1974 yılında, Kıbrıs istilasını görüp yazmaya gittim.
İlk durağım Girne şehri, yıllar sonra Kürdistan’da Cizîra Botan, kadim Amed, İdil, Yüksekova, Silopi ve Nusaybin’in başına geldiği gibi talan edilmiş, kuyumcu dükkanları boşaltılmış, yataklar, yorgan ve yastıklar bile gemilere yüklenip TC’ye gönderilmişti.
Benden önce gelmiş gazeteci grubuyla buluşup Lefkoşa’ya giderken talana uğramış köylerden geçtik. Güzelim köy evlerinin kapıları kırılmış, camlar, çerçeveler indirilmiş, günümüz Kürdistan’ında olduğu gibi götürülemeyen mobilyalar kırılmıştı. Yatak odalarından özel bir hınçla girilmiş gibi, baş ucu kitapları lime lime, aynalar paramparça, yatak, yorgan ve yastıklar delik-deşik edilmişti.
Bizi Lefkoşa’ya götüren kamyondan bozma personel taşıma aracının oturak altları, ayakları bağlı “ganimet” tavuk istifiydi. Aracın komutanı üsteğmen “Türk askeri asla korkmaz ve yılma nedir bilmez” diye başlıyor, yardımcısı astsubay da, gece girdikleri köylerde yarattıkları kahramanlık destanlarını anlatıyor, sözlerini “analarını….tik, hiç acımadık” diye bağlıyordu.
Biraz sonra, üniversite öğrencilerinden oluşan bir direniş grubu önümüze çıkınca, “korkusuz Türk subay”ı, herkesten önce ellerini kaldırıp “teslim” diye bağırmış, sonra akranım olan gençlere diyaloğumu görünce, “ne olur beni unutma” diye yalvarmıştı.
Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül olayından sonra, Silivri mahpushanesinin kapısında nöbet başlatan Mete Akyol tanıktır. Yalvarması üzerine ona dönmüş ve “sen, ne aşağılık bir adamsın, böyle” demiştim.
Sonra, bizi Limasol’a götürürlerken, cezaevi aracının esir taşıdığını bilenler, durup uzaktan tükürüyorlardı. Limasol’da durduğumuzda, aracı saran kalabalık bağrışarak yakından tükürmeye başlamışlardı.
Rumca bilen Anadolu Ajansı muhabiri Fehmi, söylenenleri tercüme etmişti:
“Barbarlar, tecavüz ettiğiniz kadınları neden öldürüp, memelerini de kestiniz!..”
Söylenenleri yadsıyıp yadırgamamıştım. Çünkü, “taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmama” hamlesi olan, 1925-1939 Kürt kırımı bu olaylar bütünüydü. Tecavüzcülere yakalanmaktansa yangınlara, bahar sularına atılan, uçurumlardan aşağıya atlayarak intihar eden kadınların trajedileri dilden dile geçiyordu.
Yaşar Kemal, “Fırat Nehri Kan Akıyor Baksana” romanında anlattığı üzere, Kürdistan onlar için ganimet harmanıydı. Usta, tecavüze uğramış Kürt kadınlarının kum üstünde segirten kesik memelerini anlatıyordu, romanında.
Girne ve köylerinde gördüğüm soygun ve talanın, günün birinde mazlum Kürdistan’da tekrarlanabileceğini nereden bilebilirdim?
Ancak kadere kakın ki, 1990’larda talan, hırsızlık ve soygun sıradanlaşıyor, Kürt’ün dirisine erişemeyen tecavüzcüler, kızışmış deve gibi ağızları köpükler saça çaça ölü gerilla kadınlara saldırıyor, kadın memelerini de kesip alıyorlardı.
Amerikalı General Custer’ın 1860’da, ülke yerliler için söylediği sözün adaptasyonu ile, “en iyi Kürt ölü Kürt”tü.
“Kendi yurttaşlarını bombalayan Esad katildir” naraları atıp, dünyaya insaniyet üzere gülüşlü pozlar veren Recep Erdoğan, Kürtlere sıra gelince, katilliği unutuyor, ordusuna “Kürt şehirlerini uzaktan bombalayın ki, zaiyatımız olmasın” diye gürlüyor, top sesleri arasında şehirler toz ile dumana boğuluyordu.
Varto’da, Cizîra Botan, kadim Amed Surları arasında, İdil, Silopi, Yüksekova ve Nusaybin’de karşımıza çıkıyordu. Sonra, geride bıraktıkları ölüm toz ile dumanı dağılınca, nasıl, hangi işkence ile, ne şekilde katletikleri bilinmezlik ama, çırılçıplak, memeleri de kesik kadın bedenleri toplanıyordu, sokaklardan. Hamile kadın ve bebek ölüleri…
Kürtler tecavüzcüler, soyguncu ve hırsızların taarruzun altında, Şorolo ise Kürtlerin tepesinde, Yahudilerin belalısı Hitler’in gölgesi rolündeydi.
Hitler, 1933’de Almanya’da Yahudilere, solcu ve liberal aydınlara uyguladığı, Kenan Evren’in de 1980’de zulmüne yolluk yaptığı vatansızlaştırma kanunu da raftan iniyordu.
Hitler’in sefalet rejiminde Yahudilerin seçme ve seçilme hakkı yoktu. Kürtlerin bu hakkı Şorolo’nun demine bağlı. Ruhunu karabasanlar sardığında seçen ve seçilmiş belediye başkanları mahpustur. Parlamenterler tutuklanmayı bekleyen rehine…
Hitler, Yahudileri yer yüzünden sileyim derken, sonunda, kendi kafasına kurşun sıkmak zorunda kaldı.
Ve Yahudiler, bugün devletse eğer, onun zulmü sayesindedir. Onun barbarlığından sonra dünya insafa gelip, Yahudilerin vaddedilmiş yurdu kapılarını açtı…
Recep Erdoğan da, ebedi düşman Kürtlere bu iyiliği mi yapacak? Bilinmez ki…