Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Tarihin yaralı ve asi şehri: MARAŞ – Aziz TUNÇ

Tarihin yaralı ve asi şehri: MARAŞ – Aziz TUNÇ

22 Aralık 2018, 12:08

40 yıl önce yaşandı o cehennem vahşeti. Maraş 60 yıl gibi çok kısa bir sürede iki büyük katliam yaşadı. 1978 katliamına gelinmeden 1915- 1922 yılları arasında, Ermeni Soykırımının en yoğun yaşandığı bölgelerden birisi de Maraş ve Zeytun’du.

Her soykırım, katliam ve zulüm mekan ve dönemleri aynı zamanda, destansı direnişlerinde yaşandığı yerler ve zamanlardır. Maraş için de bu geçerlidir, nasıl katliamlar gerçekse, büyük ve destansı direnişlerin yalandığı da o kadar nettir.

1978 Maraş katliamının yakın tarihte yaşanmış bir arka planı vardır ki bu konu çok fazla ele alınmamıştır. Belki bu arka planı bilmek, katliamlara karşı mücadelede daha etkili ve güçlü olunmasını sağlayabilir.

Bilinen gerçekliktir, ‘bugün’ü, dün’ün yaşanmışlığı şekillendirir, gelecek ise ‘bugün’den gizlidir. O nedenle bir toplumsal olguyu anlamak, o olguyla ilgili olarak yaşanmış tarihi ve içinde bulunulan an’ı doğru anlamakla mümkündür. O nedenle, doğru bir gelecek yaratabilmek için, ‘bugünü’ ve ‘dün’ü anlamak zorundayız.

Maraş’ı tanımak ve Maraş’ta, gerek 1915’te Ermenilere yapılan soykırımı ve gerekse 1978’de Kürt ve Alevilere karşı yapılan katliamı doğru anlayabilmek için Maraş tarihinin çok özet de olsa bilinmesi gerekmektedir. Elbette uzun bir Maraş tarihi yazmak bu yazının konusu değildir. Ancak çoğu zaman, yaşanabilir bir gelecek tasarlarken, tarihin ilgili bölümlerine notlar halinde bakmak bir zorunluluk olmaktadır. Özellikle yakın dönemde yaşanmış olan 1978 Maraş katliamının nedenlerini, sistematiğini ve tüm gerçekliklerini anlayabilmek ve bugün Maraş-Terolar’da kamp kurularak katliamın sürdürülmesini doğru analiz edilebilmek için, böyle bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

‘Sınır’da bir kent

Maraş’ın tarihin derinliklerinde gelen toplumsal kimliği, doğal olarak, coğrafi konumu tarafında belirlenmiştir. İbn-i Haldun’un meşhur “coğrafya kaderdir” sözü buradan da doğrulanmıştır.

 Maraş’ın ilk dönemlerden beri, insanlığın yerleşim alanlarından birisi olduğu anlaşılmaktadır. Şehir devletler döneminde Hititlilerin Maraş’ı kurduğunu biliniyor.

Tarihin devam eden dönemlerinde, Maraş’a, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Kürtler, Araplar, Selçuklular ve en son Osmanlılar hakim olmuşlardır. Bu dönemlerin tamamında bölgede güç sahibi olan devletler açısında Maraş, sınır şehri olmasından dolayı, özel bir önem taşımıştır. Maraş ın tarihini ve kaderini belirleyen gerçeklik te biraz buradan kaynaklanmıştır.

Maraş’ın farklı imparatorlukların sınırlarının kesiştiği bir yerde olması, Maraş’ı, zengin bir toplumsal çeşitlilik içinde, bölgenin en özgün şehri olmasına yol açmıştır. Birbirinden farklı inançları olan ve birbirlerinden farklı dillerin konuşulduğu ortaçağ Maraş’ın da halklar ve inançlar arası farklılıklar, sorunların değil, zenginliğin vesilesi olmuştur. Maraş, kültürel, siyasal ve etnik farklılığı, güzelliğin yapı taşlarına dönüştürmüş, her farklılıktan bir renk almış, her farklılığa bir çiçek sunmuş, doğal güzellikleri, coğrafi konumu ve insan çeşitliliği açısında bölgenin birçok şehrinden daha özgün avantajlara sahip olmanın çekiciliğini yaşamıştır

