Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / "Aleviler faşizme Kerbela tavrı göstermeli"

"Aleviler faşizme Kerbela tavrı göstermeli"

21 Eylül 2018, 14:39

"Alevi inancı iyi, güzel, yararlı, demokratik, komünal olan yani insani değerler olarak bildiğimiz değerleri kendisinden biliyor, sahipleniyor"

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren, Aleviler için Muharrem ayının önemini anlatırken, "Alevi inancı iyi, güzel, yararlı, demokratik, komünal olan yani insani değerler olarak bildiğimiz değerleri kendisinden biliyor, sahipleniyor" dedi. Muharrem'e günümüzde yanlış da yaklaşıldığını vurgulayan ve Aleviliğin doğası gereği devletle yakınlaşamayacağını belirten Eren, 50-60 yıl önceki Aleviliğe dönülmesi gerektiğini söyledi.

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren, Muharrem ayı vesilesi ile ajansımızın sorularını yanıtladı.

ALEVİLER İÇİN MUHARREM

Bir matemi muharremden daha geçiyoruz. Aleviler açısından muharrem günlerinin manevi bir anlamı var. 680’den bu yana Kerbela’yı yad ediyorlar. Muharrem gününün sonuna da geliyoruz. Aleviler bu muharremi nasıl karşıladı?

Aleviler 1.300 yıldır Kerbela’da yaşanan o katliamı, direnişi dini duygularıyla yani inanarak, ona büyük bir sevgi besleyerek yas havasında anıyorlar. Yasta anıyor olmalarının nedeni; Hz. Hüseyin’in temsil ettiği kültürün, inancın, insanlığın büyük bir vahşet karşısında katledilmiş olması, masum insanların orada öldürülmüş olması, kadınların, çocukların katledilmesinden duyulan üzüntü bu biçimde ifade ediliyor. Kuşkusuz Kerbela’ya direnişe giden Hz. Hüseyin ve onun yanında giden insanlara duyulan sevginin kaynağında onun temsil ettiği duygular, düşünceler, yaşam var.

Burada önemli olan husus şudur; peki, Aleviler neden Şiiler gibi değil de kendilerine has bir biçimde Kerbela’yı anıyorlar? Çünkü Şiiler de Hz. Hüseyin veya Kerbela üzerinden kendilerini devletleştirmişler. İktidar olmuş, devlet olmuş Şiilerin, Emevinin temsil ettiği Sünni devletlerden çok bir farkı yoktur. Nihayetinde iktidar iktidardır. Bugünkü İran’da görüldüğü gibi. Bir sürü haksızlıkta bulunuyor, halkları inkar ediyor, dilleri inkar ediyor, insanları idam ediyor, kadın hakları yok. Halbuki Kerbela’da direnen kadınlar var, Zeynep direndi orada. İnsanlar katledildi, çocuklar katledildi. Ama bu gün İran kendisinden olmayan çocukları tanımıyor, ana dillerinde eğitim görmelerini engelliyor. Fakat Aleviler Hüseyini direnişi farklı anlıyorlar.

'MUHARREM GÜNLERİ BELLEĞİ TAZE TUTUYOR'

Nasıl anlıyorlar?

Alevi inancı iyi, güzel, yararlı, demokratik, komünal olan yani insani değerler olarak bildiğimiz değerleri kendisinden biliyor, sahipleniyor. Böyle bir inançtır. Zaten Aleviliği diğer inançlardan ya da çevresindeki diğer felsefelerden, düşüncelerden ayıran temel özelliği de budur. Alevilik birebir Müslümanlık değilse, birebir Hıristiyanlık değilse, nedeni bu özelliğinden ötürüdür. Aleviler kana bakmazlar, akrabalığa bakmazlar, kim kimdedir, bakmazlar. Bir insanın neyi temsil ettiğine, nasıl yaşadığına, ne söylediğine, insanlar için ne istediğine bakarlar. Bu Alevi inancının özünde var. Nasıl ki İslamiyet’te kelime-i şehadet getirilerek Müslüman olunuyorsa ve sonrasında İslam’ın şartları yerine getirildiğinde o insanın artık Müslüman olduğu anlaşılıyorsa, Alevilikte de bir insanın yaşamına, sözüne, düşüncesine, neyi temsil ettiğine bakılıp ölçülüyor; iyiyse, ahlakiyse, insanlığa hizmet ediyorsa o Alevi oluyor. Alevilerin de Hüseyini direnişe bakışı böyledir.

