Devlet aslında Roboskî’de, Sur’da, Cizre’de bu tavrını çoktan ortaya koymuştu; ama bu kadar açık ilan etmemişti. Bu sıradan bir seçim kampanyası değildir; ayrıca Kürtleri sadece AKP/MHP zihniyeti değil; başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere devletin bütün bileşenleri potansiyel düşman olarak görmektedir.
Fakat bu durumu HDP ve Kürt Özgürlük Hareketinin yerel seçimlerde “Faşizme Geçit Yok!” siyaseti önemli ölçüde boşa çıkardı. Türkiye’de bu zamana kadar politik var oluşumu Kürt karşıtlığı üzerinden tanımlamış başta İYİ Partililer olmak üzere birçok çevre bu seçimlerde “bu ülkede Kürtler olmadan hiç bir olumlu gelişme olmaz!” gerçekliğini bir kez daha yaşayarak anlamış oldular.
15 Temmuz sonrasında iyice ceberrutlaşan faşizm yıllarında iki şey çok net ortaya çıktı; bunlardan ilki ve önemlisi şudur: “Hiç bir gelişme Kürtlerin özgürlük ve barış iradesini kıramaz, herkes susar teslim olur, ama direnen Kürt halkı haklarını alıncaya kadar direnmeye devam edecektir!” İkincisi ise: “Sadece Türkiye’de de değil bütün Ortadoğu’da Kürtlerle dayanışmayan, Kürtleri yok sayan hiç bir hareket başarılı olamaz!”
Bu durum artık sadece bir politik tercih değil bir zorunluluktur. Suriye’de yeniden ağır aksak da olsa işleyen bir devlet yapılanması, Türkiye’de de çok mütevazi bir demokrasi bile istiyorsanız bunun için Kürtlerin uzattığı eli tutmak zorundasınız.
Kürtler örgütlü güçleri ve ortaya koydukları demokrasi ve özgürlük paradigması ile bölgenin sadece politik değil, aynı zamanda ekonomik gelişmesinin de temel motor gücü haline gelmişlerdir. Artık neredeyse herkes demokrasi ve özgürlükler olmadan ekonomik ve sosyal kalkınmanın da olmayacağı konusunda hem fikirdir.
Bu koşullarda Kürtleri dışarıda tutan hiç bir sistemin işleyen bir demokrasi ve dolayısıyla ekonomik ve sosyal kalkınmayı gerçekleştirmesi mümkün olmayacaktır.
Türkiye’de yaşanan tarihsel bir ironidir; Kürtlerin esareti üzerinden bir devlet kurmuş olan CHP ve sonraki bütün politik çabalarını neredeyse Kürt karşıtlığı üzerinden inşa etmiş İYİ Partililer bile AKP/MHP faşizminden kurtulabilmek için ana gövdesini Kürtlerin oluşturduğu HDP’ye gereksinim duymaktadırlar.
Bu gereksinim öyle sanıldığının aksine sadece oy desteği falan da değildir; HDP, AKP/MHP muhalefetine uzun vadeli özgürlük ve demokrasi perspektifi de sunmaktadır. Ayrıca kimse artık bundan sonra Kürtlere öyle kolay kem gözle de bakamaz; DAİŞ ve AKP/MHP faşizmi karşısında direnen Kürtler artık kimse için kolay hedef değildir.
Bu durum Türkiye’de Erdoğan sonrası ortaya çıkacak yeni politik sistem açısından en önemli gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Kürtler verdikleri insan üstü mücadele ile hem kendilerini özgürleştirmekte hem de yaşadıkları ülkelerin demokrasi mücadelesine muazzam önemde katkı sağlamaktadırlar.
Kürtlerin özgürlük ve demokrasi iradesini, inancını, direncini hesaba katmayan, hatta küçümseyen AKP/MHP faşizmi 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde baltayı taşa vurduğunu birçok şehirde aldığı yenilgi ile çok acı tecrübe edecektir.
HDP, AKP/MHP faşist bloğu karşısında almış olduğu bu tutumla sadece iktidara değil; CHP/İYİ Parti muhalefetine de önemli bir ders vermiş oldu; onlarda boylarının ölçüsünü aldılar. Sayın Sezai Temelli’nin dediği gibi “bunda sonra oturdukları koltukları kime borçlu olduklarını bilecekler!”
Sayın Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi, “Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın” yaklaşımının HDP tabanında ve Kürtler arasında karşılık bulmuş olması iktidarı telaşa düşürmüşe benziyor. Bu zamana kadar Kürtleri görmemezlikten gelen hatta ağzını her açtığında onlara küfür edenler yeniden “Kürt Kardeşlerim” demeye başladılar.
Ama nafile 31 Mart’da AKP/MHP faşizmi kaybedecek, HDP kazanacak; demokrasi ve özgürlük isteği, inancı, iradesi kazanacak!
Cafer TAR / Politika