Maraş’ın bu durumu 11. Yüzyılın başlarına kadar devam etti. Bu tarihlerde Bizans imparatorluğu Maraş’a büyük bir Ermeni nüfusu yerleştirdi. Bizans egemenlerinin bu politikası masum bir nüfus yerleştirmesi değildi, elbette. Bizans devletinin Ermenileri Maraş’a yerleştirmesinin iki nedeni vardı. Birincisi, o dönem diğer devletlerle sınır şehri olan Maraş’ta yaşayan mazlum Ermeni halkını, komşu devletlerin saldırılarına karşı, kalkan olarak kullanmaktı. İkinci olarak Bizans devleti, Ermenileri farklı bir Hıristiyanlık mezhebine inandıkları için sınır boylarına yerleştirerek, Bizans sınırlarının bekçisi olarak değerlendiriyor, ama Ermeniler ölürlerse de Bizans devleti Ermenilerde kurtulmuş oluyordu. Her iki durumdan da Bizans devleti avantajlı oluyordu. Görüldüğü gibi farklı inanç ve kimlikleri olan toplumları, “bir taşla iki kuş vurma” siyasetiyle yok etmek, tarihin başka dönemlerinden de egemenlerin politikası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ermenilerin Maraş’a gelmesi, Maraş’ı daha fazla renklendirmiş ve zenginleştirmiştir. Henüz Türklerin gelmediği Maraş’ta o dönem Kürtler, Süryaniler ve Rumlar yaşamaktaydılar. Maraş’a Ermenilerin gelmesi, bu halkları rahatsız etmediği gibi bu halklar, yüzyıllar boyunca Maraş’ta, bir arada yaşamışlar, Ermenilerle beraber yarattıkları güzellikleri paylaşmışlardır. Halen Maraş’ta bulunan veya yaşanan sayısız tarihi ve kültürel zenginlik ve çeşitlilik, Ermenilerin Maraş’a kattığı değerlerdir.

Ermeniler ve özerk Zeytun

Ortaçağ yıllarından 1915 yılına kadar, Maraş’ın genel nüfusunun üçte biri Ermenilerden oluşmaktaydı. Maraşlı Ermeniler bugün adı Süleymanlı olarak değiştirilmiş olan Zeytun adlı bölgede özerk olarak yaşıyorlardı. Kendi kaymakamları, kendi belediye başkanları, kendi askeri milis güçleri, kiliseleri, okulları ve hastaneleri bulunmaktaydı. Zeytun’a bağlı çok sayıda köy, aynı özerkliğe bağlı olarak yaşamaktaydılar. Ermeniler, Maraş’ın yerel yönetiminden de yer alıyor, etkin ve işlevsel bir konumda bulunuyorlardı. En son Osmanlı meclisinde, Maraşlı Ermenileri temsilen Agop Hırlakyan adında bir milletvekili görev yapıyordu.

Maraş’ın bu renkli, barışçı ve kültürel zenginlik içeren toplumsal dokusu, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarından İttihat ve Terakki Fırkası tarafında yok edilmeye başlandı. Zaten Osmanlı imparatorluğu, 1750’lerden başlamak üzere sistemli olarak Ermenilere saldırmaya başlamıştı. Bu saldırılar ara vermeden, değişik yöntem ve araçlarla 1915’lere kadar devam etmesine rağmen Maraşlı Ermeniler özerk varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Osmanlının saldırıları ve Maraşlı Ermenilerin direnişi, 1914 yılının son aylarıyla 1922 yılının ilk yarısına kadar tarihin kaydettiği en korkunç soykırımla noktalandı. Önce Zeytun, daha sonra Maraşın içinde ve çevresinde yaşayan Ermeniler, henüz Türkler gelmeden yüzlerce yıl yaşadıkları topraklarında, kopartılarak, vahşi ve kanlı bir biçimde yok edildiler, kalanları da tehcir adı altında başka bir ölüme gönderildiler.

Yollarda sayısız kadın ve çocuk öldü, öldürüldü, katledildiler. Zeytun- Maraş Ermenilerine yapılan soykırım ve bu soykırıma karşı sürdürülen direniş, zalimlerin ve sahte dostların duymadığı, duymak istemediği ilk çığlıktır.

