Dersim-Malatya hattında Kızılbaş-Kürt katliamları ve Dümüklü olayı
2. Bölüm
Yüzyılın ortalarında Mescid ve çevresindeki olaylardan tecrübe sahibi olan Dümüklü köylüleri, her ihtimale karşı liderleri Şeyh Ali öncülüğünde hazırlıklara girişir.
“Din ve tarikat yolu için yapılacak savaşımın hazırlıklarına girişirler. Tahtadan Zülfikâr (çatal ağızlı kılıç), ağaçtan gürzler yontulur. Birkaç çakmaklı tüfek, bir miktar barut sağlanır. Şeyh Ali ve adamlarına kurşun işlemediği yaygınlaşır. Kendilerine din ulularının adlarını yakıştırırlar. Örneğin Şeyh Ali’nin adı İmam Ali’dir. Diğerlerinin adı ‘Musa, İsa, Davud, Mehdi, Zeynel Abidin, Muhammed Mustafa, Hünkâr Bektaş-ı Veli, Veysel Karani, Sofi Kardeş, İmam Hasan, İmam Hüseyin’ olarak söylenir. Kadınlar ise ‘Fatıma, Cihan, Şehriban, Hatice, Ümmügülsüm’ analar olarak adlandırılır ve öyle çağrılırlar.” (Age,s.66)
Burada dikkati çeken husus, Dümüklü erenlerinin, gerek çevredeki muhbirlerin saldırılarına, gerekse Osmanlı resmi güçlerinin saldırılarına karşı kendilerini korumak için tahta kılıçlar ve tahta gürzler hazırlamalarıdır. İlk bakışta insanlara komik gibi gelen bu tahtadan gereçlerin, Alevi tarihinde özel bir yeri vardır.
Alevi inancında insan, tanrısal gücün bir yansımasıdır. İnsanlar, bu tanrısal özü işleyerek “eren” ve “kâmil insan” mertebesine ulaşır ve üstün vasıflara ulaşır. Bu nedenle de İmam Ali’nin elindekinin “batın veya aşk kılıcı”, altındakinin “aşk atı” olduğuna inanılır. “Evliyanın elinde demir kılıç ve gürz olmaz” denmesi boşuna değildir. Çünkü tanrısal öz taşıyan insanın öldürülmesi, Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilir.
Halkbilim araştırmacısı Piri Er’in aşağıdaki belirlemeleri bu açıdan önemlidir: “Erenlerin insanları incitmesi, kırması, hele hele öldürmesi hiçbir şekilde düşünülemez. Onun içindir ki, erenin kılıcı tahtadandır ve batın kılıcı olarak ifadelendirilmektedir. Batın kılıcı olarak ifadelendirilmesi, tahta kılıcı fiziki varlığı ile değil, taşıdığı manevi gücü ile değerlendirmemiz gerektiği anlamında yorumlanmalıdır. Tahta kılıcın gücü, onu taşıyan erenin manevi gücü ile ilintilidir.” (Bkz. Piri Er: Direnen Kültür/Anadolu Aleviliği, Detay Yay. Ank. 2006, s. 82-83)
Tahta kılıç olgusu, Kul Himmet’in bir deyişine şöyle yansır:
Rumeli’n fetheden ey gerçek veli
Tahta kılıç tutar hem batın eli
Alemlerin kutbu Şah Kızıl Deli
Zahirde batında sen imdat eyle
Gelelim, tahta kılıçlı Alevi erenleriyle komşu Sünni köyler ve Hükümet kuvvetleri arasındaki çatışmalara... Gerek komşu Sünni köyler, gerekse hükümet kuvvetleriyle yapılan çatışma, adeta 13. yüzyıldaki Babai hareketini anıştırmaktadır. Bu süreci de sözlü kaynaklara dayanan Şahhüseyinoğlu’nun anlatımıyla verelim:
“Mevsim kış, kar metreyi bulmakta! Taraflar arasında gerçekleşen nâralı çatışma dağlarda derelerde yankılanmaktadır... İlk çatışmalarda, saldırgan köylüler kaçmaya başlar. Kimileri yaralanır, ölenler olur. Yoksul köylülerin dizlerinde derman ve güç kalmamış, kaçamaz olurlar. Buna rağmen, zorunlu olarak dincilere direnmeye çalışırlar. Şeyh yanlılarından ölenler olur. Görülür ki, bunlara kurşun da geçiyor, bıçak da işliyor. Kaçan komşularını ‘ulan varın dönün, kurşun da bıçak da geçiyor’ diye geri çağırırlar. İki taraf arasında tüfek, sopa ve tahta kılıçlarla yoğun bir çatışma yaşanır. Taraflardan ölenler olur, yaralananlar olur. Bazı evler yağmalanır ve yakılır...
