Şark Islahat Planı doğrultusunda çıkarılan “Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı” adı taşıyan kararla 70 bin Dersimli katledildi. Türk devletinin 4 Mayıs 1937’de aldığı karar sonucu on binlerce insan yerlerinden yurtlarından sürgün edildi. Mal ve mülkleri gasp edildi.
İttihat ve Terakki’nin iktidar olduğu yıllarda (1913-1918) Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için iskân politikaları uygulanır. Dönemin en önemli özelliği, Müslüman olup Kürt olmayanlara iskân, Sünni Müslüman olmayanlara ise soykırıma düşmüştür.
İttihat ve Terakkili yıllarda 27 Mayıs 1915’te çıkarılan “Tehcir Kanunu” ile Ermenilere dönük sürgünler ve katliamlar başlar. Tehcir Kanunu ile sadece Ermeniler değil Rumların büyük bir kısmına da iskân yetkisi verilir.
Enver Paşa, 5 Ocak 1916’da yayınladığı bir genelge ile Osmanlı’da Müslüman olmayan milletler lisanıyla verilen vilayet, sancak, kasaba, nehir isimlerinin Türkçeye çevrilmesini ister. Örneğin Dersim’de Kızılkilise Nazimiye ismini alır.
Nüfusun Türkleştirilmesi
Enver Paşa liderliğindeki İttihat ve Terakki’nin elde kalan toprakların korunması için öncelikle nüfusun Sünni İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi gerekir. O dönem devreye sokulan iskân politikalarının temeli ‘karıştırma’ olur. Ancak ‘birleştirme-eritmek-asimile etmek’ politikasının iflas ettiği yerde ‘temizleme’ yani soykırıma başvurulur.
İskân politikaları Osmanlının yanı sıra TC döneminin de birinci gündemidir. Sünni İslam ve Türk kültüründen farklı yerleşim yerleri devlet için de “sorun” olmaya devam eder. Dersim, Cumhuriyet döneminde de “elde edilmesi”, daha sonra ise hem müslümanlaştırılması hem de Türkleştirilmesi gereken bir bölgedir.
Soykırım raporları
Dersim soykırımın komutanlığını yapan General Abdullah Alpdoğan bir dizi rapor hazırlar. Alpdoğan, 1928 askeri harekatından sonra, Bingöl’ün Kığı ilçesinde yaptığı bir konuşmada “daha evvel Tunceli’ye yerleşen gizli Hristiyan Ermeniler vardı, bunlar adlarını değiştirmiş ve sanki Türkmüş gibi yaşamışlardı, Dersim isyanında bunların parmağı vardı. Bunlar her türlü anarşinin, kargaşanın, pisliğin içindeydi” der.
İsmet İnönü’de 1935 yılında bir rapor hazırlar. Bu tarihe Kürt raporu olarak geçer ve 1925 yılında hazırlanan Şark Islahat Planı’nın devamı niteliğindedir. İki iki rapor Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt politikalarının temelini oluşturur. Özetle İnönü raporunda, “Cumhuriyet’in bölgede askeri temele dayanması gerektiğini” belirtir.
1925’de yürürlüğe giren ve hala uygulanmakta olan Şark Islahat Planı, Türk devletinin Kürt politikasını temelini oluşturur. Bu planın 41. maddesine göre: “Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Van, Bitlis, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur, Besni, Akçadağ, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde Türkçe’den başka dil kullanılmayacak. Türkçe dışında herhangi bir dil kullananlar ise ağır cezalandırılacak” denir.
Şark Islahata Planının yanı sıra 1934 yılında İskân Kanunu çıkarılır. İskân Kanunun asıl amacı Dersim’i insansızlaştırmak üzerine kuruludur. O dönem Dersim’e sistematik olarak girmeye çalışan devlet, 1937-38’deki uygulayacağı soykırımın “yasal” yollarını hazırlamaya başlar. 1935’de ‘Tunceli Kanunu’ çıkar. Tunceli Kanunuyla Dersim ismi Alpdoğan’ın belirttiği “Tunçeli” olur.
