Mesela, Türk devletinde demokrasinin “d”si yoktur. Ancak, Faşizme adapte olmuş ve şemsiyesi altında toplanmış tüm siyasi partiler, el birliği ve güç birliği ile varmış gibi yaparak demokrasicilik oyunu oynuyorlar. Sanki bir şey değişecekmiş gibi yaparak, “demokratik seçim” oyunu sahtekarlığına Kürtleri de dahil etmeye çalışıyorlar.
Oysa, Kürtler açısından seçimin de bir geçerliliği yoktur, hiç bir zaman da olmadı.
Mesela günümüz Türk anayasa ve yasalarına göre, parlamentoda olması gereken Hakkari Milletvekili Leyla Güven zindanda tutuluyor. Ve o, zindanda, kara bir kinle dünyadan tecrit edilen Kürt lider Abdullah Öcalan‘a reva görülene, hayatını ortaya koyarak isyan ediyor, açlık grevine yatıyordu.
Amed’in kadın milletvekilleri dün, onun sağlık durumu hakkında, halkı bilgilendirmek için, sokağa çıktıklarında, polis ordusu tarafından barikatlandılar. Anında kuşatıldılar. İtip kakarak ağızlarını açmalarını engellediler.
İlkin Amed Milletvekili Remziye Tosun’u darbeleyip yere yıktılar. Ona kin büyüktü. Çünkü Sur yıkımından sağ çıkmayı başarmıştı. Ayrıca, Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş, Kürt kadınlarının yedikırmalı fistanı ve kenarları gül-sosın işlemeli kıtanıyla parlamentoda yer almıştı. Türbanı her yere sokanlar, bu geleneksel giyimine karşı da, kinleriyle başbaşa kalmışlardı.
Remziye Tosun, dün Amed‘de darbelenerek yere yıkılıyor, apak kıtanı, ırkçı kinin kara kiri, tozuna bulanıyordu. Önceki gün de, Ankara’da Filiz Kerestecioğlu Türk polisinin hedefiydi.
Oysa, Türk anayasasına göre milletvekilleri, sözleri, görüşlerinde özgür, polis engelinden muaf, dokunulmazdı. Ama, Kürtler söz konusu ise dokunulmazlık yoktu.
Onun için HDP’nin liderleri Selahaddin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile seçilmiş öteki arkadaşlarına reva gördükleri ortadadır. Kürtler için, tayin edici olan emirlerdir. Türk zindanları, emirle esir alınmış Kürtlerle doludur.
Irkçı terör, bütün Kürtlerin kapısındadır. Alışılan bir durumdur, bu.
Yine de yadırganan şey, bazı politik tutumlardı.
Mesela Türk ırkçılığının vahşet ormanında Kürtçe müzik dinlediği ya da sokakta anadilini konuştuğu için kurşunlanan, linç edilen bunca Kürtlerin hayatına, talanlara, yıkım ve yangınlara uzanan bunca ayırımlara rağmen, kimilerinin halleri bir tuhaftı.
Kürtler evlerinin içinde, köyleri, kasabalarında, yolda, tarlada, çayır, bağ, bahçe, dağda, bayırlarda yok edilirken, anayurtları yıkıma uğrayıp yangına verilirken, dağlarına zehir serpilirken kimileri hala, Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki dalkavukluğa benzer bir yalakalıkla, katiline “gel seni öpeyim” diye biliyordu.
Oysa “Kürt sorunu” dediğimiz yara, ulusal bir davaydı. Tek başına yurt meselesi de değil ulusal sorun, bütün sınıf ve tabakaların derdi olan milli davaydı. Etnik, yani kavmi mesele, bir halkın kimlik sorunu, başı dik yaşama davasıydı. Milyonlar, bu nedenle ayaktaydı.
Bu al salt Kürtlere has değildir. Yer yüzündeki bütün ulusal haraketlerin çıkış noktası da budur. Araplar sınıfsal sebeple Osmanlıya başkaldırmadılar. Hintliler, Çinlilerle de işçi sınıfı diye diye İngilizlere direnmediler.
Ama bazı Kürtler, ayak altı hallerine bakmadan ve ben önce postal altı olmaktan kurtulayım demeden dünyayı, beri Türkleri ve Türk işçi sınıfını kurtarmaya talip oluyor, kimileri de evi, köyü yanarken, anası, babası ırkçı kinle tekmelenir, kardeşi kurşunlanırken katillerine, kardeşlik şarkılarıyla koşuyor, o koşuda darbelendiği yerde bile “gel seni öpeyim” diye sayıklıyordu.
Ulusal birlik üzere saflar sıkılaştırılacağına, Kemalistlerden geçme alışkanlıkla, sanki Kürdistan kurtulmuş, halkın boynu üstündeki postal kalmış da, sıra yaşama biçimine gelmiş gibi, rejim tartışmalarıyla toplumsal ayrılıklar derinleştiriliyor, kardeş kardeşe zıtlaştırılıyordu.
Mesela malı alıp götürdükten sonra, yolunu ayırıp Kürtlerin yüzüne bile bakmayan tiplere, payeler sunuluyor, ama ulusal birliğe gelince, “kahrol düşman” denilerek kardeşe topuk gösteriliyordu.
Ama zaman ve durumlar hastalıkların da ilacıydı. Ulusal birlik adımlarının hakikate dönüşmesi için de, “düşman kardeş” ilkelliğinin aşılması gerekiyordu.
Bunu da başardı, Kürtler. Çok lehçeli, çok inançlı zenginlikten bir olmayı başararak ilerleyen bu halk, Kuzeydeki 7 partinin seçim dayanışması ile ulusal birliğin de ilk adımını attılar.
Bu ulusalcılığın ete, kemiğe bürünmüş şekli, Şengal ve Rojava’nın devamıdır. Sonrası gelecektir. Ayrıca kaçınılmazlıktır, bu. Çünkü tek düşeni, Kürt kanına ekmek doğramaya yeminli tiranlar kapıyor.
Politika