Bu taleplerde bulunan direnişler bu biçimde anıldıkça toplumun hafızasında, düşüncesinde sürekli iyiyi aramanın, iyiye sahip olmanın, iyinin tarafında yer almanın, hakkın tarafında yer almanın topluma kavratılması isteniyor. Bu tür ibadetlerle Alevi inancının hangi çizgiyi temsil ettiğini, insanlık davasının hangi tarafında olduğunu göstermiş oluyor.

Bir kere Kerbela’yı sahiplenmek çok keskin bir ayrışmayı ifade ediyor. Koca bir imparatorluk var karşılarında, bir devlet var, binlerce ordusu, malı-mülkü çok fazla, büyük zenginlikleri kontrol eden bir hükümranlık söz konusudur ama Aleviler o Kerbela ovasında su bulamadıkları halde katledilenlerin tarafını tutuyor. Yani güçten taraf değil, haktan taraf tutuyor. Zaten Alevilik böyle bir inançtır.

MUHARREME YAKLAŞIM NASIL OLMALI?

Peki, günümüzde bu yeteri kadar aktarılıyor mu?

Bu geleneğin günümüzdeki temsili ya da yaşanma biçiminin bir bütün böyle olmadığını görüyoruz. Bu yönlü sıkıntılar var. Mesela basına yansıyan Alevilerin konuşmaları ya da değerlendirmeleri söz konusudur. Zaten matemi muharrem deniliyor. Muharrem yası yani. Normalde Aleviler inançları gereği muharrem günlerinde mümkün mertebe inzivaya çekilir gibi yaşarlar. Sürekli dua edilir, mümkün mertebe çok fazla lükse, şatafata bulaşmazlar, israf hiç olmaz, hatta temizlik bile yapmazlar. Ama günümüzün Alevilerine baktığımız zaman böylesi duygular ya da böylesi duyguların biçimlendirdiği yaşamın çok olmadığını insan görebiliyor. Örneğin işte birkaç gün önce Alevilere hitap eden bir TV kanalında tanıklık ettik. Muharrem günlerinde piknik yapılmış, o piknikte davullu zurnalı, halaylı bir kutlama var. Tabii o piknik önceden mi yapılmış, muharrem günlerinde o televizyonda veriliyorsa televizyon burada bir eksikliğe girmiştir inançsal olarak. Yok, eğer muharrem günlerinde öyle bir piknik yapılıyorsa televizyon ve o pikniği yapan Alevilerin kendisi de sıkıntılıdır. Bursa’daki Dersimli Alevilerin bir etkinliği vardı ve takip edilebildiğim kadarıyla birçok Alevi kurumu oradadır. E şimdi muharrem ayında böyle bir etkinlik yapan bir Alevi kurumunun, kuruluşunun Aleviliği biraz tartışılabilir.

Muharrem'e yaklaşım bir nevi kimi Müslümanların ramazana yaklaşımına dönüşmüştür. Mesela ramazanda çok fazla yemek yemelerdir, çevresinde oruç tuttuğunun hissettirilmesidir. Lüks, şatafatlı iftar sofraları düzenlemelerdir, kimi zenginlerin, özellikle devleti yöneten kimi insanların devletin gücünü kullanarak o günlerde yoksullara yemek vermeleridir. Bunların hepsi biçimsel şeylerdir. Devlet dinlerinde böyle olur. Alevilerin muharreminin ramazan gibi olmaması gerekiyor.

Kuşkusuz inancını kökten yaşayan, gerçekten o duyguları, o ruhu hissederek geçiren Aleviler az değildir. Böyle bir kitle de söz konusudur ama maalesef Aleviler adına konuşan, dernekler kuran, kurumlar oluşturan aydın-entelektüel kimi çevrelerin yine Aleviler üzerinden bir biçimde kendini ifade etmeye çalışan insanların önemli bir kısmında böyle bir karmaşanın yaşandığı görüldü bu muharremde.

'BİRİ DEVLETLEŞMİŞ, BİRİ DİRENMİŞTİR'

Aleviliği devlete yaklaştırma girişimleri mi var?

