Türkiye'de, 1920 ile 1984 yılları arasında İstiklal Mahkemeleri kararları haricinde 15'i kadın olmak üzere toplam 712 kişi idam edildi. Bu dönem zarfında gerçekleştirilen askeri darbelerle koşut olarak başvurulup, idam edilenler arasında 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan gibi isimler yer aldı.
Çoğunlukla bu idamlarla anılan Türkiye’de, hakkındaki idam hükmü 25 Ekim 1984 günü Burdur Kapalı Cezaevi'nde infaz edilen son isim ise, Devrimci Yol militanı Hıdır Aslan oldu.
Üzerinden 34 yıl geçen Hıdır Aslan’ın idamından bugüne Türkiye'de fiilen hiçbir idam kararı uygulanmadı. İdam cezası, 7 Mayıs 2004 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile yasalardan tamamen çıkarılmış oldu.
İdam edilen son isim olan Hıdır Aslan, 1958 yılında Dersim’in Hozat ilçesinde dünyaya geldi. Ortaokul öğreniminden sonra Ankara’ya gelerek eğitimine burada devam eden Aslan, politikayla Kurtuluş ve Etlik Liseleri'nde okurken tanıştı. Kısa bir süre sonra LİSE-DER'e gitmeye başlayan Aslan, karıştığı bir olay nedeniyle tutuklanarak 7 ay cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıkan Aslan, 1978 sonrası İzmir'e gitti. Burada bir kamulaştırma eyleminde bulunduğu ve üç polis memurunu öldürmek suçundan hakkında yakalama emri çıkarılan Aslan, 1980'de İzmir'de yakalanarak cezaevine konuldu. Oradan Buca Cezaevi'ne gönderilen Aslan, 4 yıl süren yargılamalardan sonra idama mahkûm oldu.
Cezası önce TBMM, sonra da Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından onaylandı. Askeri Yargıtay'a yeniden yargılama başvurusu yapılsa da, bu talep reddedilerek idam edildi.
Devrimci duruş ve ilkelerinden taviz vermeyen özelliğiyle bilinen Hıdır Aslan’ı yengesi Meneş Aslan anlattı.
Meneş Aslan, Hozat’a bağlı olan köyleri Taşıklı’da birlikte yaşadıklarını belirttiği Hıdır’ı şu sözlerle anlattı: “Hıdır daha sütünü emdiği yaşlarda annesini kaybetmişti. Evimizin en küçüğüydü, o yüzden ona sevgimiz ayrı idi. Onu çok severdik. Hep güleç yüzlü, espriliydi. Güldürürdü bizi hep. Cesurdu. Herkes onu çok severdi. Okulda çok başarılıydı. Hep ‘Abim Aydın okuyor, ben de okuyacağım’ derdi.”
‘BEN BU YOLDA ÖLÜRÜM…’
Ortaokulu bitirdikten sonra liseyi okumak için Ankara’ya gidip, cezaevine girmesinden sonra onu bir daha göremediğini belirten yengesi, bunun acısını hep içinde yaşadığını ifade etti. Cezaevine girdikten sonra annesi ve babasının sürekli Hıdır’ı ziyaretine gittiklerini, onun ise hep iki yeğenini görüşe çağırdığını paylaşan Aslan, “Annesi, babası gittiğinde hep umutlu konuşurdu. Morali hep yerindeydi. Hayatından memnun olduğunu söylerdi hep. Babası ona ‘seni cezaevinden raporlarla çıkaracağım’ dediği zaman kabul etmiyordu. ‘Ben bu yolda ölürüm ama yine rapor kabul etmem’ diyordu. Babasına kızıyordu. ‘Bunları konuşmak için geliyorsan görüşmeye hiç gelme’ diyormuş” diye belirtti.
Hıdır’ı gidip cezaevinde görmeyi çok istese de, bir türlü görememekten yakınan yenge Aslan, gönderdiği mektupları hala sakladığını da ifade etti.
MEKTUBU GÖĞSÜNDEYDİ
İdam edilmesi sonrası Hıdır’ın cenazesi ile birlikte göğsünün üzerinde yer alan kaleme aldığı mektubu, havlusu ve banyo lifini teslim aldıklarını aktaran Meneş Aslan, o mektuba dair şunları dile getirdi: “Mektubunda idam saatin kadar yaşadıklarını anlatmıştı. Vasiyetinde de, o mektubun mezarı başında herkesin içinde okunmasını istemişti. ‘Benim cenazemi açın bütün insanlar beni görsün’ demişti. ‘Beni bahçeme götürün, evin içine götürün’ diye vasiyet etmişti. Bütün vasiyetini yerine getirdik. Mezarı başında okundu mektubu. Evin içine getirdik herkes tek tek baktı ona. Çeşmenin önüne getirdik. Sonra mezarlığa götürdük.”
‘ANLAMLIYSA ÖLÜM YAŞAMAK KADAR GÜZELDİR’
Hıdır Aslan kaleme aldığı o mektubunda şunları dile getirmişti: “Yaşamak bir türküyse, bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım. Zafer şarkısının söylendiği günler de gelecek. Kısa da olsa onurlu yaşamanın yolunu seçtiğim için mutlu gidiyorum. İyi, güzel şeyler uğruna yaşanıyorsa her şey, katlanılmayacak şey yoktur. Ölüm bile basitleşiyor. Anlamlıysa ölüm, yaşamak kadar güzeldir..”
Mücadele arkadaşları ise, bir devrimcide olması gereken alçak gönüllülüğe sahip olduğunu belirttikleri Hıdır’ın gerçek adını o cezaevine girene kadar bilmediklerini dile getirdi.
Arkadaşları “Ser verir, sır vermezdi. Vedat olarak bilirdik onu. Cezaevine girince gerçek adını öğrendik. Onun bir dişi yoktu ve onu dişinden tanımışlardı polisler” dedikleri Hıdır’ın dişlerini idam edilmeden sadece iki gün önce yaptığını anlattı.
M/A