   Maraş’ta o yıllarda yapılan Ermeni Soykırımını bir tanık şöyle anlatıyor. “Çocuğum kucağımdaydı, o da ben de açlıktan ölüyorduk. Günlerdir hiçbir şey yememiştik. Çocuğumun elinde kuru bir ekmek parçası vardı ve çocuk, taş gibi sertleşmiş ekmeği, mecalsiz haliyle yemeğe çalışıyordu. Ben açlıktan düşecek gibiydim, gözümü ekmekte alamıyordum. Dayanamadım, ekmeği çocuğumun elinde almak için hamle yaptım, çocuk bütün gücüyle ekmeği elinde tutmaya çalıştı, ezildim, utandım. Büyük bir vicdan azabı içine girdim ve gözlerimi kapattım. Kurumuş göz pınarlarımda nasıl yaşlar boşandığına ben bile şaşırdım. Katliam nedir bilir misiniz, ölmekte olan çocuğunuzun elindeki kuru ekmeği kapmak istemektir.” Katliamları anlatacak bundan daha etkili bir cümle kurulabileceğini, bu cümleye eklenecek daha duyarlı bir söz olduğunu sanmıyorum.

Maraş’ın kurtuluşu mu soykırım mı?

Maraşlı Ermenilere yönelik olarak yapılan bu soykırımla 1915- 1922 yılları arasında Maraş bir bütün olarak Ermenilerden ‘temizlenmişti’. Fırsatta ganimet üretmede usta olan İttihat ve Terakki Fırkası(İTF) artığı Kemalistlerin eliyle Maraş’ta o dönem de “etnik, dinsel ve mezhepsel arındırma”nın sonucu olarak 16 000 ile 24000 arasında Ermeni katledilmiştir.

Üretilen sahte kahramanlar ve büyük yalanlarla topluma ve tarihe “Maraş’ın kurtuluşu” olarak sunulan bu kanlı süreç, esasında tam bir Ermeni Soykırımıdır.

Bu soykırımdan sonra Maraş’ta çok az sayıda Ermeni’nin kalmıştır ki onlarda, din değiştirerek, Ermeniliklerinden vazgeçerek ve gizlilik içinde yaşayabilmişlerdir. Ermenilere ait ne varsa, mallar gasp edildi, kurumlar yıkılarak veya değiştirilerek yok edildi. Böylece Maraş’ta bir bütün olarak Ermenilik, yok edildi. Bugün Maraş bu nedenle asi, bu nedenle mahzundur. Siyasal zor yoluyla yaratılan “Ermenisiz Maraş” yaralı ve eksiktir.

Bu gerçekliklerden bakılınca Maraş’ta 1915- 1922 yılları arasında yapılan Ermeni Soykırımını, 1978 Maraş katliamını, neden bu katliamların Maraş’ta yaşandığını ve bugün halen neden Maraş’ın bir katliam kıskacında olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.

Yeni bir katliam ve soykırım sürecinin başlatıldığı bugünlerde, geçmişte yapılan katliam ve soykırımların öğrenilmesi her zaman olduğundan daha fazla gereklidir.

Kürt/Türk Aleviler…

Bu uzun, ama aslında çok özet girişten sonra Maraş katliamını anlatmak ve anlamak daha anlamlı olacaktır. Bu bağlamda “ulus oluşturma sürecini katliamlarla ve soykırımlarla sürdüren İttihat ve Terakki Fırkasının (İTF) ardılları olan Kemalistler, 1920 Ermeni katliamının bir benzerini 1978 de, Maraş’ta yaşayan Kürt-Türk Alevilere ve demokrat devrimcilere yönelik olarak planlamış ve uygulamışlardır” demek en isabetli tespit olarak karşımıza çıkmaktadır. Maraş’ta yok edilen Ermenilerden sonra sıranın Kürt-Türk Alevilerde olduğunu düşünen devlet, bu amaçla gerçekleştirdiği 1978 katliamıyla, Kürt/Türk Alevileri kadim topraklarında söküp atmayı amaçlamıştır.

Bütün katliamlardan olduğu gibi 1978 katliamıyla devlet, birincisi, o dönem yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak istemiş, ikinci olarak ise yukarıdan da belirtildiği gibi, Maraş’ta yaşayan Kürt-Türk Alevileri yok etmek istemişti. Devlet, 1900’lerden beri bu “etnik- dinsel/mezhepsel arındırma” politika ve projesini katliamlarla, soykırımlarla uygulamaktadır. 1978 Maraş katliamıyla da bu plan uygulanmıştır.

Türk devleti, 1978 katliamıyla Kürt/Türk Alevilerinden büyük bir tahribat yaratmış olsa bile tam olarak istediği sonucu elde edememiş, Maraşı’ı Ermenisizleştirdiği gibi, Kürtsüz ve Alevisiz kılamamıştır. Bu somut gerçeği, devletin sürdürmekten ısrar ettiği soykırımcı politikalarla birlikte göz önüne aldığımızda Maraş’ta yaşayan Kürt/Türk Alevilerinin geleceğini anlamamız kolay olacaktır.

