Medyada, günü özetleyen bir başlık:
“Dünya basınında bugün: Trump’ın, bölgedeki Kürtleri nasıl koruyacağı hakkında, bir planı yok.”
Dünya basınının feryat ile figanın gören, Suriye Kürtlerini sel, heyelana kapılma, salgın hastalığa tutulma ihtimaline karşı, korumaya muhtaç, sanıyordu.
Oysa değil. Kürtlerin kapısındaki bela Türklerdi. Türk ordusu, Ortadoğu’nun gezgin haydut çetelerinden devşirdiği, 50 bin kişilik Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile takviyeli olarak, soy zürriyetini kurutmak için, tanklarına dayanmışlardı.
Yer yüzündeki bütün Kürtleri tehdit ediyorlardı.
İyi de, ne yapmıştı Kürtler? Bahar güneşlerinin önüne geçmiş, gölge mi yaratmışlardı?
Hayır. Tek suçları Kürt, kabahatleri ise özgürlüğe sevdalı olmaktı. Bir Kürdün özgürlüğe koşması, ırkçılıkla zehirlenmiş Türk’ün onuruna dokunuyor, kişiliğini zedeliyordu. Bütün mesele buydu.
Ve Türkler, Kürtler sözkonusu olunca, sağcısı, solcusu, dinbazı, Kemalistiyle tortop bir oluyor, cinayet işleme koalisyonu kuruyorlardı. Koalisyon, Suriyeli Kürtler özgürlük yürüyüşüne çıktığı günden beri, cinayet işlemek için pusudaydı. Atak için, uygun zaman, puslu hava kolluyordu.
Dünya ise pusudaki katili sadece seyrediyordu. Dünya basınının yakındığı, Amerikan Başkanının adını anarak kınadığı aymazlık buydu: Katile, “sen de dur” dememe…
Türk ordusu ve müttefik haydut çeteler, masum ve mazlumların kırımı için pusuda bekleye dursun, Türk diktatör Erdoğan, Sarayında kabul ettiği Amerikalı tacirlere, nutuk atıyordu:
“Bizim Kürtlerle hiç bir sıkıntımız yok, olmadı. Milletvekili, Bakan oluyorlar. Ayırımcılık söz konusu değildir. Bizim Kürt kardeşlerimizle sorunumuz yoktur. Mesele PKK, PYD, YPG meselesidir. Onlar Kürtleri temsil etmiyorlar.”
Bu büyük bir yalan, ama yeni değildir. Yüz yıldır, yer kürede yankılanıyor. 1925’in yalan rüzgarlarında da, Türklerle Kürtler arasında mesele yoktu. Mesele Azadî Partisi ve Şeyh Said idi. Ama, her ne hikmetse AZADÎ yok edildikten, Şeyh Said’i asıldıktan sonra, savunmasız kadını, bebeği, ihtiyarı ile topyekün Kürt soykırımı proğramını başlattılar. 1930’da, Kürtlerle mesele yok, ama Hoybûn ve İhsan Nuri Paşa sorundu. Ama ne hikmetse Hoybûn dağıldıktan, İhsan Nuri savaşçı birlikleri dağıttıktan sonra, “Zilan deresi lebaleb ölülerle doluyor”du.
Dersim’de, sorun Seyid Rıza idi! Ve o kendi halkını kırımdan kurtarmak için, kendini feda ederek 1937 güzünde teslim oldu. Onu astılar. 1938 baharında da kırıma başladılar.
Demek ki, “sorun yok” söylemi yalandı. “Mesele” Kürtlerin varlığıydı…
1990’larda, ağzı, dili de olmayan 4 bin Kürt köyü ve bu köylerde yaşayan iki milyon insanın suçu, sadece Kürt olmaktı. Yalanı bırakın. Uçaklarla hücum edilen Roboskîli çocuklar, Kürt olduları için paramparça edildiler. Ceylan kız, keçileri ağıla çevirmeye, Uğur Kaymaz çocuk kamyonunu hazırlayan babasına yardıma çıkmıştı. Onlar PKK’li değil, Kürt oldukları için vuruldular.
Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Silopi ve öteki 5 şehir silme PKK’li olduklarından değil, Kürt yerleşimi oldukları için tanklar, toplar, uçakların hücumu ile yıkıldılar.
Rejim Kürtlerine gelince: Onlar vardı. Türk ırkçılığının esaslarını yazan da bir Kürttü. Şeyh Said asılırken Diyarbakırlı Pirinççi ve Tiğrel de milletvekiliydi. Dersimli Diyap Ağa Atatürk’ün Kürt propaganda figürüydü. Ağrılı Celal Yardımcı Bakan, Muşlu Kasım Küvrevi DP’nin dinci müttefikiydi…
Bu dönemlerde Kürt sorunu (mesele) yok, ama Kürtçe konuşmak bile suçtu.
Dünün yalınayaklısı, günün Saraylı diktatörü Erdoğan, yukarda kabaca çizdiğimiz trajedik manzarayı yok sayarak, yalan söylüyor. Mesele Kürtlüktür. Ötesi ise ayrıntı…
Bugün, Kürtçe konuşanlarla başa çıkamıyorlar, ama müzik dinleyen linç ediliyor, Erzurum Karayazılı Canê gibi müzisyenler hapsi boyluyorlar. Yer yüzünün özgürlükçü bütün Kürtler, yok edilmesi gereken düşman, Mehmet Metiner, Mehdi Eker ve Orhan Miroğlu gibileri de AKP Kürdü Milletvekilidir.
CHP’nin kırım yıllarında Pirinççilerden Vefik Bakandı. AKP’inin vahşet sellerinde Mehdi Eker. Kürt kırımı ise Türkün beka meselesiydi, iki dönemde de…
Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan, bir Kürde eziyet, bugünün Faşizmi için de düğün bayramdır. Davut Bağıstani, bu konuda örnektir.
Bağıstani, Güneyli bir Kürt aktivisttir. Kendi imkanlarıyla dünya çapında, aktivitelere katıldı. Ama o şimdi, bastonla adım atabilen 90 yaşlarında bir ihtiyar.
Hewlêr’den kaçırılarak mı getirildi bilinmiyor, ama o Türklerin edlinde bir esir. Türk medyasına göre o, Kürtlerin kurtuluşu için çalışmak, bu amaçla, Murat Karayılan ve öteki Kuzeyli liderler ve Güneyli Barzani ile görüşmekle suçlanıyor.
Erdoğan, “bizim meselemiz PKK, PYD ve YPG iledir. Öteki Kürtler sorunumuz yoktur” diyordu. Oysa 90’lık Davud Bağıstani, PKK’li, PYD veya YPG’li de değil. Ama bir Kürt…
O, Kuzeyli değil ama Türklerin eline geçmiş Bir Kürt. Dolayısıyla esiri.
Ve konumuyla, Türk egemenlerin yer yüzündeki bütün Kürtlere bakışının kurbanı…