Sanat, insanlaşma anlamına gelen kültür devriminin ahlaki, manevi ve estetik ifadesi demektir. Bir başka deyişle toplumsallaştıkça insanlaşan, yaratan ve anlam katan insanın duygu estetiği olarak da ifade edilebilir.
İnsan düşünce gücü sayesinde doğadan farklılaşarak ikinci doğa olmayı başarmıştır fakat bu özelliğini de ancak doğayla olan bütünlüğünü koruduğu ölçüde sürdürebilir. Sadece biyolojik olarak değil duygusal, anlamsal yani bir bütün zihniyet olarak tüm değişimleri doğa ile bütünsellik temelinde olmak durumundadır. Bu temelde doğanın hatta evrenin kendisine baktığımızda değişim-dönüşümlerin, farklılaşma ve gelişimlerin yok etme ve yıkarak değil (buna hayvanların avlanması da dahildir) birbirini tamamlama esasına dayandığı çarpıcı gerçekliğiyle karşılaşırız.
Sanatsal olarak ele aldığımız da birinci doğada ses, söz, hareket ve şekiller varken ikinci doğa olarak toplumsal doğada ses müziğe, söz şiire ve edebiyata, hareket halk danslarına, folklora, tiyatroya, şekiller resme dönüşerek anlam kazanmaktadır. Bu anlamda insanın primatlardan ayrılış süreci biyolojik olduğu kadar anlamsal bir devrimdir. Bu devrimin beşiği olarak Mezopotamya evrenselliğin de beşiği olmaktadır. Toplumsal, kültürel ve sanatsal olarak farklılaşmayla oluşan zenginlik, bu zenginlik ile gerçekleşen ilerleme ve bu bütünselliğin ifadesi olarak evrenselliğin filizlenişi bunu köklerine yani Mezopotamya’ya borçludur. Önder Apo’nun „Kürdistanî olan evrenseldir“ sözü bu gerçeği ifade etmektedir.
Yenilenme, değişim, gelişim, ilerleme ve farklılaşma eskinin ortadan kaldırılmasıyla değil tam tersine sonrakinin öncekini kapsadığı, eskiyi içinde barındıran ve farklı bir boyuta ulaşarak gerçekleşmektedir. Evren ve doğa gelişimini bu şekilde ele alırken ikinci doğa olarak toplumsal doğayı yani insanı ve onun maddi-manevi tüm yaratımlarını farklı değerlendirmek mümkün değildir. Bununla birlikte ikinci doğada toplumsallık kültürü değişmeyen-değişemez olurken tüm değişimlerin kökü, merkezi ve temeli olmaktadır. Savunmalarda bu konuya açık bir yanıt bulunmaktadır: „Değişimin olabilmesi için değişmeyen bir şeyin olması gerekir. Değişim değişmeyene göredir. Değişmeyen ise hep aynı kalandır. Değişmeyen asli varlıktır, öz olarak varlıktır, varoluşun kaynaklandığı ve baki kalan özdür.“ Bu nedenle bir değişim ve gelişim olarak insan olmanın değişmeyen asli, baki kalan özü bir kültür devrimi olarak toplumsallıktır.
İnsanlığın bütün gelişim, ilerleme ve değişimlerinin temelinde bu toplumsallık kültürü yatmaktadır. Bu öz, bu temel ortadan kalkarsa gelişme ve değişmeler insanlığa hizmet etmeyecektir. İnsanlıktan sapma denilen sınıfsallık ve egemenlik anlayışları böyle bir değişimin sonucudur. Bu tarzda bir değişimin estetik ve manevi ifadesi olarak sanatın da bu sonuçtan kurtulamayacağı açıktır. Sonuç sanat adına sanat cinayetidir!
Oysa insanlığın gelişiminde olduğu gibi sanatta da bütün değişim ve ilerleme öncekini kapsayarak gerçekleştikçe sınıfsal-egemenlikçi yaklaşımlar ve bozulmalardan kendini korur. Doğal olan bu şekilde gerçekleşmiştir.
Bu anlamda modernleşme adına Kürdistan’da öncekini yok etme temeli üzerine inşa edilecek bir ‘yeni’nin safsata olduğu net olarak vurgulanabilir. Çünkü önceki yok olursa sonrası da yok olur ve ortaya çıkan şey yeni veya ilerleme değil bir sapma ve özden çıkış hali olur. Evren ve doğaya aykırı olan bu yaklaşım toplumsallığa, insana ve onun sanatına da aykırıdır. Bu yaklaşımın dayatılması toplumsal olan insanlığa savaş savaş açmayla eş değerdedir. Çünkü toplumsallığın özünde olduğu gibi onun sanat anlayışında da farklılaşma, zenginleşme gelişimi birbirini tamamlama esasına dayanır. Birbirini tamamladıkça var olduğunun, anlam kazandığının, bütünlükten kopuk bir varlığın ve anlamın olamayacağının farkında olma durumu vardır. Bu farkındalığın kutsallaşması ve bu kutsallığın kültürleşmesi vardır.