1938’de Dersim’de uygulanan soykırımın yasal dayanağı 4 Mayıs 1937’de çıkarılan Bakanlar Kurulu kararıdır. Kararın 2. maddesine göre “bu defa isyan etmiş olanın mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil olunacaktır. Şimdilik 2.000 kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır” denir. Kararın devamında ise “...köyleri tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür” diye devam eder.
70 bin insan katledilir
Türk devleti yaklaşık 70-75 yıllık uğraşlar sonucunda Dersim’e girer. Resmi rakamlara göre 12 bin insan hayatını kaybeder lakin bu resmi rakamların yanı sıra Dersim’de bulunan toplu mezarlar ve kaybolanlar eklenince sayı 70 binlere tekabül eder.
Dersim’deki soykırımın üzerinden 81 yıl geçti. Sistem hala aynı. Soykırım zihniyeti değişmedi, Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak ve Efrîn’de devam ediyor. Soykırım kıskacında olan Kürtler hala Şark İslahat Planı, Tunceli Kanunu ve İsmet İnönü’nün raporlarıyla yönetiliyor.
Türkiye tarihinin en büyük katliamlardan biri olan Dersim soykırımının üzeri tam 81 yıldır örtülü vaziyette. Devlet katliamla ilgili resmi belgelere erişime izin vermiyor. Katliam mağdurlarının torunları ise her yıl 4 Mayıs’ta anmalar gerçekleştiriyor. Bugün Dersim başta olmak üzere Kürdistan ve Türkiye’nin birçok ilinde bir kez daha soykırımcıların mahkum edileceği anmalar yapılacak.
Soykırım UCM’ye taşındı
24 Kasım 2010’da Berlin’de yapılan Dersim Konferansı’nda katliamın Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) taşınması kararı alındı. Avukat Erdal Doğan, Türk soykırımını hazırladığı 225 sayfalık dilekçe ile 23 Kasım 2012’de Hollanda’nın Lahey Şehrinde bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taşıdı.
88 yaşındaki Ali Doğan ise katliamı esnasında kendisinin süngülenmesi ve annesi ile iki küçük kardeşinin öldürülmesiyle ilgili 2017 yılında Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Doğan, 2012 yılında Bakanlar Kurulu’na yaptığı Dersim katliamı nedeniyle kendisi ve toplumdan özür dilenmesiyle ilgili başvurusu reddedilince avukatı aracılığıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak davanın yeniden görülmesini talep etti.
Soykırım tüm Kürdistan’a yayıldı
Demokratik Alevi Derneği (DAD) Genel Başkanı Dursun Demirtaş 81 yıl geçmesine rağmen soykırım politikasının tüm Kürdistan’a yayılarak devam ettiğini söyledi.
1937-38 harekatından önce Koçgiri, Ağrı’da katliamların yapıldığını hatırlatan Demirtaş, Dersim’e 1937’de kısmi bir harekat düzenlendiğini, esas büyük hareketin ise 1938’de başlatıldığını kaydetti.
“Bu katliamlar 40’lı yıllara kadar sürmüştür. Toplum büyük bir kırımdan geçirildi. Çoğu da sürgün edilmişti. İnsanlar canlı canlı evlerinde yakılarak öldürüldü. Soykırımdan geçirilenlerin, Seyit Rıza ve binlercesini anabileceğimiz mezarları dahi yok. Bu çok insani bir taleptir.”
1937’de başlayan soykırımın günümüze kadar Kürdistan illerinde sürdürülerek devam ettiğini vurgulayan Demirtaş şunları söyledi: “Dersim soykırımı yapanların zihniyeti sürüyor. Türkiye soykırımların önü geçmesi için öncelikle demokratikleşmesi gerekir. Devlet Dersim’den özür dilemedikçe, hesap vermedikçe bu katliamlar sürecektir. Ki çok yakın tarihten Çorum, Maraş ve Sivas’a tanık olduk.
