Albümde tarih yazımının sadece resmi kaynaklardan yapıldığı günümüzde sözlü geleneğin de önemli olduğuna dikkat çekiliyor. Son 100 yılda Dersim’i ve Dersimlileri ilgilendiren olaylar, katliamlar, sürgünler ve acılar “ax de vaji” albümünde hayat buluyor.
1975 yılında Muş Varto’nun Tanzik Köyü’nde doğan Maviş Güneşer, 6 yaşına kadar köyde yaşamış, ardından babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin çeşitli şehirlerini gezmiş. Küçüklüğünden beri müziğe ilgisi olan Güneşer, anadili olan Zazaca müzik yapmaya 1990’larda yönelmiş. O yıllardan bugüne kadar Zazaca şarkı söylemekten vazgeçmeyen Güneşer’in sesini Metin-Kemal Kahraman’ın birçok albümünde duyabilirsiniz.
Şimdilerde Zazaca çıkardığı “Ax de vaji/ah hadi söyleyeyim” albümüyle Dersim’in son 100 yılında söylenmiş politik ağıtlara hayat veriyor Güneşer. Dersim sözlü kültür ve tarih geleneğinde önemli bir yere sahip olan ağıtlarla tarihe, geçmişe farklı bir bakış açısı getiriyor “ax de vaji/ah hadi söyleyeyim”. Dersim’in son 100 siyasi tarihine resmi kaynaklardan başka bizzat olayları yaşamış kişilerin ağızlarından dökülen ve sözlü aktarımla günümüze kadar gelen ağıtlar üzerinden bakıyor. İnsanlara farklı bir tarih okumasının mümkün olduğunu gösteriyor.
Toplamda 8 tane Zazaca parçadan oluşan albümde, 1. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kore Savaşı, Dersim Katliamı ve 1994 köy boşaltmaları anlatılıyor.
Albümü hazırlayan Maviş Güneşer ve Kemal Kahraman ile keyifli bir sohbet ediyoruz. Sohbete ilk olarak Maviş Güneşer ile başlıyoruz.
Müziğe nasıl başladınız?
Maviş Güneşer: Her müzisyende olduğu gibi benim de çocukluktan beri ilgim vardı. Hafta sonları müzik kurslarına gidiyordum. Daha sonra Agire Jiyan diye Kürtçe müzik yapan bir grupla müzik yapmaya başladım MKM’de 94-95 ve 96 yıllarıydı. O grupla birlikte sahnelerde şarkı söylemeye başladık kendi dilimizde.
Bir yurt dışı süreciniz var, kendi isteğinizle mi gittiniz yoksa zorunlu bir gidiş miydi?
Bugün olduğu gibi o zaman da politik sorunlar vardı. Türkiye’de biliyorsunuz bazı sorunlar hallolmuyor, kuşaktan kuşağa devrolup geliyor. Biz de 80’lerden devraldığımız yolda devam ederken yapılan baskılar sonucu yurt dışına çıktık. Cezaevi hikayem vardı, cezam kesinleşebilirdi. Ben de yurt dışına çıkmayı tercih ettim. Ama yurt dışına çıkmadan önce 1997 yılında bir albüm kaydettim 11 şarkıdan oluşuyor. Bunun 10’u Zazacaydı kendi bestelerimden oluşan. Cezaevinde yaptığım bestelerimdi. İlk bestelerimdi hatta. O zaman çok fazla Zazaca bilmiyordum. Yani ailede konuşuluyordu çocukluğumdan hafızamda olan bir Zazaca vardı ama ortaokul, lise süreçlerinde metropollere gelince dil geriye düşmüştü. Ben 95-96 yıllarında yeniden kendi anadilime dönmeye başladım. Çünkü o dönemlerde Kürtçe deyince akla daha çok Kurmanci geliyordu. Yani piyasada gördüğümüz albümler daha çok Kurmanci dilindeydi. Mahalli albümler çoktu Dersim’e gittiğinizde Zazaca evde yapılmış kayıtlar vardı. Ama biz onlardan haberdar değildik. 90’lı yıllarda Metin-Kemal Kahraman dışında profesyonel olarak daha çok kamusal yayınlanmış albümler yoktu. O yüzden ben de bizim dilimizde fazla bu iş yapılmamış bunu biraz da bir misyon, görev olarak da düşündüm. Dili duyulan duygusal bağ ayrı. Ama ‘Sadece Zazaca şarkılardan oluşan bir albüm yapacağım’ deyip 98 yılında Keje albümünü çıkardım. O zamanlar Sozdar ismini kullanıyordum. Ama 90’ların sonu bugünler gibi sertti. Gençler kaçıyorlardı ben de onlardan birisiydim. Yurt dışına gitmek zorunda kaldığım için o albüm için çok fazla çalışamadım açıkçası. O zaman bugünkü gibi herhangi bir konser salonunda konser de veremiyorduk. Kendi illerimize gidip kitlemizle de buluşamıyorduk. Daha çok İstanbul İzmir hatta İzmir Ankara bile çok azdı, belli salonlara sıkıştırılmıştık. Böyle bir imkansızlık vardı. Yurtdışına çıkınca benim için iki kat daha zor oldu müzik yapmak çünkü artık bir mültecisin. İlk önce yaşamını idame etmen lazım, bir yere yerleşmen gerekiyor, bir dil öğrenmen gerekiyor, yeni bir dünyaya giriyorsun orayı tanıman gerekiyor. Entegre olma süreci benim için çok uzun sürdü.
