PKK Yürütme Kurulu Üyesi Murat Karayılan, Dengê Kürdistan radyosuna önemli açıklamalarda bulundu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride ve 4 Nisan etkinliklerine dikkat çeken Karayılan, Öcalan’ın direnişle özgürleştirileceğini vurguladı. Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını da değerlendiren Karayılan, bu açıklamaların dikkate alınacak olmaktan çıktığını belirtti.
Murat Karayılan, Erdoğan’ın iktidarını savaşta ve kanda gördüğünü ama başaramayacağını söyledi.
İşte Karayılan’ın Dengê Kürdistan radyosunun sorularına verdiği yanıtlar:
4 Nisan bir direniş geleneği olarak Kürt halkı tarafından her yıl kutlanıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın doğum günü Kürt halkı için ne anlama geliyor?
Öncelikle Önder Apo’nun, Kürdistan halkının ve bütün yoldaşların 4 Nisan Doğuş Günü’nü kutluyorum. Kürt halkı ve özelde Kürt kadını 4 Nisan’ı kendi doğum günü olarak görüyor ve bu temelde bu günü her yıl kutluyor.
Bilindiği gibi Kürdistan’da yüzyıllarca önderlik boşluğu yaşandı. Bundan dolayı Kürt halkı perspektifsiz kaldı, stratejisiz kaldı, dağıldı ve çok zor koşullarda yaşadı. Ülke sahipsiz kaldı. Bundan dolayı çok acılar yaşandı. İşte bu tarihi boşluğu Önder Apo doldurdu. Önder Apo Kürt halkını program, strateji, mücadele ve savunma sahibi yaptı. Düşmanın saldırıları karşısında ideoloji, fikir, toplumu savunan örgütler ve özgürlük mücadelesini oluşturdu. Önderliğin bu çıkışıyla Kürt halkı kendisini yeniden yarattı ve güçlendi. Bu nedenle halkımızın Önder Apo’nun doğuş gününü kendi doğuş günü gibi görmesi yerinde bir şeydir. Yine Kürt kadınının kendi doğum günü olarak görmesi yerinde bir şeydir. Önder Apo kadının özgürleşmesi sürecini Kürdistan’da başlattı. Bugün bu çizgi bütün dünya için bir örnektir. Kadın özgürlükçü mücadele Kürdistan’da yükseliyor ve diğer halklar da bundan ilham alıyor; etkisi gün geçtikte artıyor.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi Önder Apo’nun çıkışıyla yeni bir döneme girdi. 4 Nisan’da Amara Köyü’nde dünyaya gelen ve yoksulluk içinde büyüyen bir çocuk, kendi emeği, çabası ve iç hesaplaşmasıyla bir arayışa girdi ve bu arayış halka mal oldu, mücadele oldu, özgürlük oldu ve büyük amaç oldu. Bu açıdan Kürt halkı için önemli bir anlamı var. Hatta bu Ortadoğu halkları için de anlamlıdır. Onun için halkımız bu günü kendi doğuşu gibi kutluyor; bu yerinde bir şeydir. Yeniden Kürt halkının doğuşunu, Kürt kadının doğuşunu ve hareketimizin doğuşunu Önder Apo’ya, bütün halkımıza ve bütün Kürt kadınlarına kutluyorum.
Bugün, 67’inci doğum gününde Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan tecrit altında. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tecrit, saldırı ve savaştır. Tecridin geliştirilmesi aslında savaşın ilan edilmesidir. İmralı’daki tecrit, Önder Apo’nun fikir ve ideolojisine karşı geliştirilmiş bir işkencedir, zulümdür. İster psikolojik olsun, isterse de farklı anlamda, bu bir saldırıdır ve savaşın en önemli bir parçasıdır. Önder Apo bir kişi değildir; bir toplumu, bir halkı ve bir devrimi temsil ediyor. Bugün bir halka ve o halkın önderine AKP sömürgeciliğinin saldırısı vardır. Tecrit, bunun için geliştirilmiştir. 17 yıldır İmralı’da tecrit uygulanıyor. Çünkü onlar Önder Apo’nun fikrinden korkuyorlar. Onlar Önder Apo’nun Kürt halkını irade, güç ve özgürlük sahibi yapmasından korkuyorlar. Bunun için tecrit uyguluyorlar. Bugünkü tecridin esas amacı geri adım attırmak, böylelikle halkımızı, hareketimizi ve Önderliğimizi teslim almaktır. Ama bugün Önder Apo direniyor, hareketimiz direniyor ve halk direniyor. Biz teslimiyeti asla kabul etmeyiz. Bugün, en anlamlı direnişi yürüten Önder Apo’dur. Gerçekten de Önder Apo bugün çözümsüzlüğe ve zulme karşı büyük bir iradeyle anlamlı bir direnişi yürütüyor.