Aleviliği kendi öz ilkelerinden uzaklaştıran iktidarların, devletlerin istediği biçime sokan saldırılar Aleviliği bu biçime getiriyor. Kuşkusuz Alevilerin kendi kimlikleri üzerinden kendi inançlarını sorgulamaları hatta reforma uğratmaları, değiştirmeleri, biçim vermeleri doğaldır, olması da gerekiyor fakat bunu devlet aklı ile yapmak Aleviliği bitirmek demektir. Aleviliği başka bir inanç yapmak demektir.

Alevilikle devlet ilişkisini Alevilerin inancı üzerinden okumak gerekiyor. Devlet aklıyla Aleviliği okumak Aleviliği devletleştirmektir. Kim bunu yapıyor? Bu özellikle Kemalist cumhuriyetle birlikte Türkiye’de adım adım geliştirilen bir politikadır. Şunu bilmek gerekir; Alevilerin Kerbela’dan anladıkları başka bir şeydir. Şiilik olarak var olan Müslümanların Kerbela’dan anladıkları başka bir şeydir. Biri devletleşmiştir, biri sürekli direnmiştir. Biri devletten hep uzaklaşmıştır. Eğer ikimiz de Aleviliği seviyoruz dersek o zaman Erdoğan’ın dediği gibi olur. O da Ali’yi seviyor, Aleviler de Ali’yi seviyor. O zaman Erdoğan bir Alevidir. Bu sonuç açığa çıkar. O yüzden söyledim zaten Aleviler muharremden Hz. Hüseyin’den ne anlıyor? Zeynep’ten, Kerbela’da şehit düşenlerden ne anlıyor... Bu Aleviler açısından sorgulanmalıdır. Aleviler zannediyor ki bir Şii Kerbela’dan ne anlıyorsa oda onu anlıyor, böyle değildir. Böyle olsaydı Aleviler Şii olurdu, namaz kılarlardı, camiye giderlerdi, ramazan orucu tutarlardı, hacca giderlerdi, Ali Sistani’den ya da Ayetullah Ali Hamaney’den fetva alırlardı.

Belki birebir Aleviler tutuklanıp öldürülmeyebilirler, eskiden olduğu gibi mahalleleri yok edilmeyebilir, farklı baskı unsurları oluşturularak Aleviliğin önünü kesmek istemeyebilirler. Neden? Çünkü mevcut zaaflar, çelişkiler, kendinden kaçış zaten devletin ve AKP’nin istediği yöne giden bir Alevilik yarattığı için bu böyledir. Bu noktada Türkiye'deki mevcut oluşturulmaya çalışılan durum pek de iç açıcı değil.

'ESNEKLİK, KARMAŞALIK DOĞRU DEĞİL'

Neden değil?

Çünkü yeryüzündeki bütün inançların bazı olmazsa olmazları, ilkeleri vardır. Bütün inançlar açısından bu böyledir. Örneğin İslam için düşündüğümüzde ibadet yeri camidir. Oraya girişin bir adabı vardır. Aynı şey kiliseler, havralar, Budist tapınakları için de geçerlidir. Yani bu sadece Aleviliğe has bir şey değildir. Bu noktada Aleviler oldukça esnek, belirsiz bir karmaşa içerisindedirler. Kimi Aleviler bunu olumluyorlar. Bu şu anlama geliyor: Yeryüzündeki inançlar içerisinde inancını en güzel, en doğru, en akıllıca, en bilimsel yaşayan Aleviler 7 milyardan 30 milyonu çok iyi, çok doğru yaşıyor, diğeri yanlış yaşıyor anlamına geliyor. Burada bir terslik var inançsal olarak. Biçimsel olarak bile olsa yaşayan dinler ve inançlar söz konusudur. Bu noktada Alevilerde de ciddi bir karmaşa söz konusudur. Örneğin cemde oturmanın, konuşmanın, ibadet yapmanın, hak çağırmanın, dua etmenin adabı nedir...

