38 yıl önce, 11 Eylül'de, Şili'deki darbenin yıldönümü dolayısıyla düzenlenen bir geceye katılmış, geç vakte kadar süren söyleşilerimizde de Türkiye'de yaklaşan darbe tehlikesi üzerine durmuştuk.
12 Eylül sabahı her zaman olduğu gibi erkenden kalkmış, çalışmaya hazırlanıyordum. Saat 6'da Belçika radyosunu açtığımda, Türkiye'de askeri darbe yapıldığı flaş olarak bildiriliyordu.
Dünkü yazımda belirttiğim gibi, Şili darbesini yapan, Castro'nun uyarılarına rağmen gerekli önlemleri almayan Allende'nin 20 gün önce ordu başkomutanlığına atadığı Amerikancı general Pinochet'ydi.
Türkiye'de 12 Eylül darbesinin başını çeken de Bülent Ecevit'in başbakan iken 7 Mart 1978'de genel kurmay başkanlığına getirdiği Amerikancı ve kontrgerillacı General Kenan Evren'di.
Darbe, diğer Avrupa radyolarında da birinci haberdi. Türkiye radyosunda sürekli darbe bildirileri okunuyordu.
İnci'yi uyandırdım, sendikacı ve partili arkadaşları arayıp durumu bildirdim.
Evet, beklenen olmuştu. İnfo-Türk olarak derhal bir protesto bildirisi yayınladık. Ama partili olarak ne yapacaktık? Doğal olarak, Türkiye'deki parti yöneticilerinin derhal bizi arayarak bu konuda bilgilendirmeleri gerekirdi. Ben kendilerini arayıp ilişki kurmaya çalıştım, telefonlar yanıt vermiyordu.
Ancak saat 9'dan sonra Türk Haberler Ajansı'nda çalışan partiye yakın arkadaşlardan Osman Saffet Arolat ve Niyazi Dalyancı'yla ilişki kurarak onlardan ayrıntılı bilgi alabildim. Sadece Behice Boran'ın ev hapsinde olduğu biliniyordu, diğer yöneticilerin nerelerde olduğundan onların da haberi yoktu.
Almanya, Fransa ve İsviçre'deki sorumlu arkadaşlarla da tek tek görüştükten sonra, Demokrasi İçin Birlik adına dünya kamuoyuna çeşitli dillerde ilk bildiriyi yayınlamaya karar verdik.
Partinin aylardan beri yaptığı tüm açıklamalarda ve başkanın konuşmalarında faşizmin ayak seslerinden bahsediliyordu. Bir sayfalık ilk bildirimizde 12 Eylül müdahalesinin NATO tarafından teşvik edilen ve desteklenen faşist bir darbe olduğunu vurgulayarak şu çağrıyı yaptık:
"Bu darbe ülkemizdeki faşist tırmanışın son aşamasıdır. 1960, 1971 ve son olarak 1980'de ordunun müdahalesiyle karşı karşıya kalan Türkiye halkı hiç kuşku yok ki kararlı bir mücadeleyle bu karanlığı yırtacaktır.
"Günümüz Türkiye'nin tüm demokratik güçlerinin birlik ve faşizme karşı mücadele günüdür.
"Dünyanın tüm demokratik güçlerini Türkiye halkının bu meşru mücadelesiyle dayanışmaya çağırıyoruz."
İnfo-Türk'ün İngilizce, Fransızca, Almanca, Flamanca ve Türkçe bültenlerinde de 12 Eylül Darbesi'nin hazırlanış sürecini, NATO'nun ve büyük sermaye çevrelerinin bu darbedeki rolünü, darbeyi yapan Ordu'nun sadece askeri planda değil, aynızamanda siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel planlardaki konumunu, darbeye gösterilen ilk uluslararası tepkileri içeren ayrıntılı bir rapor yayınladık.
Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Konseyi, hattâ NATO Parlamenterler Meclisi, parlamenter rejimi yok eden bu darbe karşısında eleştirel bir tutum takınırken, üyesi bulundukları parlamento lağvedilmiş, mensup oldukları partiler kapatılmış olan Türk parlamenterlerinin tutumu gerçekten yüz karasıydı.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin darbeden sonra Strasbourg'ta yaptığı ilk toplantıya, Cunta'nın talimatı üzerine Turan Güneş, Cevdet Akçalı, Metin Toker ve Besim Üstünel katılarak darbenin gerekliliğini savunabildiler. Ne acıdır ki, bu cunta savunucusu parlamenterlere AKPM'nin Mart 1981'de Hollanda'da insan hakları üzerine düzenlediği toplantı sırasında Prof. Muammer Aksoy da katılacaktı.
Neyse ki, cunta tarafından yokedilmiş bir parlamentonun temsilcilerini adam yerine koyma komedisine 14 Mayıs 1981 tarihli kararıyla AKPM bizzat kendisi son verecekti.
Uluslarası planda bizim için ilk büyük şok ise, 12 Mart Darbesi sonrasında olduğu gibi, Sovyetler Birliği'nden geldi. ABD dışındaki Batı kurumları darbeye karşı eleştirel bir tutum takınırken, SSCB Başbakanı Kosigin, darbenin ardından yeni askeri hükümet kurulur kurulmaz hem Cunta Şefi Evren'e, hem de Başbakan Bülent Ulusu'ya kutlama mesajı gönderdi.
Bu mesaj ve genelde SSCB ile diğer sosyalist ülkelerin cuntaya karşı uzlaşıcı bir siyaset izlemesi, kaçınılmaz olarak Türkiye sol güçlerini de Cunta'yı niteleme ve ona karşı alacakları tavır konusunda daha baştan görüş ayrılığına sürükledi.
Sürgündeki Türkiyeli ilerici kuruluşların çoğunluğu yeni yönetimi "faşist askeri cunta" diye nitelerken TKP çizgisindekiler, aldıkları direktife uygun olarak, bu nitelemeye şiddetle karşı çıkıyorlar, "askersel cunta" ifadesiyle yetinilmesini dayatıyorlardı.
Bu dayatma o denli gülünç bir hal amıştıı ki, Örneğin Belçika'da günlerce süren tartışmalardan sonra yayınlanan ortak bildirinin girişinde, imzacı örgütlerden bir kısmının cuntayı faşist olarak, diğer bir kısmının ise sadece "askersel" olarak niteledikleri vurgulandı.
Kısa bir süre sonra da, TKP'nin yan örgütü ATTF'nin yayın organı Kurtuluş'un 15 Nisan 1981 tarihli 237. sayısınıda "Türk-Sovyet Dostluğu 60 yaşında" manşetiyle birlikte Kenan Evren'in ve Leonid Brejnev'in eşit boyutlardaki fotoğraflarının tam sayfa yayınlanması büyük tepkiye yol açacaktı.
Dahası, ertesi yıl, cunta şefi Kenan Evren'e, 25-28 Şubat 1982'de Bulgaristan'a yaptığı ziyaret sırasında "Büyük Balkan Yıldızı" nişanı verilecekti. Üstelik TKP üyelerinin Türkiye'de tutuklanıp işkenceden geçirildiği günlerde...
Doğan ÖZGÜDEN / Artigercek