Eğer şimdi biri bunu savaş olarak görmüyorsa, ona sormak lazım: Türkiye de dahil olmak üzere hangi ülkenin kanununda böyle bir uygulama vardır? 5 Nisan 2015’ten bugüne geçen bir yıl içinde kimse Önder Apo’yu görmedi ve ondan hiçbir haber yok. Hangi ahlakta bunun yeri var? Dünyanın neresinde böyle bir şey var? Böyle bir şey yok. 5 yıldır avukatlarıyla görüşemiyor. 1 yıldır ondan hiç haber alınamıyor. Bu büyük bir zulüm, büyük bir saldırıdır. Bu saldırı Önder Apo şahsında hareketimize ve halkımıza yapılmaktadır. Hangi halktan ve inançtan olursa olsun, bu topraklarda yaşayan her Kürdistanlı bu saldırıyı kendine yapılmış saymalı ve bu durumu kabul etmemeli. Bu bir zulümdür; bu, ahlaksız, hukuksuz ve planlanmış bir saldırıdır. Bunun için herkesin yapılan bu tecride karşı tavır sahibi olması gerekir.
Mesela çeşitli çevreler barış istiyorlar, savaşın durmasını ve meselenin diyalog yoluyla çözüme kavuşmasını arzuluyorlar. Barış ve çözümü isteyenler ister Türkiye’de olsunlar, isterse Türkiye dışında olsunlar ilk önce tecride karşı durmalılar. Yani tecrit, savaştır. Eğer siz gerçekten savaşın durmasını ve siyasi çözümün gelişmesini istiyorsanız her şeyden önce tecridin karşısında durmalısınız. Şimdi bazı uluslararası güçler ve kurumlar bizden bu meseleyi çatışmayla değil müzakere ile çözmemizi istiyorlar. Hareketimize böyle mesajlar göndermişler. İyi ama bu isteniyorsa, öncelikle başta Önderliğimize dönük saldırılar ve tecrit olmak üzere, AKP’nin şehirlerimiz üzerindeki saldırıları durmalı. Sonrasında ise, Kürt Halk Önderi’ne özgür koşullar yaratılmalı ki barış sürecinin gelişimi için rolünü oynasın, tartışmaları yönlendirsin. İmralı üzerinde böylesi bir tecrit işkencesi varken, kimse bir şey tartışmaz; tartışmamalı. Eğer biri bu mesele ile ilgili tartışmak ve diyalog geliştirmek istiyorsa, öncelikle keskin bir şekilde tecride karşı çıkmalı, Önder Apo’nun özgürlüğünü istemelidir. Önder Apo özgürleşmeli ki gelişebilecek bir sürece gerçekten katkı sunabilsin.
Önder Apo özgürleşmeden, ne Kürdistan Özgürlük Gerillaları, ne hareketimiz, ne de yurtsever halkımız hiç bir zaman barış çabalarına inanmayacaktır. Çünkü bu husustaki gerçeklik ortaya çıkmıştır. Önder Apo özgürleşmeden Kürdistan’da hiç bir şekilde barış olmaz. Bu açıdan, barış için çaba sahibi olanlar ve bir şeyler yapmak isteyenler, işe öncelikle buradan başlamalılar. Yani İmralı’daki saldırıları gündemleştirerek ve Önder Apo’nun özgürlüğünü esas alarak işe başlamalılar. Sonuca ancak böyle ulaşılabilir; başka yöntemlerle gitmek mümkün değildir.