Durum Akçadağ Hükümetine bildirilir. Akçadağ’dan 30 kadar jandarma, Dümüklü köyüne gelir. Şeyhin evi sarılır. Evden Alevi erenlerinin ibadet sesleri yükselmektedir. Saldırganlara ilişmeyen jandarmalar, Şeyh Ali’nin evini sararak teslim olmalarını ister. Ancak içerdekiler bunu kabul etmez.
Jandarmalar yerin yabancısıdır. Mevsim kış, her taraf kar. Askerlere ateş edenler olur. Birkaç asker ölür, yaralananlar olur. Bunun üzerine geri dönmek zorunda kalırlar. Bu çatışmada, hükümetin gücü Şeyh’e yetmemiştir sözleri, inançlarını daha da pekiştirir. Şeyh Ali’nin ünü daha da artar...
15-20 gün sonra 500 kadar asker ile Kürne köylerinden toplanan çok sayıda insan, Dümüklü köyüne baskın yapar. Evler sarılır, kar diz boyu! Hava dondurucu ve rüzgarlıdır. Teslim ol çağrılarına karşı çıkılır ve ‘H’allah, H’allah, Ya Ali Yetiş!’ sesleri etrafı çınlatır. İmam Ali yetişmemiş, ama dışardan askerlerin kurşunları binaların kapı ve pencerelerini çınlatmaktadır. İçerdekiler de tek tek, ‘Ben Aliyyelmurtaza, ben Mehdiyü’l- Resul, Ben İsa’ takma adlarını söyleyerek ve tahta kılıçlarını sallayarak dışarı fırlar. Çıkan vurulur, kaçan vurulur. İki-üç saat içinde, kimilerine göre 41, kimilerine göre daha çok insan ölür. Evler yakılır, yağmalanır. Karların üstü kızıla boyanır. Sağ kalanlar tutsak edilerek götürülür. Evlerden alevler yükselir, başıboş hayvanlar karların üstünde hırsızlara, kurt ve kuşlara yem olur. Küçücük çocuklar anasız, babasız ağlaşır. Kar fazla, hava soğuk, yerler ceset dolu... Yöre köylüleri toplanır, birkaç çukur kazarak cesetleri topluca gömerler. Kimsesiz kalmış çocuklar, yaşlılar ve kadınlar evlere götürülür.
Dümüklü olayı, böylece kanla bastırılır. Şeyh Ali de öldürülmüştür. Bunca can gitmiştir. Kimileri, Şeyh Ali’nin ölmediğini, güvercin olup göğe uçtuğunu söyler, öyle inanırlar... Tarih 1895. Dümüklü olayı böyle noktalanır.” (Bkz. Age,s.67/67)
Osmanlı kaynaklarında
Dümüklü Olayı
Şimdi de olayın Osmanlı kaynaklarına yansımasına kısaca bir göz atalım... Geçmişten beri yöremizde anlatılan bu olayla ilgili ilk resmi kayda Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bir yazısında rastladım. Ortaylı, söz konusu yazısında, “18 Cemaziyelevvel 1316/4 Ekim 1898 tarihinde Akçadağ kazası Domkili (bir yanlış okuma sonucu olan bu isim, üstte belirtildiği gibi Dümüklü olacak MB) köyünde Sünniler ve Aleviler arasında vuku bulan mukatele hakkında adlî tahkikat yapılmasından vazgeçilmesi, Nâzır’ın tezkiresiyle emrediliyor” demekteydi. (Bkz. Alevilik, Nusayrilik ve Bâb-ı Ali; “Türkiye’de Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler” içinde, Ensar neşr. İst. 1999, s. 43).
