Türk kamuoyu gözünü dikmiş, Türk-İslam Faşizminin İstanbul şehri yönetimini çalma entrikalarını, Kürdistan’da, Türk devletini temsilen belediyelerini gasp eden kayyumların giderek ayak, giriştikleri hırsızlık, soygun ve talan hamlelerini seyretmekle meşgul.
Hırsızlar yaptıklarıyla, hırsızlık ve talan amacı üstünde kurulmuş ve amacına uygun olarak, sonuna kadar haydut kalmış Osmanlı’nın işgal topraklarından kovulma macerasını hatırlatıyor. Balkanlar ve Arabistan’ı soymuş, geride bir şey kalmasın diye dağı, taşı da ateşe vermişlerdi.
Bu ordunun subayları tarafından kurulan Türk devleti, Ermeni mallarının hırsızları, ölü soyucu ve talancılardan, burjuva sınıfını yaratmışlardı.
Kürdistan, yüz yıldan beri de “vaadedilmiş hırsızlık soygun ve talan toprakları“dır. Ganimet avcısı hırsız ve ölü soyucular, 1990’larda aralarında çıkan paylaşım çatışmasında, sayısız ölü verdiler. Türk ordusu 2015 yılında, Cizre’ye, Şırnak’a, Silopi, Nusaybin, Silvan ve öteki şehirleri muhasara ettiğinde, hırsızlar, asker ile polisten sonra, ganimete hücum için kamyonlar, TIRlarla sıraya girmişlerdi. Erdoğan devleti, yükte ağır ganimeti kazanca dönüştürmek için, yıkıntılar arasında kalmış hurdalaşmış inşaat demirini, ev eşyası, perde kornişlerini bile ihaleye çıkarmıştı.
Erdoğan devletinin, seçimden on gün sonra, belediyeleri hala seçilmişlere devretmemesi talan ile hırsızlığın öteki şekliydi. Kayyumlar, gözler önünde, kamyonlar dayayıp belediyeleri boşaltıyorlardı. Binaları çalıp götüremedikleri için, polis örgütüne devrediyorlardı. Mazıdağı’ında ise belediyeyi terk ederken çağ ocağındaki çayı, şekeri de çalıyorlardı.
Dindar kılığında gelenler soyguncu, hırsız ve zulümbazdı. Ama dikkatler, yalancılar ve talancılar üstünde toplanmışken, Kürtlerin dünyasında, yepyeni gelişim ve dönüşümler yaşanıyordu. Örneğin, 2012 yılına kadar, adı bile olmayan Rojava Kürtleri, bölgesel aktörlükte bir adım daha ileri gidiyor, doğrudan NATO’dan destek alıyorlardı.
Oysa, Kürtler hala devleti olmayan bir halktır. Buna rağmen, 2012 yılında işe başlayarak, dünyanın disiplini en gelişken, en savaşkan ordusunu kurdular. Ona paralel olarak da kurtarılmış topraklarda, Ortadoğu’da benzeri olmayan nitelikte, özgürlükçe demokrat bir düzen yarattılar.
Kuzey Suriye yönetimi bugün, Tiranlar diyarının kıyıcığında, gücün her türlü müdahalesi ve yasaklardan ari bir sistem yoluna girmiş, yürüyor. Bu yaşanan, ütopya (hayal) değil, bir gerçektir. Gerçeğin yaratıcıları da, can feda Kürtlerdir.
Onlar sayesinde, kimliklerin, aidiyet ve inançların çatıştığı bir bölgede, Kuzey Suriye insanları, özgür bireyler olarak, kendileridir. Bu topraklar, kendi içinde bir barış adasıdır.