Bir çok kez siz ve hareketiniz tarafından Sayın Öcalan’a yaklaşımın savaş ve barış gerekçesi olduğu dile getirildi. Bahara girdiğimiz bugünlerde, Türk Başbakanı Davutoğlu’nun ‘bu bahar 2013 gibi olabilir” bağlamında bazı sözleri oldu. Ama Erdoğan onu boşa çıkardı. Acaba şimdi nasıl bir çelişki yaşıyorlar? Ne durumdalar?
Doğru; Davutoğlu’nun bazı açıklamaları oldu ama dikkate alınacak bir açıklama olmaktan çıktı. Eğer bir başbakan olarak iradeli ve bağımsız bir şekilde konuşsaydı; belki konuştukları üzerine düşünülebilir ve tartışılabilirdi. Ama konuştuktan bir gün sonra Erdoğan, Davutoğlu’nun konuştuklarını reddetti ve iki yolun olduğunu söyledi. Zaten o belirttiği iki yol da aynı yere çıkıyor. Bunlardan birisi teslimiyet, diğeri de imhadır. Bunun üzerine Davutoğlu çark etti ve Erdoğan gibi bazı şeyler söyledi. Bu, Davutoğlu’nun Erdoğan’dan bağımsız hareket edemeyeceğini gösteriyor. Erdoğan ise şoven, ırkçı ve faşizan bir düşünceyle meseleye yaklaşıyor; Kürt halkını soykırımdan geçirerek sonuca ulaşmayı arzuluyor.
Bakın; Erdoğan’ın söylediği o şeyleri zamanında Kenan Evren de çok söyledi. Tansu Çiller de buna devam etti; çok fazla dillendirdi. ‘Ya yok olacaklar ya da teslim olacaklar’ sözünün gerçekleşmeyecek bir şey olduğu bugüne kadar defalarca açığa çıktı. Erdoğan’ın sözleri yok etme savaşı anlamına geliyor. Uluslararası güçler, bütün barış isteyen çevreler, TC Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın bu tavrını görmelidirler. Bu bir savaş ilanıdır; bize yapılan bir saldırıdır. Hatta bir başkası çıkıp diyor ki, ‘Nusaybin’de taş üstüne taş, baş üstünde baş koymamalı!’ Sanki orada taş üstüne taş bırakıyorlar! Zaten öyle yapıyorlar. Bu faşist, ırkçı ve vahşi bir akıldır. Bunlar halkımızı yok etmeyi ve iradesini teslim almayı istiyorlar.
Biz şahısların değil, bu zihniyetin karşısındayız. Bugün bu zihniyeti temsil eden Erdoğan’dır. Ve bu zihniyeti temsil ettiği sürece, onun da karşısında olacağız. Ama biz kişinin değil, sömürgeci sistemin, şoven, ırkçı ve faşist zihniyetin karşısındayız. Elbette bu zihniyete karşı halkımızın mücadelesi gerektiği gibi yanıt olacaktır. Şimdi Erdoğan, bize karşı savaşın daha azgın bir şekilde yürütülmesi için talimat verdi. Türkiye’deki tüm barış isteyen çevreler ve Kürt halkı buna karşı durmalı. Bugün halkımızın ve hareketimizin yaptığı da budur. Onların yaptıklarına karşı hiç bir şekilde geri adım atılmayacak, büyük bir kararlılık ile mücadele büyüyecek ve kazanacaktır. Bundan 36 yıl önce yapılamayanları, bugün Erdoğan mı yapacak? Hayır. Erdoğan da biliyor ki başaramayacak. Ama o iktidarını savaşta ve kanda görüyor. Eğer bugün Türk evlatlarını öldürtürse ve Kürt halkını soykırımdan geçirirse, iktidarda kalacağını düşünüyor. O kendi iktidarı için bu emirleri veriyor ve ortamı daha da geriyor. Kullandığı üslup ve devreye koyduğu uygulamalarla Türkiye’nin birliğini de tehlikeye atıyor. Türkiye’yi bu şekilde parçalamak istiyor. Çünkü böyle giderse Kürt halkı da elbet başının çaresine bakacaktır. Halkımızın bu yapılanlar karşısında boyun eğmesi asla mümkün değildir. Bunlar öncelikle bu zihniyetlerini değiştirmeli, bindikleri attan inmelidirler. Böyle olursa o zaman tartışılabilir. Ama şimdi onlar bize karşı kılıç kuşanmışlar, nasıl tartışacağız ki! Kılıç kuşanmışların karşısında, kılıç kuşanmak gerekir. Bu böyledir. Zaten şimdi süreç de böyle devam ediyor. Halkımızın ve hareketimizin tavrı da bu çerçevededir.
