiri ardına öldürülen Özgür Gündem Gazetesi’nin sahibi ve yazarı olarak da meslektaşımdı. Tansu Çiller’in hazırlattığı “öldürülecek Kürt iş adamları” listesinde ikinci sıradaydı.
Diğer milletvekili arkadaşların Türkiye’de verdikleri mücadeleleri izlemiştim. Belçika’ya gelmelerinden önce de, Türkiye’ye giden Avrupa delegasyonlarının Türkiye’de görüşlerine başvurduğu seçkin insan hakları savunucularıydı. Örneğin Zübeyir Aydar’ın 80’li yıllarda Siirt’te İHD yöneticisi sıfatıyla bir Avrupa televizyonuna verdiği mülakatın kaydı İnfo-Türk’ün arşivlerindeydi.
Nizamettin Toğuç, bir yıl önce DEP milletvekili Mehmet Sincar’ın öldürüldüğü bir saldırıdan ağır yaralı olarak kurtulmuştu.
Remzi Kartal’ın sürgüne çıkmadan bir ay önce Kürt halkına karşı yeni tehditler savuran zamanın genel kurmay başkanı Doğan Güreş’e verdiği bir yanıtı ise Avrupa kamuoyuna özel olarak duyurmuştuk.
Onların Brüksel’de kurdukları Sürgünde Kürt Parlamentosu (SPK), aynı dönemde yine Brüksel’de kurulan ilk Kürt televizyonu Med TV ile birlikte Kürt ulusunun mücadelesini dünya kamuoyuna duyurmakta önemli bir rol oynadı.
Kısa sürede Kürdistan’ın tüm parçalarından ve Kürt diyasporasından katılımlarla güçlenen SPK, 24 Mayıs 1999’da Amsterdam’da uluslararası bir kongre toplayarak Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)’ye dönüştü.
*
Bu kongrenin toplandığı gün Özgür Bakış Gazetesi’nin manşetinde yayınlanan “ANC’den KNC’ye…” başlıklı yazımda şöyle diyordum:
Yıl 1972... Paris... 12 Mart rejimini Avrupa Konseyi'nde yargılattırabilmek için Türkiye'deki insan hakkı ihlallerini belgeleyecek Türkiye Dosyası'nı (File On Turkey) hazırlıyoruz. Türkiye'den sürekli işkence belgesi, dâva dosyası yağıyor. Bunlar gecikmeden derlenip, özetlenip, İngilizceye çevriliyor. Ancak İngilizce çevirinin anadili İngilizce olan biri tarafından düzeltilmesi gerek...
Önce ABD'deki Kara Panter hareketinin sürgündeki militanlarından biri yardımcı oluyor. Sonra bir Yunanlı arkadaş, "Sizi Breyten'le tanıştırayım. Güney Afrikalı'dır, hem de edebiyatçıdır, o da yardımcı olabilir," diyor. Yine bir siyah beklerken, karşımıza saf kan bir beyaz çıkıyor. Üstelik ana dili İngilizce de değil, Hollandaca ağırlıklı Afrikaans!
Breyten Breytenbach... Güney Afrikalı yazar, ressam ve siyasal eylemci... Paris'te yaşıyor. Karısı Vietnam'lı Yolande Ngo Thi Hoang... Çoğunu İngilizce yazdığı edebi yazılarından dolayı Güney Afrika'da birçok edebiyat ödülü kazanmış. Ödülünü almak için 1970'de Güney Afrika'ya gidecek olmuş. Vietnam'lı karısını renkli ırktan olduğu için ülkeye sokmamışlar. Apartheid rejiminde bir beyazın, ister siyah olsun, ister sarı olsun, bir renkliyle evlenmesi yasak!
Olay, ırkçı rejime karşı hıncını daha da arttırmış. Anti-apartheid mücadelenin uluslararası plandaki en etkin eylemcilerinden biri… Başını kaşıyacak vakti yok. Ama o yıllarda uluslararası dayanışma da kof bir laftan ibaret değil. File On Turkey, Yunan ve İspanyol direnişçilerinin de nöbetleşe kullandıkları küreli bir IBM'de mumlu kağıda dizilip Paris'te damı akan bir ressam atölyesinde basılmadan önce mutlaka Breyten'in dil düzeltmesinden geçiyor.
Kahve köşelerinde buluşup metinleri tartışırken Türkiye'de Kürtlere uygulanan ulusal baskıyla Güney Afrika'da siyahlara uygulanan ırkçı baskının benzerliklerini konuşuyor, çözüm yollarını tartışıyoruz.