Bu kısa nottan sonra Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığım araştırmada, Şura-yı Devlet/ Mülkiye Dairesi ve Adliye ve Mezahib Nezareti/ Umur-u Cezaiye Müdüriyeti’ne ait birçok belgeye ulaştım. Tümü, “mukatele” yani “Alevilerle Sünniler arasında karşılıklı öldürme” olarak nitelendirilen söz konusu Alevi katliamının kapatılmasına, sorumlular hakkında dava açılmamasına ilişkin birbirinin tamamlayıcısı niteliğindeki bu resmi belgelerden yalnızca birinin özetini vermekle yetiniyorum:
“Akçadağ’da Dümüklü karyesinde (köyünde MB) Sünniler ile Aleviler beyninde (arasında) vukubulan mukatele (karşılıklı öldürme) hakkında Malatya Müstantikliği’nden (Savcılığından) verilen karar; Mehkeme-i Temyizce (Temyiz Mahkemesi) takip edilerek ol babdaki ilamıyla evrak-ı müteferriası (ayrılan evrakı) icra-i icabı (gereğinin yapılması) için mahalline irsal kılınmış (gönderilmiş) ise de, bu babda yeniden takibat-ı Adliyeye (adli takibata) devam olunmasından bazı mehazir ve müşkilat (sakınca ve zorluklar) tahaddüs edeceğine (doğacağına) binaen, bu defa hakkında katiyyen takibat-ı kanuniye icra edilmesi (kanuni takibat yürütülmesi) lüzumuna dair Müfettiş-i devletlu Şakir Paşa hazretlerinden varolan tahrirat (yazı) üzerine, nezaret-i acizi ile bilmuhabere (haberleşilerek) Şura-yı Devletçe müzakere-i keyfiyet olarak (görüşülerek) suret-i iş‘ara nazaran (önerisine göre) hadise-i merkumdan (söz konusu olaydan) dolayı cihet-i Adliyece (Adliye tarafından) takibat-ı kanuniyeye (kanuni inceleme ve soruçturmaya) devam olunması iki fırka beyninde (iki topluluk arasında) mevcut tezat ve beyninin yeniden istidadını (mevcut çelişkinin ve aralarının daha da açılmasını) ve binaenaleyh birtakım mehazırı dai olacağı (ve bundan kaynaklı birtakım sakıncalara yol açacağının) anlaşılmasına mebni (anlaşılmasından dolayı) Müfettiş-i müşarüileyhin (anılan Müfettişliğin) iş’arı muvafıka maslahat olacağından (sorunun çözümüne uygun olacağından) ona göre ifaı (buna göre gereğinin yapılması) (...) bu misillü ef’al-ı cürmiye hakkında takibat-ı adliye icrasından sarf-ı nazar olunması (bu suç eylemi hakkında adli kovuşturma yapılmasından vazgeçilmesi) (...) babında emr u ferman Hazret-i menlahul-emrindir. (Padişah hazretlerinin yetkili kıldığı mercilerin emridir) 12 Ramazan 1215/ 22 Kanunsani 1212”
Diğer belgelerde de aynı gerekçelerle katliama yol açtıkları belirtilen Malatya Mutasarrıfı, Akçadağ Kaymakamı ve Taburağası hakkında soruşturma açılmasından vazgeçildiği ve olayın kapatıldığı bildirilmektedir. (14 Ramazan 1214)
Daha sonra Osmanlı Arşivi’nden sağladığım ve çevrimyazılarını yaptırdığım resmi belgelerle birlikte bugün arşivimde Dümüklü Katliamı ile ilgili 40 dolayında doküman bulunuyor. Bu yazışmaların birçoğu, Hamidiye Alayları’nın da kurucusu olan Anadolu Genel Müfettişi Şakir Paşa gibi yöneticilerle Şûra-yı Devlet Mülkiye Dairesi arasındaki yazışmalardan oluşmaktadır.
Biz bunlardan yalnızca Şûra-yı Devlet yani Danıştay Mülkiye Dairesi’nin 1315/1899 tarih ve 1499 sayılı kararına yer vermekle yetineceğiz.