Burada önemli olan; bütün dostlarımızın, uluslararası güçlerin ve de tüm dünyanın, Erdoğan’ın öncülük ettiği bu vahşeti ve Kürdistan halkına dayatılan soykırıma karşı halkımızın haklı direnişini görmesidir. Şu an Nusaybin’de DAİŞ’in savaştığını biliyor musunuz? Şırnak ve Nusaybin’de ölenlerden bir kısmı DAİŞ ve El Nusra üyeleridir. İç içe geçmişler, Kürt halkına vahşi yöntemlerle saldırıyorlar. Halkımız bunun farkında olmalı; buna karşı örgütlülüğünü ve tavrını güçlendirmeli. Komşu halklar ve uluslararası güçler de AKP’nin bu saldırılarının gerçek yüzünü görmelidir.
Şimdi Sur ve Silopi gibi öz yönetim direnişi geliştiren şehirleri istimlak adı altında işgal etmek istiyorlar. Kürt halkı buna karşı nasıl bir tavır sahibi olmalı?
Bu, soykırım planının bir parçasıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir. Bunu kendilerine bir fırsat olarak gördüler. Direnişin olduğu her şehri dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde topa tuttular ve yıktılar; şimdi de, ‘biz el koyduk, devletin malı yaptık’ diyorlar. Nerede görülmüş böyle bir şey? Kürt halkının bunu kabul etmemesi gerekiyor. Biz kabul etmiyoruz. Biz hareket ve halk olarak buna müsaade de etmiyoruz. Bununla birlikte bir de Suriye’den ve başka yerlerden gelen göçmenleri de Kürdistan’da, Pazarcık hattında yerleştirmek istiyorlar.
Her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum: Biz asla ve asla göçmenlere karşı değiliz. Suriyeli göçmenlere karşı da değiliz. Madem ki Türkiye’ye gelmişler, Türkiye’nin sahip çıkması gerekiyor. Onlara bakmalı, ayrım koymamalı ve kendi vatandaşlarına yaklaştığı gibi onlara yaklaşmalı. Onlara zemin oluşturmak, her şekilde çalışma koşulları yaratmak ve sahip çıkmak gerekiyor. Zaten AKP’nin siyaseti ve Daiş, El Nusra, Ehrar El Şam gibi işbirlikçileri onların evlerinden çıkmalarına ve ülkelerinden kaçmalarına neden oldu. Perişan olan bu insanlara gerçekten sahip çıkmak gerekir. Ama bunun, Kürdistan halkının soykırıma tabi tutulması konseptinin bir parçası halinde kullanılması kabul edilemez. O göçmenlerin kendileri de bunu kabul etmemeli. Biz Arap halkı ile dostuz, kardeşiz. Ama Kürt halkının soykırımı ve mezhep ile kültürlerin değişimi konseptinin bir parçası olan uygulamalara da karşı oluruz.