Muharrem günleri vesilesiyle cemler yapıldı, neredeyse hiçbir cem hiçbir ceme uymuyordu. Bu Müslümanların camisine benzer. Bildiğimiz kadarıyla cemlerin adabı bütün usullerde birbirine yakın değildir. Alevilik çok farklıdır. Farklılığı da aynı değildir. Genel destur aynıdır. Örneğin hiçbir Alevi ceminde haremlik selamlık yoktur. Hiçbir Alevi ceminde pir rızalık almadan taliplerin karşısına çıkmaz. Hiçbir Alevi cem evinde gir, çık, kal ve konuş yoktur. Hiçbir cem evinde devlet memurları gibi kravat, takım elbise, saçları jöleli ve devlet orkestrası gibi önüne defter bırakarak, şiir okumak, türkü okumak yoktur. Bütün bunlar karmaşayı gösteriyor. ve bunlar çok tehlikelidir. Kuşkusuz bunu bilen, bunu tartışan Aleviler vardır. İşte bu dışarıdan gelen saldırılar noktasında Alevilerin savunmasız kalmaları için bütün kapıları açmaya yol açıyor.

Örneğin Alevi cem evlerine günahkar girmez, yalancı girmez, sorun yaşayan bir can cemin huzurunda dara kalkmadan, temizlenmeden, cem evinde oturmaz. Şimdi böyle değil. Bütün bu sorunlar Aleviler açısından ciddi riskler barındırıyor. Çünkü Alevilik inancı ile beraber maddi yaşamını iç içe geçirmiş bir kültür. Dolayısıyla bir Alevi inandığı gibi yaşamak zorundadır. Örneğin bir Alevi zalimden yana olamaz. Bir Alevi yalancı olamaz. Bir Alevi haksıza mahrem olamaz. Alevi gücün yanında değil, hakkın yanındadır. Aleviler adına konuşan bazı insanlar bir biçimde devlet ile ilişkilenmeye ve yanaşmaya çalışıyor.

Şu hatırlatmada bulunalım; Pir Sultan ve Seyid Rıza Alevilerin en iyi hafızasını bilen şahsiyet ve kişilerdir. Pir Sultan'ı Pir Sultan yapan nedir? Osmanlı’nın Paşa teklifini kabul etmemesidir. Osmanlı'ya direnmesidir. Bu nasıl sembolikleştirilmiş? Pir Sultan Hızır Paşa’nın sofrasına oturmamıştır. Üstelik Hızır Paşa’nın sofrasındaki yemeği Pir Sultan'ın köpekleri yememiştir. Burada güçlü bir inançsal sembolizm söz konusudur. Alevi bir insanın köpeği devletin yemeğini yemez. Bu anlama geliyor. Alevi sembolizmi budur. Çünkü inançlar bazı değerlerini böyle sembolik şeylerle ifade ederler. Seyid Rıza koca devletin karşısında 3 ve 5 aşiret ile ölümü göze alarak, direniyor. Çok rahatlıkla Osmanlı paşası da olabilirdi. Seyid Rıza çok rahatlıkla Türkiye Cumhuriyetinin herhangi bir eyalet valisi de olabilirdi. Ama o, Evladı Kerbela olmayı seçmiştir.

'ALEVİLİĞİN ÖRGÜTÜ OCAKLARDIR'

Şimdi Aleviler günümüz kapital ve maddiyatçı dünyasında kendilerini örgütleyerek güç olacaklarına, bir nevi kapısını devlete açma, elini devlete açma gibi bir pozisyona doğru gidiyorlar.

Aleviler sivil toplum kuruluşlarını kurmuşlar, dernekler kurmuşlar. Biz Alevi örgütünü kurmuşuz, diyorlar. Şimdi bu konuda da bir karmaşıklık var. Bu karmaşanın görülmesi ve aşılması gerekiyor. Alevilik derneklerle örgütlendirilemez. Aleviliğin örgütü ocaklarıdır. Pir-Mürşit ilişkisidir. Alevilik böyle örgütlendirilir. Alevilik cem evinde örgütlendirilemez. Cem evinde ibadet edilir. Derneklerde Aleviler örgütlenemez, derneklerde oturulur, sohbet edilir, siyasi konular tartışılır, kendi güncel sorunlarını tartışabilirler, büyük bir topluluğun ben varım diyebilmesi için. Kendi inancını açığa çıkartmak gerekiyor ki, bu da Aleviler ve ocaklardır.