Ancak yapılan soykırım politikalarıyla hiçbir zaman istediklerini elde edemediler. Dersimliler, bin yıllardır var olan inanç ve kültürünü yaşıyorlar. Tüm iktidarlar Alevi inancını kendisine karşı bir güç olarak görüyor. Bu nedenle savaş açıyor. Kainatın oluşundan bu yana hiçbir güç var olan bir gerçekliği yok edememiştir. Bu nedenle hak ve hakikat anlayışını hiçbir güç de topla tüfekle yok edemez. Öldürebilirler, bastırabilirler, ama asla yok edemezler.”
Seyid Rıza’nın mezarı nerede?
Dersim isyanının liderlerinden Seyit Rıza, 17 Kasım 1937 yılında 6 arkadaşı ile birlikte darağacına çekilerek idam edildi. 75 yaşında olmasına rağmen idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşları için tutulan yas, idam edilişlerinin 81. yıldönümünde devam ediyor.
Soykırımın üzerinden 81 yıl geçmesi rağmen Dersim direnişinin liderlerinden Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri devlet tarafından sır gibi saklanırken, Dersim katliamına ilişkin açılan davalar ise kayıtlarda belge ve bilgi olmadığı gerekçesiyle reddedildi.
İdam edilen aşiret reisleri
15 Kasım 1937 tarihinde Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyid Rıza (Seyid Rıza, Abbasan Aşireti Reisi), Reşik Hüseyin (Seyid Rıza’nın oğlu), Seyd Wuşên (Seyid Hüseyin, Kureyşan-Sêxan /Seyhan Aşireti Reisi), Fındık Ağa (Yusufan (Wusuvu) Aşireti Reisi Kamber Ağa’nın oğlu), Hasan Ağa (Demenan (Demenu) Aşireti Reisi), Hasan (Kureyşan Aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan) ve Ali Ağa’nın (Mirza Ali oğlu Ali Ağa) yakınlarının mezar yerlerinin açıklanması için yaptığı sayısızca başvuruya hep ret yanıtı verildi.
Seyid Rıza’nın yakınları tarafından avukatları aracılığıyla 30 Kasım 2006 yılında mezarların açılması ve emanetlerin yakınlarına teslim edilmesi istemiyle açılan davada Elazığ İdare Mahkemesi, 2008 yılında “Davalı idarenin kayıtlarında bilgi bulunmadığı, defin ve mezarlık konusunda yetkili belediye başkanlığı kayıtlarında da belge-bilgi olmadığı ve her türlü araştırma yapıldığı halde belge elde edilememesi ile mevcut olmayan bir belge ve bilginin de verilemeyeceği” gerekçesiyle kabul edilmedi.
Bunun üzerine Seyid Rıza’nın torunu Danıştay’a başvurdu, ancak hiçbir cevap alamadılar.
Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan 2011 yılında Dersim soykırımıyla ilgili yaptığı konuşmasında, “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum” derken, ne Dersim katliamıyla yüzleşildi ne de Seyid Rıza’nın mezar yeri açıklandı.
Dağ, taş yanıyordu...
Dersim’de 70 bin insanın öldüğü soykırımın üzerinden 81 yıl geçmesine rağmen, o günleri anlattıklarında hala aynı acıyı yaşıyor. Katliamda 10 yaşında olan ve anne, baba ile 3 kardeşini katliamda yitiren Bego Polat’ın anlatımları:
“Ailemle Kavun Köyü’nde ikamet ediyorduk. Bir gün saat 15.00 sıralarında köyü askerler bastı. Köyde bulunan 40 kişiyi toplayarak ellerini birbirine bağladılar. Bizleri sürgüne göndereceklerini söylediler. Saatlerce yürüdük. Ardından Harçik mevkiinde bulunan bir kayanın tepesine topladılar. Karşımıza 4 tane ağır makineli tüfek koymuşlardı. Hiçbir şey demeden ateş etmeye başladılar. Ben elimden yaralandım. Ölen insanları ayağından tutup suya atıyorlardı. Beni de öldü zannederek suya attılar. Ailemden bir tek ben kurtuldum. Tüm ailemi katledip beni de sakat bıraktılar. Mazgirt, Demirkapı ve Halvori’de insanları toplayıp süngüleyerek öldürdüler. Dağ, taş yanıyordu. Taş taşın üzerinde bırakmadılar. Ne tarla, mal ne de ev kaldı.’’
