geçen hafta sonunu bodrum’da düzenlenen kadın sığınakları ve danışma/dayanıma merkezleri kurultayı’nda geçirdim. bu kurultay malum her yıl başka bir yerleşimde düzenleniyor. 2014 yılında da, diyarbakır’da düzenlenmişti. açılışta gültan kışanak belediye eş başkanı olarak konuşmuştu; bu benim için unutulmaz bir konuşma oldu. o sırada ve daha sonra ona gültan başkan olarak hitap ediliyordum, o ise, türk ve kürt kadınlardan oluşan topluluğa, mealen, “ben her şeyden önce kadın hareketinin bir aktivistiyim,” dedi, “çünkü biz buralara kadın hareketinin mücadelesi sayesinde geldik.” diyordu. karma siyasette onun geldiği noktaya gelmiş bir kadının, kürt siyasetinde kadınların varlığının ve temsilinin kürt, türk kadınların özgürlük mücadelesiyle bağlantılı olduğunu ifade etmesi bence çok önemliydi.
gültan kışanak bulunduğu her hareketin emekçilerinden oldu. kürt siyasetinin omurgasını oluşturduğu partilerde kadınların rolü, yeri ve etkisini, tanıklıklara dayandırarak ele alan meşakkatli bir çalışmayı, üstelik de hem tanıklar hem de kendisi cezaevindeyken yapmak tam ona yakışacak bir şey. kitabın editörü hülya osmanağaoğlu’nun bu zorlu sürece katkısını unutmamak gerek.
kitaptaki anlatımlar içinde beni en çok etkileyen belediyelerde yürütülen çalışmalar ve eş başkanların deneyimleri oldu. türkiye’de belediye deyince solun aklına nedense sadece fatsa ve şimdilerde ovacık geliyor; bu, kayyımlara teslim edilmiş belediyelere haksızlık, bence. özellikle kadın eş başkanların gerçekleştirdikleri birer küçük yerel devrim niteliğinde. örneğin leyla güven’in önerisiyle, 2005 yılında küçükdikili belediyesi’nde, genel-iş’le yapılan toplu sözleşmeye eklenen, “eşinin üzerine kuma getiren, ikinci evlilik yapan personel tazminatsız işten atılır”, “kız çocuklarını okula göndermeyen personelin erkek çocuğuna verilen eğitim yardımı kesilir”, “eşine şiddet uygulayan personelin maaşı eşine verilir” maddeleri…
her halkın, her coğrafyanın kadınları kendi özgürlük ırmaklarını farklı bir yataktan akıtıyor. o yüzden farklı mücadele alanlarını ve deneyimlerini kıyaslamak doğru gelmiyor bana. kaldı ki türk kadınlarla kürt kadınların pratiğinde çok önemli, çok belirleyici farklar var. kürt kadınları sadece kadın özgürlük mücadelesi yürütmedi, aynı zamanda kendi uluslarının inşa sürecinin bir parçası oldular. defalarca yazdığım bir noktayı bir kere daha hatırlatmak istiyorum. her uluslaşma süreci aynı zamanda bir modernleşme sürecidir ve modernleşme süreçlerinin en önemli parçası kadınların nasıl yaşayacağı meselesidir. bu anlamda kürt kadın hareketinin çok farklı dinamiklere, farklı şanslara sahip olduğunu ama birçok kısıtla da karşı karşıya kaldığını düşünüyorum ve gözlemledim.
morun kürt siyasetindeki en önemli renklerden biri haline gelmesi kolay olmamış. o yüzden siyasette temsil konusunda, bu kitapta anlatılan deneyimlerden öğreneceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum. bilindiği gibi, kota vb. kadınların siyasi temsilinin önünü açan yöntemler, pozitif ayrımcılık 1980’lerin sonundan itibaren türkiye’de de tartışılıyor. toplumun, kamunun üstlenmesi gereken birçok işi aileye verdiği, bu işlerin aile içinde ücretsiz olarak kadınlara yüklendiği bir dünyada ve bu konuda ileriye değil, geriye gidilen bir ülkede yaşıyoruz. kadınların, mesleksiz, eğitimsiz, vakitsiz, özgüvensiz kılındıkları toplumsal hayatımızda, siyasette temsil edilebilmeleri için, tabii ki bu toplumsal etkiyi biraz olsun kırabilecek, teşvik edici önlemlere ihtiyaç var. ancak iki noktayı unutmamak gerek; kadınların siyasal temsili sadece siyasi mevkilerde yer almaları anlamına gelmiyor; tıpkı birey olarak bazı kürtlerin, bu halkın varlığını ve haklarını inkâr eden partilerde yer almalarının kürtlerin temsili anlamına gelmemesi gibi. kadınların temsili aynı zamanda kadın özgürlüğü taleplerinin temsili anlamına gelmeli. bu işin bir yanı.
kitabın bana düşündürdüğü şu oldu; siyasal temsil ve pozitif ayrımcılığın uygulanması (erkek şiddetine karşı mücadele gibi meseleler de) sadece tüzük vb. hukuksal araçlarla sağlanabilecek şeyler değil. öncelikle, karma siyasetin dışındaki kadın özgürlüğü mücadelesinin varlığı karma örgütlerde kadınların varlığının ve temsilinin adeta garantisi. okuduğum tanıklıkların çoğu bana, “bu kadın bunu diyecek/bunu yapacak gücü nasıl buldu?” dedirtti. bu kadınlar ailelerine, eşlerine ve aynı partide çalıştıkları erkeklere kafa tutmuş. o yüzden kadınların gerek politik gerekse bireysel olarak güçlenmeleri şart. hem kafa tutacak gücü kazanmak hem de görevi layıkıyla yapacak donanıma ulaşmak gerekiyor. ve bence en önemlisi, herhangi bir göreve seçilen kadın, yönetimsel bürokrasiyi bir kenara bırakıp kadınlarla yürümeli; derik belediye başkanı çağlar demirel gibi mesela, kazanması için bütün kadınlar seferber olmuş, rekor oyla seçilmiş ve mazbatasını aldığı gün, önce kadınlar olmak üzere bütün derik halkıyla belediyeye yürümüş. “içeri girince kadınlar koltuğu fırlatıp yerine bir sandalye koydular ve beni oturttular, ben de kalkıp yaşlı bir anayı oturttum,” diye anlatıyor.
herhangi bir göreve seçilen bir kadın, kadınları temsil ettiğini bilmeli, onların taleplerine, yaklaşımlarına kulak vermeli, atacağı her adımda onları ikna etmeli. kadınların –ya da başka ezilenlerin- mevcut bilinciyle yeni/yenilikçi bir siyaset örülemez ama her önerinin, çizginin sağlamasını kadınlarla –tüm ezilen ve sömürülenlerle- yapmak gerekiyor. kadınlarla, ezilenlerle aramızdaki mesafe bir adımı geçmemeli ki seslerini duyalım, onlar sesimizi duysun, derdimizi anlasın.
kürt siyasetinin mor rengi, siyasetle ilgilenen, toplumsal cinsiyet üzerine düşünen herkesi ilgilendirecek ayrıntılar içeriyor. özellikle, “ortadoğu” falan diye burun kıvıranların mutlaka okuması gereken bir kitap.
(Artıgerçek)