Ava Neşe KALP
Dersim, Kürt ve Alevi olma özelliği ile hem ayrı bir kimlik hem de ayrı bir kültür ortamı olarak, kendi içinde dengeleri, dinamikleri, güç ilişkileri, politik bagajı, politik konumlanma biçimleri ile var olan bir yerdir. Bu politik konumlanma biçimlerinden biri de Dersim’in mevcut özelliğinden rahatsız olan ve 800 yıllık süreçte her türlü saldırıyı, baskıyı uygulayan, uygulatan devlet geleneğidir. Bu gelenek süreklidir, sistematiktir; çok katmanlı, çok cepheli ve çok aktörlüdür.
İşte bugünkü yazının konusu, Reis ve Ergenekon nikahı ile birlikte daha da sertleştirilen doğa üzerinden Kürt ve Alevilere saldırıda açılan cephelerden biri -Dersim 1938 soykırımında olduğu gibi- ve en önemlisi olan iç cephedir.
İç cephe olarak kast ettiğim, milisler. Bunlar, devletin aşiretler arası güç ilişkilerinden kışkırttığı, gündelik hayatın bir dizi sorunlu ilişkisinden tutun da para karşılığında, canını kurtarma ve daha da çoğaltılacak nedenlerle 1938’de, devletle iş birliği yapan, kendi içinde çeşitliliği olan bir kesim. Bu konuda ilk akla gelen kişi olan Rayber’dir.
Şimdi bunu yazıyor olmamın sebebi, 1938-2018 yani tam 80 yıl sonra, Dersim 1938’in orman yangınları ile tekrarlanan soykırımı ve bu soykırım sürecinde tekrar açılan bu iç cephe meselesi. 1938’de etkili olarak kullanılan iç cephe -yani milisler- olmasaydı Dersim’in akibeti başka olabilirdi. Bugün devlet özel ekiplerle yüklendiği toplum mühendisliği ile, Kürtleri boydan boya yaran -Zazacılık- cephe ile yapmaktadır bunu. Dersim ve diğer Kürt coğrafyasına yaptığı sistematik ve vahşi doğa saldırılarını, ‘dağda silahlı kişiler olursa’ diye gerekçelendiren “çağdaş” milisler, 1938’de “Dersim şakilik yapıyor, eşkiyalık yapıyor” diye orada soykırımı gerekçelendirenlerle, tamamen aynı argümanları kullanarak bu saldırıyı meşrulaştırıyorlar.
800 yıllık Osmanlı’nın devşirme geleneğinin Dersim aparatları olarak yerlerini alan bu kişiler, ‘Kutsallarımıza saldırıyor’ diye linçler düzenlerken, her gün düzenli olarak bombalanan ‘kutsal mekanlarına dair tek laf edemiyorlar. Kutsallık, devlet söz konusu olunca teferruata dönüyor anlaşılan. Dolayısıyla, Dersimnews denen ve Dersim’e dair devletin politikalarını meşrulaştıran- cilalayan bir portalda, Dersim 38’de soykırım hikayesi yazarak meşhur olmuş bir kişi, uluslararası belgelerde, bir topluluğun yaşam alanını ortadan kaldırma saldırılarının soykırım olarak tanımlandığı bir fiili, “dağda silahlı insanların olması” ile meşrulaştıracak kadar alçalabiliyor.
Hem Dersim 38’in vahşetini yazıp, hem üstüne üstlük Puşkin’den alıntı yapıp, devletin Alevilere yönelik nasıl bir politika güttüğünü de ekleyip, arkasından devletin “dağda silahlı adam olduğu için” orman yakmayı normalleştiren bir tutarsızlıklar silsilesi sunarak kendi tezini güçlendirmeye çalışan bu zat, aynı durumun “Avrupa’da olsa” diye bir cümle kuruyor ve oraların ‘tahliye’ edileceğini söylüyor. Kelimelerle para kazanan bu zat, tahliyenin insanları oradan sürgün etmek olmadığını, güvenlik gerekçesi ile bir süre güvenli bir yere alınma olduğunu tabi söylemiyor. Yani bir güvenlik kaygısı ile orman yakarak, insan kaçırarak, faili meçhullerle Kürtleri yerlerinden etmeyi basit bir polisiye tedbirle eşitleyecek bir alçalma düzeyi ile çağ atlıyor. Avrupa’da 20 milyon insanın dilinin ve kimliğinin yasaklanıp yasaklanmayacağını da sorgulamıyor. Ya da gerçekten tüm ormanı ateşe verip vermeyeceklerini.
Zazalık üzerinden Dersim “pazarını” elinde tutup var olmaya çabalayan bu kişilikler, Kürt olarak öldürülen on binlerce insanın ve liderlerinin mirasını yağmalayan politik nekrofiller olarak cephedeler. Devletin devşirme politikalarının iç cephesi olarak korkunç, zalim, ilkesiz ve değersiz bir grup insana dönüşürken; suçladıkları PKK’nin 50 yıl öncesinde yapılan bir soykırımı yazarak para kazanırken; o soykırım için de “orada bir isyan yoktu!” diyebiliyorken; 80 bin insan neden katledildiğini açıklayacak argümanlarını önden de çürütüyorlar. Zaten tam yapmak istedikleri de bu. Bugün tekrarının yapıldığı soykırımı meşrulaştıran bu nekrofillerin mantığıyla, -ki önemli bir kesimi 80 sonrası Avrupa’ya sığınan kişilerden oluşuyor-, o dönem işkencehanelerde solcuların öldürmesinde de devlet haklı olacaktır.
O ara ölmemiş ama hidayete ermiş kesim olarak Dersim’e uyarlı bir Türk-İslam sentezi modelinin iskelesi olmaya meftun konumlarını korumak için, bir kesimi de Aleviliği İslam dışı tanımlayanlarla, Ateist olarak kendini tanımlayanlara karşı bir saldırı furyasında rol oynamaktadırlar. Bir dönem işlevsel olan ateizm, şimdi Aleviliğe baskılandığı için destek veren bir konuma geldiği, dolayısıyla da Türk İslam sentezine direniş gösterdiği için artık hedefken, zaten Reis de böyle düşünüyorken, Zazacılık da Kürtlüğe karşı Türkleştirmenin alt yapısı olarak itina ile örülmektedir. Al sana Türk-İslam sentezinin Dersim versiyonu.
Dolayısıyla da bugüne kadar Kürt olarak öldürülen tüm liderlerin bu yönünü gizleyerek, onların yarattığı değerleri sömüren nekrofiller olarak iç cepheyi tutuyorlar. Kendi teslimiyetlerini, direnen bu onurlu Zaza Kürt ve liderlerinin değerlerini, soykırıma uğratılan Kürt halkının acılarını sömürerek hem kendilerini var ediyorlar hem de uğruna ölüme gittikleri mücadeleyi, kimliği bulandırarak görünmez hale getiriyorlar. Şeyh Sait, Seyit Rıza, Dr. Şivan, Yılmaz Güney’i ve on binlerce Kürdün ölümünü sömürerek semiriyorlar. Bu nedenle Dersim 38’in devamı olarak, Dersim ormanlarını sistematik olarak bombalama ve yakmanın iç cephesini bu soykırımın hikayelerini satarak Dersim’i yağmalayan milisleri tam olarak tanıma günüdür.
(Ö.Politika)