Cesetlerin altında kaldım Aynı kaderi paylaşan Hüseyin Gül ise katliamda Polat gibi 10 yaşında olduğunu ve katliamda çene, el ile kasığından yaralandığını belirterek, öldüğü düşünülerek kayalıklardan aşağı atıldığını söyledi. Katliamda anne, hala ve kuzenlerini kaybeden Gül’ün anlatımları:
“Kayalıklardan atıldığımda cesetlerin üzerine düştüm. Yukardan da durmadan cesetler üzerime atılmaya devam ediliyordu. Cesetlerin altında kaldım. Cesetlerin altından çıkmaya çalışırken, yaşadığımı gören askerler kayalıklardan bana ateş etmeye başladı. Bu esnada kendimi suya attım. Bir süre suda sürüklendikten sonra bir kayaya takılarak, durdum. Civar bölgelerde birçok insanı katletmişlerdi. Her taraf ceset doluydu. Yiyecek bulmak için yakında bulunan bir köye gittim. Beni gören köylüler tedavi edip, bana yiyecek verdiler. Aylarca dağ bayır dolaştım. Yaralarım kurtlanmıştı. Daha sonra teslim olmayıp, dağda bulunan akrabalarıma ulaştım. Bu şekilde hayatta kalmayı başardım.”
Değirmende 400 kişiyi taradılar
Munzur’un kenarında bir değirmende 400 kişinin toplu olarak nasıl ağır silahlarla kurşuna dizildiğine tanıklık eden 93 yaşındaki Emoş Bakıray’ın anlatımları…
“400 kişiydiler, hepsini toplayıp o değirmenin içine koydular. Munzur suyu tam oranın önünden geçiyordu. Ağır makineyi kurdular, hepsini taradılar, acımadan katlettiler. Hepsi kan içinde kaldı. Hepsini sürüklediler Munzur suyunun kıyısına attılar. Ne kadar taş varsa üzerlerine atarak kapattılar. Daha bu baraj gelmeden o milletin kemikleri oradaydı. Orada zaman zaman kemikler, ağaçların ve taşların arasından çıkıyordu. Şimdi ise Uzunçayır Barajı’nın altında kaldı.”
Dört hain
Hayder Dede isimli asker Dersim’deki katliamı şöyle anlatıyor: “Bir alay komutanımız geldi, Konya’dan. Dedi ki; ‘Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır. Biliyor musunuz?’ Biz nereden bilelim dört haini. ‘Bak’ dedi. ‘Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt’ dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi. Adamları vurduk, vurdular. Şöyle kol kola taktılar beş yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı. Yalnız bir kadın kendisini suya attı, kaçtı kurtuldu. Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk.”
Kutu deresinde ceset kokuyordu
Soykırımın yaşandığı sırada 2. Tabur 9. Bölük’te askerlik yapan Eskeri Akyol’un anlatımları:
“Dersim’e Diyarbakır’dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittik. Gittikten sonra bizi Ali Boğazı’na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı... Mağaralar girmekten korkuyorduk. ‘Girin’ talimatıyla içeri girip mağaraları ateşe verdik. Bombaları atmak zorundaydık mağaralara. Sonra gidip baktk, çoğu yaşlıydı. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı... Öyle canlı canlı... Yukarı Kutu deresinde ceset kokusundan durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmışlardı. Öylesine felaket görülmemiştir. Askerler Allah’ın emrine karşı geliyorlardı ha...”
HABER MERKEZİ
Yararlanılan Kaynaklar:
* Dicle Haber Ajansı
* Mezopotamya Haber Ajansı
* Bianet
(Politika)