Kültür devrimi olarak Neolitik dönemden günümüze kadar gelen binlerce yıllık süreci kültürel ve sanatsal açıdan incelediğimizde, evrenselliğin muhteşem bir bütünlük ve zenginliğiyle karşı karşıya kalırız. Müzik ezgisel, ritimsel ve bunların dile geldiği ses ve sazlar (enstrüman) olarak özgünlüklere cevap olacak şekilde farklılaşarak zenginleşmiş, müzikal sistemler oluşturmuştur. Bu müzikal sistemler, birbirini tamamlayan bütünselliği oluşturmaktadır. Folklor ve halk dansları özgünlüklere göre farklılaşarak zenginleşen figürlerle ortak temele dayanan sanat dalı olmaktadır. Tiyatro da diğer sanat dalları da bu çerçevede ele alınabilir. Hangi sanatsal alana bakılırsa bakılsın, ortak temelde bir bütünsellik oluşturarak zenginleştiğini ve her gelişimin bugününde geçmişin tamamlanan varlığını görmek mümkündür. Ağıtlarda, dengbêjlikte, klamlarda, stranlarda olduğu gibi halk müzikleri, türküler ve şarkılarda klan-kabile yaşamının dini yakarışlarını ve mutluluk haykırışlarını; yine günümüz halk dansları, folklor ve tiyatroda kabile danslarının folklorik ve tiyatral figürlerini görmek çok zor değildir.
Dün bugünde, geçmiş şimdide geleceği örmektedir. Bu anlamda hiçbir uygarlık Kapitalizmin Modernist pozitivist anlayışı gibi bu bütünselliği bilinçli olarak parçalayıcı, kendi ahlak-sız-lık ve estetik anlayışını hakim kılma anlamında tekleştirici uygulamaların sahibi olmamıştır. İronik olan bunu ilerleme ve gelişme adına yapmasıdır. Şehrin köyden, işçinin köylüden, tekniğin doğadan, betonun topraktan, vb. üstün olduğu gibi pozitivizmin paradigması çerçevesinde „modern“ sanat da doğal sanattan üstündür artık. Ne kadar geriletilir, tekleştirilir ve yok edilirse o kadar ilerlenir ve modernleşilir! Kapitalizmin modernleşme kalıpları özgünlükleri öğüten bir değirmen olarak kendini var ettiğinden ve evrenselliğin yegâne temelini bu modernist anlayış olarak sunduğundan ortaya evrensellik eşittir tekleşme dayatmasının çıktığı vurgulanabilir.
Bu temelde kültürel ve sanatsal açıdan sürdürülen tekleştirme, kendi estetik anlayışını hâkim kılma dayatmasına karşı verilecek olan kültürel ve sanatsal direnişin temeli farklılıkların özgünlüğünü korumasına ve bunun estetik anlayışına dayanmalıdır. Evrensellik yerel ve otantik olanın yok olması değil bu farklılık ve zenginliğin oluşturduğu bütünselliktir. Bu temele dayanan sanatsal direniş aynı zamanda kültürel direniş olmaktadır ve insan kalma direnişi anlamına gelmektedir.
Sanata bu pencereden bakınca yerel ile evrensel olanın bağını kurmak ve sürece yanıt olabilecek eylemsel bir duruşa kavuşmak zor olmaz. Tüm dünya halklarıyla en samimi bağların kurulacağı alandır sanat alanı. Tüm direnenleri ortak bir ruhla birleştirmek ve dünya çapında özgür sesler ve özgür renkler oluşturmak; özgürlüğü yaratacak eylemin sahibi olmak sanatta toplumsal şahlanışı gerçekleştirmekle mümkündür.
Dar, bireysel, maddiyatçı, milliyetçi duruşlar kapitalist modernitenin oyun sahasında piyon olmaya yol açarken toplumsal kültür zemininde yerel ve evrensel bütünlüğü sağlamış sanat eylemi ise demokratik modernite güneşi gibi tüm dünyayı aydınlatacaktır. Sanatla eyleme, özgürleşmeye!
* Awazê Çiya elemanı
Politika