Kürt/Türk Aleviler, henüz, Maraş’ta önemli bir güç olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Daha da önemlisi söz konusu toplumsal kitle, özellikle bölgenin Kürt Alevileri, sürdürülen özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en önemli toplumsal tabanı ve en verimli kadro kaynağı olma özelliğini taşımaktadır.

Bu iki temel gerçeklikle birleşen bir başka somut gelişmede, 7 Haziran ve sonrasındaki seçimlerde görüldüğü gibi, demokratik siyasetin Türkiye ve Kürdistan da elde ettiği büyük başarının Maraş’tan da karşılık bulmuş olmasıydı. Bu seçimlerde demokratik siyaset, beklenemedik bir oy alarak Maraş’ta iddialı bir konuma geçmişti.

Yeni bir katliam planı devrede

Bütün bu gelişmeleri yakından izleyen Türk devleti, Maraş için yeni bir katliam planını devreye koymuş, Suriye’den Türkiye’ye gelen ve IŞİD gibi canilerin toplumsal dayanağı olan Suriyelileri, Maraş/Terolar’da konumlandırmıştır.

Cihatçı yapılanmaların tabanı olan bu sözde mültecileri Türk devleti, daha uygun yerler olmasına rağmen, Kürt Alevi köylerinin tam ortasında kurduğu bir kampa yerleştirmiştir. Böylece Türk devleti, yeni bir Maraş katliamı planlamış, kendisinin sürdürücüsü ve sorumlusu olduğu savaşın bu yönünden de ganimet elde etmeye çalışmıştır.

Türk devleti, Maraş’ta 1915- 1922’de Ermenilere karşı, 1978’de Kürt- Türk Alevilere karşı yaptığı katliamlara, bu günde, yine Kürtlere ve Alevilere karşı devam etmektedir.

Türk devletinin temel/stratejik politikası olan ve orantısız/kontrolsüz güç kullanılarak sürdürülen katliam ve soykırım uygulamaları, bütün vahşetiyle devam etmektedir. Ancak bugün yaşanan bu katliamcı sürecin yanlış ve eksik değerlendirilmesi bu sürecin göğüslenmesini zorlaştıracaktır. Stratejik ve merkezi politikaların sonucu olarak dün yapılan ve bugünde devam eden katliamlar, soykırımlar ve savaş, umutsuzluk ve karamsarlık kaynağı olmamalıdır. Ayrıca, Türk devletinin dün yaptığı katliamlar da bugün sürdürdüğü katliamcı/savaşçı süreç te, sadece Kürtlerin, sadece Alevilerle ve sadece demokratik güçlerin sorunu olarak değil, bütün halkların sorunudur.

Bu gerçekler yeni duruma uygun mücadele yöntem ve araçları üretmeyi gerekli kılmaktadır.Her savaş, kaybedilen muharebelerin sonunda kazanılır.

  Bilinen gerçektir, 1915- 1922’de Türk devletinin yaptığı Ermeni katliamı önlenebilseydi, 1978 katliamı olmayacaktı. 1978 önlenebilseydi bu gün sürdürülen katliam ve savaş bu kadar kolay sürdürülemeyecekti.

O nedenle bugün Kürdistan’da ve Türkiye’de sürdürülen savaşa karşı tutum almak, her Kürt- Türk Alevinin ve demokratın  birinci görevi ve Maraş’ta katledilenlere karşı borcudur. Örgütlü ve haklı olanlar eksikliklerini ve hatalarını aşarak kazanmışlardır. Katliamcı/soykırımcı politikaların yeni versiyonu olan, Türk devletinin Rojava’yı yok etme ve Kürdistanı bir kez daha işgal etme saldırılarının önlenmesi ancak birlikte mücadele ile mümkün olabilir. Bu gün, Maraş katliamın hesabının sorulması için yapılması gereken en onurlu görev, barbar/katliamcı Türk devletinin işgalci, savaşçı ve katliamcı politikalarının önlenmesi olarak önümüze çıkmaktadır. Tarih, her zaman inananların ve direnenlerin kazandığını yazmıştır, şimdi de direnen Kürt halkı, direnen Aleviler ve ezilen emekçiler kazanacak, katliamcı, savaşçı rantçı faşist Türk devleti kabedecektir.

Bu haber 428 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), 4. Olağan Genel Merkez Kongresi’ni Dersi..