Kaç yıl kaldınız yurt dışında?
Hala orada yaşıyorum. 2000’den beri Almanya’dayım.
Bu süreçte neler yaptınız? Sadece Metin-Kemal Kahraman’ın Kürtçe, Zazaca eserlerini mi seslendirdiniz?
O süreçte 2002 yılında Metin-Kemal Kahraman ile tanıştım ve bu benim için büyük bir şanstı. Kendi anadilimde iyi müzik yapan insanlarla yollarım kesişmişti. O zaman Metin ve Kemal ‘meyman’ albümünü çalışıyorlardı. Stüdyoya götürdüler beni, bazı vokaller yaptım onlara. Ondan sonra Metin-Kemal’in albümlerinde bazen solo bazen vokal devam ettim. Genelde Avrupa’da olan konserlerde yer aldım. Aynı zamanda yine ‘Lilith’ diye bir kadın grubu vardı. Onlarla da Berlin’de tanıştık Gariel Etiyakop, Şehriban Özdemir İstanbul’da yaşıyorlardı ama Berlin’e geri dönmüşlerdi, 6 dilden kadın şarkısı söylüyorlardı. ‘Neden olmasın ben de Zazacasını seslendireyim’ diye 2004 yılında onlarla bir albüm kaydettik. Ben orada Aktaş’ı söylemiştim Türkçe bir de Meso’yu okumuştum.
Anadile nasıl yöneldiniz?
Ben anadil konusunda tutucuyum. Bunun politik olarak görülmemesi lazım. Bu çok içten gelen bir şey. 18-19 yaşındayken Zazacayı ‘ben var gelmek, sen var gitmek’ gibi konuşurken bugün kendi çabalarımla kendi kızımla konuşuyorum. Yani bizim ev dilimiz Zazacadır. Kızımızla ne Türkçe ne de Almanca konuşmayız. Bunda ısrar ettik ve başardık. Dilin konuşulması gerektiğine, konuştukça gelişeceğine inanıyorum ve bu konuda bu dili konuşan herkesten hassasiyet göstermelerini bekliyorum. Özel bir çabadır insanı yorar ama sonra yol aldıkça onun tadına da varacaktır bunun çabasını veren insan.
DİL KAMUSAL ALANDA KONUŞULDUĞU ORANDA YAŞAR
UNESCO’ya göre Zazaca unutulmaya yüz tutmuş diller arasında yer alıyor. Bu dil nasıl yaşatılabilir?
Diller ancak kamusal alanda konuşulduğu oranda yaşayabilir. Zazaca uzun yıllardır bir ev dilidir. Yani sadece evlerde konuşulan bir dil, çarşıda pazarda konuşulan bir dil değil. Dolayısıyla hafızalardan peyderpey azalıyor. Belki biz son otantik temsilcileri olacağız ki bizim dilimiz yani benim kullandığım Zazacayla annemin ya da anneannemin kullandığı Zazaca arasında dağlar kadar fark var. Yani o otantizme sahip değilim. Ona rağmen bir 20 yıl sonra da ben otantik kalacağım. Yani bu kadar dil kaybediyor kelime haznesinden ve ifade biçiminden. Çok günlük ‘nasılsın, iyi misin, ne var, ne yok’ bunları konuşabiliyoruz ama sanatı ve siyaseti artık bu dille konuşamıyoruz. Bunun sebebi de dilin yeterli olmaması değil bunun sebebi bizim dili bilmememizdir. Yoksa aslında ağıtlar, şarkılar üzerinden bile gittiğinizde anlatılan Zazaca masallara baktığımızda, Metin-Kemal’in yaptığı derlemeleri dinlediğimizde duru ve zengin bir dil var. Yani biz şu anda konuşmadığımız için de zaman içinde maalesef yok olacak.