Bu Kürt Kürttür, burada. Ermeni, Ermeni, Arap da Arap’tır yönetimde, okulda, çarşı ve pazarda. Başlıca yasak ise ırkçılıktır bu düzende. Kürtçe şarkı dinleyen, bir melodi mırıldanan veya Kürtçe konuşan katledilmiyor. Erdoğan gibi ırkçılar çıkıp da, bir halka savaş açamıyor ve “Kürdistan diyen defolsun gitsin“ diyemiyor. Kürt de, Ermeni, Çerkez, Arap da ötekiye hak ile özgürlüklere sahiptir.
En önemlisi, kadınları özgürdür. Ortadoğu’da olmayanı ile onlar, toplumun başı dik birer bireyidir. Üretimde, yaratıda, yönetimde de eşit hak ile özgürlüklere sahip…
Bu yönüyle, Kürtlerin önderlik ettiği Kuzey Suriye, resmen ilan edilmemiş, ama çağın kabul görmüş en modern yapılanmasıdır. İsteyen devlet der, isteyen bilmem ne…
Ama statüsü ne olursa olsun, beş yıldan beri, batı dünyasının en modern devletleriyle ilişkili, orduları ve onun da ötesinde, askeri gücü NATO’nun güvenilir müttefiğidir.
Geçtiğimiz hafta, çoğunluğu NATO üyesi ülkelerden oluşan Uluslararası Suriye Koalisyon güçlerinin komutanları, Türk devleti sınırının az ötesi Kobanê‘de, bir araya geldiler. Sivil katılımcılar arasında Fransa’nın Dışişleri eski Bakanı Bernard Kouchner de vardı.
Bölgesel sorunlar ve ihtiyaçların masaya yatırıldığı toplantıda, Kuzey Suriye’yi, Demokratik Suriye Güçleri’nin Başkomutanı (Kumandar) Mazlum Kobanê temsil ediyordu. Kürt Kumandar (Komutan) yaptığı konuşmada, bölgedeki her insanın güvenliğinden sorumlu bir ağırbaşlılık sorunları ve çözüm çarelerini sıralarken, Rojava‘yı işgal ve talan etmek için fırsat kollayan, bunun için her türlü desteği verip IŞİD’i (DAİŞ) öne süren Türk devletine sözü getiriyor, “onlarla diyaloğa hazırız“ diyordu. “Ancak” diye devam ediyordu; “Bunun gerçekleşmesi için, Türklerin öncelik olarak saldırganlıktan vazgeçmesi ve Efrîn işgaline son vermesi gerekir.“
Ve toplantıdan bir kaç gün sonra, Türk medyası beklenmedik yer ve zamanda, kafasına odunu yemiş sersem adam şaşkınlığıyla, “skandal“ diye feryat ediyor, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne dayanarak, ihanete uğramış gibi, “Rusya ile Türkiye çözüm için adım atarken, ABD NATO’yu da Suriye’ye dahil etti” diye yakınıyordu.
Oysa NATO, yeni müdahil değildi. Amerika, Britanya ve Fransa en başta, NATO ülkeleri, ta baştan beri PYD’nin yanında, IŞİD’in kişiliğinde Türklerle savaştaydı.
Ama Türk medyası, işgal arayışlarını, bütün olarak boşa çıkarıp Kürtlere güven veren “kara haberi” dertlenerek veriyordu:
“NATO’ya ait 100 TIRlık bir askeri malzeme ilk defa bölgeye girdi. 100 TIR’ın yaklaşık 60’ı zırhlı araç, tank ve ve diğer malzeme. NATO askerlerinin, önümüzdeki günlerde bölgeye gönderilmesi bekleniyor.“
Kürt kanı dökmek için, diş gıcırtanlar için, kara haberdir, bu. Ama Kürtlerin hayatında, yeni bir aşama. NATO, kendi çıkarını korurken, müttefiklerini de gözetiyor. Bu nedenle, Kürtler bir gün öncesine göre, daha güvende. Katil kurt için, Kürtler tek yalnız yaşayan kuzu değildir.
O nedenle katilin kederini de anlıyorum.
Ahmet KAHRAMAN / Y.Ö.P.