HDP İstanbul İl Örgütü’nün 1. olağanüstü kongresinin yapıldığı Sinan Erdem Spor Salonu’nun içini coşkulu bir kalabalık doldurmuş. “Sur- Cizre-Nusaybin yaşam için direnenlere selam olsun”, “Diyarbakır-Suruç-Ankara. Katili tanıyoruz. Unutmadık unutturmayacağız”, “Cerattepe’de isyan eden kadınlarız” pankartları asılıydı salona. En dikkat çekeni “Kürt sorununda siyasi çözüm için müzakereler başlasın” pankartı ise kürsünün hemen yan tarafına asılmıştı.
Sahneye kurulan ekrana katliamlarda yaşamını yitirenlerin fotoğraları yansıtılıyordu.Öcalan’ın fotoğrafının yansımasıyla birlikte coşku artıyordu. Bajar, Rewşen, Meral Tekçi’nin şarkılarıyla halaylar çekiliyordu. Kongrenin sürpriz sanatçısı ise Suriye’den siyasi baskılar nedeniyle Almanya’ya gitmek zorunda kalan Xero Abbas oldu.
“Özgürlük için direniyor, demokrasi için örgütleniyoruz” sloganıyla düzenlenen kongrede hüzün ve coşku iç içeydi. Cizre’deki vahşet bodrumundan telefonla günlerce haykıran Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç ile yapılan son telefon bağlantısının televizyon görüntüleri ekrana yansıtıldığında Tunç’un sesi kapladı Sinan Erdem’i: “Şu anda Cizre’de bir vahşet, bir katliam uygulanıyor.”
HDP bayrakları ve Öcalan resimlerinin yanı sıra Sivil Savunma Birlikleri YPS’nin bayrakları da tribünlerdeydi.
“En büyük başkan bizim başkan” sloganlarıyla konuşması sık sık kesilen HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “tarihi” bir konuşma yapıyordu. HDP’nin “tarih yazdığını” söylerken bin yıllık Kürt tarihinin sayfalarını açıyordu. Sahte tarihin değiştirilmesi çağrısı yapıyordu İstanbul’dan. HDP’nin bu misyonla yola çıktığını, bunun da bazı çevreleri rahatsız ettiğini anlatıyordu:
“Saray’daki zat ve çakma milliyetçiler bugün şunu söylüyorlar: ‘Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz.’ Bize sundukları seçenek buydu. ‘Ya mevcut düzene tabi olacaksınız ya da yüzlerce yıldır olduğu gibi katliama, soykırıma maruz kalacaksınız’ dediler. Savaş seçeneğini asla tercih etmedik. Hiçbir insanın ölmesini kabul etmedik. Karşımızdaki ceberut anlayış bu kadar acımasızca vahşet uyguladığı yerde direnmeyip de ne yapacaktık. Bu kansızlar, soysuzlar önünde baş mı eğecektik...”
Çarpıtılmış, tahrif edilmiş, yalan bir tarih üzerine kurulmuş cumhuriyetten söz ederken 1071’deki Malazgirt savaşını örnek veriyordu:
“Bin yıllık kardeşliği böldürmeyiz diyorlar. Bunu söyleyene bak ey kardeşim... Alparslan 1071’de Malazgirt’e geldiğinde Ardahan’dan Süleymaniye’ye, Van’dan Botan’a Kürtler yaşıyordu. Alparslan Anadolu’ya girmek istediğinde o topraklarda Ermeniler yaşıyordu. Kürtler kendilerini yönetiyorlardı. Alparslan Mervanilerden yardım istedi. Mervani Kürt Devleti 10 bin süvarisini yardıma gönderdi. Türkler öyle Anadolu’ya girdi. Alparslan Anadolu’ya girdiğinde ‘Kürtler yoktur Kürtçe yoktur’ diyemezdi. Zaten orası Kürdistan’dı. Bin yıllık ortak tarihimiz var diyorlar. Bunun 900 yılında biz Kürt’tük kardeşim. Son yüz yılda bizi Türkleştirmeye çalıştınız...”
“Mitoloji, efsane değil” diyerek 400 yıl önce Kasrı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan topraklarının iki parçaya bölündüğünü, 100 yıl önce ise Sykes-Picot anlaşmasıyla dört parçaya ayrıldığını anlatan Demirtaş’ın hem Başbakan Davutoğlu’na hem de CHP lideri Kılıçdaroğlu’na bir çağrısı vardı: “İnkılap tarihi kitaplarının nasıl yanlış yazıldığını anlatın. Gerçekleri anlatın. Türkiye’de tarihi yeniden birlikte yazalım.”
Demirtaş, bin yıllık Kürt tarihini açtı. Kürtlerin son yüzyılda neler yaşadıklarını ve nasıl direndiklerini anlattı. Demirtaş’ın sözlerinden de kongre salonunu dolduran kalabalığın coşkusundan da anlaşılıyordu ki Kürtler bu kez de baş verse de baş eğmemekte kararlı.
cumhuriyet