Halkımızın bu hususta Pazarcık’tan Silopi ve Cizre’ye kadar her yerde karşı çıkması gerekiyor. Özellikle Silopi’de evler o kadar tahrip olmamasına rağmen mahallelere devlet adına el koymuşlar ve kamulaştırmışlar. Silopi halkımız bunu kabul etmemeli ve buna karşı mücadele etmeli. Açık ki orada direniş bitmedi. Hayır. Bu bir süreçtir. Kürdistan halkının direnişi hiç bir yerde bitmeyecektir. Silopi ve tüm Botan’da daha da büyümeli, gelişmelidir. Yani Botan halkı AKP sömürgeciliğine karşı boyun eğmemeli, onların teslim alma siyasetlerini asla ve asla kabul etmemeli. Nasıl ki Botan halkı, Botan aşiretleri tarihte sömürgeciliğe karşı boyun eğmeyip her zaman kendisine ve Kürtlüğüne sahip çıkmışsa, bu önemli süreçte de aynı duruşu sergilemelidir. Onlardan beklentimiz de budur. Şimdi Silopi’de ve diğer yerlerde AKP’nin Kürt halkının malına ve iradesine el koymasına karşı eylemlerin olduğunu duyuyoruz. Büyük ihtimalle bu çabalar ve eylemler daha da artacaktır. Bölgedeki tüm yurtsever aileler ve aşiretler bu direnişin etrafında birleşmeli ve büyük bir birlik ruhuyla bu zulüm siyasetine karşı tutumunu koyarak AKP’nin bu vahşetine dur diyebilmelidir. Artık direniş halk direnişi olmalıdır.
Şimdi şöyle bir durum var: Halk diyor, ‘gerilla var; onlar savaşsın, biz izleyelim.’ Böyle olmaz. Gerilla bu halkın fedaisidir. Gerilla kendini halk için feda eder. Örnekler ortadadır. İşte Cizre, işte Sur, işte Hezex. Gerilla kendini halkı için feda edebilir, şahadeti göze almaktadır. Fakat sonuç alması için halkın katılımı olmalı, sahiplenme olmalı. Örneğin Şırnex, Nisêbin ve Gever’de bugün sert bir savaş var. Ama bu savaş alanları dışında olan halkımızın hepsi seyirci kalırsa olmaz. Özellikle devletin mahallelerimize el koymasına karşı tavır sahibi olmalıyız. Sadece bunun için bile olsa yeniden serhildanlar geliştirmeliyiz, kabul etmemeliyiz. Devlet gelip şehirlerimizde evimize toprağımıza el koymamalı ve kendine göre yapılandırıp el aleme peşkeş çekmemeli. Çünkü el koyduktan sonra gerçek sahibine vermeyebilir; başkalarını yerleştirebilir.
Herkes bilmeli ki gerekirse daha çok savaş olur ama bu kabul edilemez. Halkımız bu konuda kendini daha fazla örgütlemeli; toprağına, suyuna, evine, mahallesine ve şehrine sahip çıkmalı. Değerlerine sahip çıkmalı. AKP vahşetine meydanı boş bırakmamalıdır. Bu önemlidir.
Nisêbin, Şirnex ve Gever’deki direniş ne aşamaya geldi? Ayrıca oradaki PÖH ve JÖH elemanlarının artık savaşamayacak hale geldikleri ve aralarında çelişki olduğu söyleniyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrudur. Hatta basına yansıdığı gibi 1000 PÖH elemanı istifa etmek istemiş; normal polisliğe geçmek istemişler ama devlet kabul etmemiş. Bundan bir kaç gün önce Nisêbin’de kendi aralarında bir çatışma çıkmış. Eğer bir yerde başarı varsa, orada her şey normal gider. Ama yenilgi varsa, problem çıkar, sorunlar artar. PÖH ve JÖH arasında yaşanan çelişkiler yenilgilerinden kaynaklanıyor. Şimdiye kadar başarılı olmuş değiller. Özellikle de Nisêbin’deki direnişçiler çok ilginç taktiklerle savaşıyor; böylelikle düşman ciddi darbeler alıyor. Bu onların arasında korku ve çaresizlik geliştirmiş. Bu yüzden aralarındaki çelişki derinleşmiştir. Tabi bu sadece Nisêbin’de değil, Şirnex ve Gever’de de aynı şey söz konusudur.