“Akçadağ’da Dumuklu karyesinde Sünniler ile Aleviler beyninde tahaddüs etmiş olan (arasında meydana gelmiş olan MB) vak’a üzerine cihet-i Adliyece icra ettirilmiş olan tahkikât-ı ibtidaiyenin (ilk incelemenin) muğayır-ı ma’delet olduğuna (adalete aykırı) ve mes’elenin takibi mahâzir-i siyasiyeyi dâi (siyasi sakıncalar yaratacağına) dair Adliye Nezareti’ne re’sen ve te’kiden vukubulan iş‘ârât üzerine Malatya Bidayet Mahkemesi Mustantikliğinden (Savcılığından) vazife ve salahiyet haricinde (yetkisi dışında) verilmiş olan kararnâmenin Mahkeme-i Temyizce fesh ü naks edilerek (bozularak) ol bâbdaki i’lâm ve evrak-ı müteferriasının (ayrılan evrakının) icrâ-yı icabı için mahalline irsal kılındığı (gönderildiği) ve mes’elenin adem-i ta’kibi için (yok sayılması için) kanunen bir gûne muamele icra olunamayacağı Nezaret-i müşarünileyhden (anılan Bakanlık’tan) cevaben beyan olunmuş ise de, mücerred Hükûmet-i Mahalliyeningaflet ve su-i hareketi (kötü niyeti) eseri olarak tahaddüs etmiş sevk olunan kuvve-i askeriyeden mâda (askeri kuvvetlerden başka) zinhar kan dökülmesine meydan verilmeyerek işin hüsn-ü suretle tesviyesi (iyi niyetle çözümü) esbâbının istihsali hakkındaki irâde-i seniyye-i cenâb-ı Hilâfet- penahiye (Halife- Padişahlık makamına) dahi muğayir olarak etraf aşiretlerinden cem’edilen nefîr-i âmm efrâdı (sivil milisler) tarafından Alevilerin bilcümle mâ-meleklerinin (varının-yoğunun) nehb ü gâreti (talan edilmesi, yağmalanması) ve büyût ve emâkinin hedm u tahribi (evlerinin-barklarının tahrip edilmesi) ve yüz on sekiz Alevi’nin dahi itlâfı (yok edilmesiyle) neticelendirilmiş olan bir vak’anın yeniden takibâtına devam olunduğu takdirde beyne’l-aşâyir (aşiretler arasında) Alevilik ve Sünnilik mes’elesinin tekrar uyandırılmış olacağına binâen bu vak’a hakkında kat’iyyen ta’kibât-ı kanuniye icra edilmemesi ve cânib-i mülkiye ve siyasiyeden olduğuna dair Anadolu Vilayât-ı Şahanesi Müfettişi devletlü Şakir Paşa hazretlerinin takdim olunan tahrirât ve melfufâtı (yazı ve ekleri) üzerine sebk eden iş’âr-ı sâmye cevaben Adliye Nezareti’nden bi’t-takdim Şûra-yı Devlet’e havale buyurulan 29 Sefer sene 1315 tarih ve 323 numaralı tezkire Mülkiye Dairesinde kıraat edildi (okundu)”
Danıştay kararının devamında; Alevi Kürt aşiretlere taviz verilmemesi ve yatışmış olan olayın yeniden canlandırılmaması, ayrıca “ihtilâl” hâlindeki Ermeniler karşısında yöneticilerin morallerinin bozulmaması adına üst düzey yöneticiler hakkında işlem yapılmadığı gibi; katliam sırasında Malatya Mutasarrıfı olan Ali Rıza Paşa ile Akçadağ kazası Kaymakamı ile Tabur Ağası hakkında da işlem yapılmaması kararlaştırılıyor...
Dümüklü Köyü izlenimlerim
2014 yılı yazında Kürecik, Elbistan, Sarız ve Pazarcık’taki kimi Cemevi açılışları ve festivaller için bölgeye gittiğimde olayın geçtiği Dümüklü köyüne de gidip alan çalışması yaptım. Köylülerin çoğu, yukardaki sözlü anlatımlardan başka bir şey bilmiyordu. Aynı köyden emekli öğretmen bir arkadaş, gerek Ali Tumki’den kalan tahrip olmuş evi ve evin önündeki toplu mezarı gösterirken; burada 17 kişinin topluca gömüldüğünü söyledi. Oysa bendeki belgelerde sadece bu köyden 18 kişinin katledildiği, çevredeki köylerle birlikte bu sayının 118 olduğu bildiriliyordu.
Bu belgelere dayanarak köyde Ali Tumki ile birlikte katledilenlerin 18 kişi olduğunu söylediğimde yanımızdakiler, “Ali Tumkî Baba’nın güvercin donunda uçup gittiğini, bu nedenle geriye kalan 17 kişinin buraya topluca gömüldüğünü” söylediler. Anlaşılan o ki, halkın vicdanı, geçmişteki birçok örnekte olduğu gibi bu hakikatçı öndere de ölümü yakıştırmıyordu.
Sonuç
Görüldüğü gibi salt 18. yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl sonlarına kadar yüz yıllık süre içinde Dersim-Malatya hattında üç önemli Alevi katliamı yaşanmıştır. Buna rağmen bu katliamların hiçbiri Alevi literatüründe yer almamaktadır. Oysa çok yakın tarihlerde birçok örneğine rastladığımız bu katliamların bir daha yaşanmaması için her şeyden önce tarihin bilinmesi ve geçmişle yüzleşilmesi gerekir.
Öyleyse, bırak Goethe’nin dediği gibi üç bin yıllık geçmişimizin hesabını yapmayı, en azından yakın geçmiş tarihimizi bilelim. BİTTİ
MEHMET BAYRAK
52