İşte o konuşmalarda Breyten bana ANC'den bahsediyor: Afrika Ulusal Kongresi... Ve ANC'nin, Robben Island Hapishanesi'nde müebbet hapis cezasını çekmekte olan efsanevi lideri Nelson Mandela'dan...
Beyaz Breyten'le siyah Afrika üzerine konuşurken hep iki yıl önce Ant bürosunda Kürdistan üzerine söyleştiğimiz sevgili dostum İsmail Beşikçi'yi düşünüyorum. Daha o sırada Beşikçi, Kürd'e Kürt dediği için Türkiye'de zindandadır. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nin verdiği 13 yıl hapis ve 3 yıl sürgün cezası tam da o günlerde, 14 Ağustos 1972'de onaylanmıştır.
Tabii o anda ne Breyten ne de ben, tam 27 yıl sonra, 22 Mayıs 1999 tarihinde, "terörist" Mandela'nın Güney Afrika'nın saygıdeğer Cumhurbaşkanı olacağını, İsmail Beşikçi'nin ise Avrupa Konseyi'nin kıdemli ve şımartılmış üyesi Türkiye Cumhuriyeti'nin hapishanelerinde hâlâ ömür tüketerek Mandela'nın rekorunu kıracağını aklımızdan dahi geçiremiyoruz.
Türkiye Dosyası yayınlanıp 12 Mart rejimini Avrupa Konseyi'nden atılmanın eşiğine kadar getirdikten sonra, 1973 yılında, Breyten'le bir kez daha Amsterdam'da karşılaşıyorum. Van Gennep yayınevi, benim Türkiye: Faşizm ve Direniş kitabımı, Breytenbach'ın ise Güney Afrika'daki siyah direnişini anlatan bir kitabını yayınlamış.
11 Şubat 1990... ANC'nin mücadelesi ve uluslararası baskılar apartheid rejimine bir geri adım daha attırıyor. Artık Nelson Mandela da özgürdür ve yeniden ANC'nin başındadır.
Bizim İnfo-Türk'ün eski kolleksiyonlarını tarıyorum. Evet, Mandela'nın özgürlüğe kavuşmasından tam bir ay sonra, 12 Mart 1990'te, sevgili Beşikçi yeni bir kitabında daha Kürd'e Kürt dediği için İstanbul DGM tarafından tutuklanıp tekrar zindana gönderiliyor.
10 Mayıs 1994: "Terörist" Mandela artık tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği Güney Afrika Cumhurbaşkanı'dır. Türkiye'de ise aynı yıl DEP kapatılıyor, halkın oyuyla seçilmiş Kürt milletvekillerinin bir kısmı tutuklanırken diğer bir kısmı yurt dışına çıkıp Sürgünde Kürt Parlamentosu (SKP)’yi kurmaya zorlanıyor.
Beş yıl sonra, 1999'da da değişen bir şey yok. Üstelik şimdi güvercinler iktidar basamaklarında kurtlarla dans ediyor... Kurtlar salyalı ağızlarını Marmara'nın küçük bir adasına çevirmiş, uluslararası bir komployla tutuklanan Abdullah Öcalan için "Asıla... Asıla..." diye uluyor.
Ve 24 Mayıs 1999 günü, Breyten Breytenbach'la Amsterdam’da son görüşmemizin üzerinden tam 25 yıl geçtikten sonra, aynı Amsterdam'da bir kongre toplanıyor: İngilizce adıyla Kurdistan National Congress (KNC)!
Biliyorum ki, Güney Afrika'nın ve de Türkiye'nin Breytenbach'ları, Mandela'ları, fiziksel olarak değilse de, onursal olarak mutlak orada olacak.
Çünkü halkların yüzyıllar süren özgürlük mücadelesinde KNC de, tıpkı ANC gibi, bir kilometre taşıdır ve de tüm ezilen insanlığın malıdır!
*
Bu yazının 1999’da Özgür Bakışa’ta yayınlanmasının üzerinden de tam 20 yıl geçti…
ANC lideri Mandela özgür bir insan olarak ve ardında onurlu bir ad bırakarak bundan altı yıl önce bu dünyadan göçtü.
O tarihte İmralı’ya yeni hapsedilmiş olan Kürt lideri Abdullah Öcalan hâlâ zındanda… O yetmezmiş gibi, bir başka Kürt lideri, Selahattin Demirtaş da üç yıldır Edirne zındanında…
Kolay değil… Kürdistan Ulusal Kongresi’nin yapacağı daha çok iş var, vereceği daha çok mücadele var…
Kuruluş yıldönümünü yürekten kutluyorum.
artıgerçek