TÜRKİYE’DE ASİMİLASYON POLİTİKALARI BAŞARILI OLMUŞ
Burada Türkçe’nin çok fazla etkisindeler. Yani Türkçe, hayatın her alanına hakim. Almanya’da öyle değil, biz kendimize paralel bir hayat kurabiliyoruz kendi dilimizde. Üç arkadaş da olsak o dili konuşmak için çaba sarf edebiliyoruz. Burada öyle bir çaba görmüyorum. Herkes kolaya kaçıyor İngilizce de öğrenmiyorlar, Fransızca da öğrenmiyorlar Türkçe onlara yetiyor. Bence bunu sorgulamak lazım. Burada yaşayan gençler, orta yaşlılar benim yaşıtlarım da Türkçe ile kurduğu ilişkiyi sorgulaması gerekiyor. Burada egemen bir dile yenilmişler yani. Aslında o yapılan asimilasyon politikasının nasıl da başarılı olduğunu görüyorsun Türkiye’de. Türkçe de güzel bir dildir, her dili güzel konuşmak lazım, burada Türkçe’ye düşmanlık kastetmiyorum. Türkçe’yi çok güzel konuş ama kendi dilini de konuşmaya çalış. Burada bir kolaycılık, rahata kaçmışlık var. Sahnede biraz Zazaca konuştuğunda rahatsız oluyorlar. Ben Türkçe bilmediğim için Zazaca konuşmuyorum, bu dilin biraz daha kamusal alanda konuşulduğunu göstermek için yapıyorum. Bu bir çabadır. O yüzden dinleyicilerin de yani bu kültürü seven insanların da biraz daha bu çabayı göstermesi gerekiyor.
“Ax de vaji” albümünü hazırlamaya nasıl karar verdiniz?
Ah de vaji’nin hikayesi çok eski. Aslında Metin-Kemal Kahraman 90’dan beri sözlü tarih çalışmaları yapıyorlar. Dersim’in neredeyse dağını ve köyünü bırakmadılar. Ne kadar otantik kaynak varsa kadın, erkek, yaşlı ulaştılar. Zaten Metin-Kemal Kahraman’ın en az 25-30 yıllık bir arşivi var. Biz o arşivden de çok beslendik. Ama ilk böyle bir albüm kaydı yapalım fikri ilk tanıştığımız zamanlarda yine bu albümde okuduğumuz Uşenê Seydi ağıtıyla başladı. O ağıt bizi çok etkiledi ve böylece ağıtların içerisine girmeye başladık. Her ağıt o kadar bizi sarstı ki kendiliğinden ‘Biz bu ağıtları bir araya getirelim, çünkü bu ağıtlar bir şeyler söylüyorlar, bir tarihi anlatıyorlar’ dedik. Zaman içerisinde tek tek ağıtları çalışmaya başladık. Yüzlerce ağıt var ama ben okuyabileceğim, sesime daha uygun olan ağıtları seçtim, tematik olarak da ona dikkat ettik. Ama bu nereden bakarsanız yine bir 15-16 yıllık bir çalışmadır.
En başta bu işi bize getiren Uşenê Seyid ağıtıdır. Arkadaşımız Şiyar Munzur Kemal’e şarkılarını getirdi ‘benim için aranje eder misin?’ diye. Kemal o albümü çalışırken biz Uşenê Seyid’e vurulduk. Çünkü Uşenê Seyid’in götürülüş hikayesini bir film gibi, bir sinemacının gözünden anlatır gibi anlatmıştı. Müzik başka güzeldi, sözler başka güzel. Bu ağıtla Hewa Derê Laçi/Laç Deresi Havası ağıtı beni en çok etkileyen ağıtlardır anlatımsal olarak da müzikal olarak da.
Ağıtların Dersim sözlü tarih ve kültür geleneğinde çok önemli bir yeri var ama neden politik ağıtlar?
Çünkü Dersim deyince tarihsel olarak sadece 100 yıllık değil 8 yüz yıllık 9 yüz yıllık, bin yıllık bir hikayeden bahsediyoruz. Alevi kimliğine sahip olması, ocakların orada olması Dersim’i her zaman merkezi otoritenin hedefine koymuştur. Dersimli ozanlar da bütün yaşadıklarını ağıtlar üzerinden aktarmışlar. Yani aslında ağıtlar o olayların aktarıcılarıdır. Onların kendilerini ifade etme biçimleri ve geleceğe bir kayıt düşmedir. Biz de bunu fark ettik ‘bunlar sadece şarkı söylememişler kayıt düşmüşler’. Bunu fark edince ben de bir sanatçı olarak bunu devam ettirmek istedim. Sılo Qız Hewea Dere Laçi’yi okumuş bir şey söylemiş ben ‘ne diyor Sılo Gız?’ diye sözlerine tek tek baktığımda zaten o s