'FAŞİZME KARŞI KERBELA TAVRI OLMALI'

Kuşkusuz Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de büyük bir zulüm var. Bir faşizm söz konusudur. Alevilerin tavrı Muharrem tavrıdır. Kerbela tavrı olmalıdır.

Alevilik zaten saldırılar karşısında kendini gösteriyor. İşte bu konuda daha fazla fedakarlık, daha fazla bilinç, daha fazla öze dönüş, daha fazla kendi ölçü ve ilkeleriyle yoğurma ve pişme olması gerekiyor. Bu gelenek Ortadoğu’nun kritik ve bütün süreçlerinde her zaman belirleyici olmuştur. Alevilerin Hüseyin ile başlayan ve Ebu Horasan’la zirve yapan bir direnişi söz konusudur. Abbasiler'e karşı gelişen halk hareketleri vardır. Alevilik bunun bir parçasıdır. Karmatiler vardır. Babek vardır. Hasan Sabah çizgisi vardır. Bütün bu zulümleri yıkmış ve sonuç almıştır. Onlar sonuç aldıkları için bugün Aleviler de vardır. Bu direniş geleneğinin abidesi de Seyid Rıza’dır.

Dikkat edelim, Dersim Aleviliğin merkezidir. Seyid Rıza Dersim’de etrafında toplanılan tek semboldür. Seyid Rıza Hüseyin ile başlayan son gelenektir. Darağacında Kerbela’yı izliyor. Bu çok bilinçli bir sözdür. Kendiliğinden söylenmiş bir şey değildir. Alevi geleneğini bilmeyen, kimi entelektüeller bunu eleştirir. Zalime karşı Ortadoğu topraklarında bir direniş var, Alevilik de bu direnişin çok önemli bir temsilidir. Bu direniş kendi temeline Hüseyini, Kerbela’yı oturtmuş. En sonunda Elazığ’da darağacına götürülen Seyid Rıza ve oğlu bu zirvenin son temsilcileri oluyorlar.

1990’lardan sonra Alevilere dönük inkarcı, yasak, yok etme yaklaşımı önemli oranda kırılmıştır. Bugünün Alevileri için tehlike Alevilerin bizzat kendileridir. Bunu iyi bilmek gerekiyor. Her zaman saldırılar vardı. Ama '90’lardan sonra yok etme, inkar etme perdesi kalkmıştır. Aleviler vardır, herkes Alevileri görüyor. Özellikle '90’lardan sonra gelişen basın-yayın ile Aleviler daha fazla görünür oldular. O yüzden Aleviler işte bizi şöyle yasaklıyorlar, görmezden geliyorlar, diyemezler. Zaten Aleviler kendisini bir Müslümana kabul ettirmek için Alevi değiller ki... Aleviliğini yaşamak için vardırlar. Ve bunun imkanları bugün vardır. Bir Alevi isterse bugün bir Alevi gibi yaşayabilir. O yüzden Alevi canların ilkin bunu kendilerine itiraf etmeleri gerekir.

'50-60 YIL ÖNCEKİ ALEVİLİĞE DÖNÜLMELİ'

Nasıl bir Aleviliğin olması gerekiyor?

Her zaman hareket olarak verdiğimiz cevap, 50-60 yıl önceki Alevilik neyse, ona dönülebilir yönündedir. Onun duygusuna, paylaşımına, adaletine, komşuluk, akrabalık, eş-dost ilişkisine, aile hayatına, evlilik erkanına, ölüm erkanına, kirveliğine dönülebilir. Oraya doğru yol alınsın. Kuşkusuz günümüzün gelişen bilim ve teknolojisiyle, gelişen aklıyla birlikte Alevilik de kendisini sürekli yenileyebilir. Zaten inançlar içerisinde toplumsal değişime ve dönüşüme kendisini en rahat uyarlayabilecek inanç Aleviliktir. Çünkü bizzat toplumun kendi inancıdır. Egemenlerin, iktidarların inancı değil.

İşte muharrem böyle ele alınırsa anlamlıdır. Ben bu vesileyle bütün Alevilerin muharrem ayı içinde yaptıkları hizmetlerin kabul olmasını diliyorum. Alevi deyimiyle hak bütün hizmetlerini ve oruçlarını kabul etsin diyorum.

ANF

Bu haber 390 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), 4. Olağan Genel Merkez Kongresi’ni Dersi..