Aynı direniş Cizre ve Sur’da daha önce oldu. Fakat kıştı; kimse fazla hareket edemiyordu. Sadece gerilla değil, halk da fazla hareket edemiyordu. Örneğin Serhat yerinden kıpırdayamıyordu. O şehirler yalnız başlarına bir tarih yazdılar ve büyük bir direniş gerçekleştirdiler. Bugün 3 ayrı şehirde önemli bir direniş var. Her şeyden önce Kürt ulusu ve demokrasi güçleri olarak bu direnişe sahip çıkmak bizim borcumuzdur. Her Kürdistanlı kendini bundan sorumlu görmelidir. Bu direniş ne içindir? Bu direniş Kürdistan’ın demokratik özerkliği içindir. Yani halkımızın doğal hakları içindir. Kürtlerin de her halk gibi özgür yaşaması içindir. Kendi diliyle eğitim görmesi içindir. Kendi kendini yönetebilmesi içindir. Onur sahibi olması içindir. Köle olmaması, Türk devletinin faşist uygulamalarına maruz kalmaması içindir. Kendi yönetimini oluşturabilmesi içindir. Kendi kendine sahip çıkması içindir. Diliyle ve kültürüyle kendi toprağında özgürce yaşayabilmesi içindir. Bu direniş bunun içindir. Bu direniş, tüm Kürt ulusunun direnişidir. Bu direniş, Türk halkının da özgürlüğü ve demokrasisi direnişidir. Bu direniş Türkiyeli tüm emekçilerin, demokratların, sol-sosyalist çevrelerin de direnişidir. Tabi hepsinden önce Kürt halkının davasıdır. Herhalde bu üç şehir sadece kendileri için bir şeyleri amaç edinmiş değil. Önlerinde tüm Kürt halkı ve demokrasi için bir kutsal amaç var. Bunun için büyük bir şeref ve onurla direniyorlar. Bu nedenlerden ötürü tüm halkımızın ve Türkiyeli demokrat çevrelerin üzerine düşen görev, bu onurlu direnişe sahip çıkmak, yalnız bırakmamak; bu temelde bu direnişi tüm Kürdistan’ın ve Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi direnişi haline getirmektir. Görev budur. Eğer halkımız bu şekilde bu göreve sahip çıkarsa, herkes bulunduğu yerde AKP’nin bu vahşet ve zulmüne karşı durursa ve karşı durabildiği yöntemlerle direnirse, AKP’nin bu faşist zihniyetli iktidarı tabii ki yenilecektir. Kazanan biz olmalıyız. Cizre gibi bodrum vahşetlerinin yaşanmasına izin vermemeliyiz. Tüm halkımız bu konuda kendini sorumlu görmelidir.
Tabi direnişi en ön safta yürüten savunma güçlerinin, YPS’nin de görevleri vardır. Her şeyden önce bu üç şehirde direnen direnişçileri canı gönülden selamlıyorum. Onlar bugün tarihi yeniden yazıyorlar. Onlar bugün Kürt halkının özgürlüğü halayının başını çekiyorlar. Büyük bir kahramanlık ve fedakarlık yapıyorlar. Onlar bugün yaşayan efsanelerdir. Ama sadece alkışlamak yetmez; aynı zamanda onlara sahip çıkılmalıdır. Bugün her Kürt ve kendine ‘demokratım’ diyen herkes bu direnişe sahip çıkmalıdır.
Şimdi bize ‘çözüm olsun’ deniyor. Çözüm için her şeyden önce Şirnex, Gever ve Nisêbin’deki saldırılar durmalı. Saldırılar dursa, kuşatma çekilse, o zaman diyalogla çözüm için çabalar gösterilebilir. Ama şu an her yerden saldırı var. İmralı’da Önderliğimize saldırı var; Nisêbin, Şirnex, Gever, Amed ve tüm Kürdistan’a saldırlar var. Bu saldırılara karşı insanlık, özerklik, özgürlük ve demokrasi direnişi var. Bu direniş tarihi bir direniştir. İçinde olduğumuz bugünler çok önemli ve tarihidir. Şeref ve onur sahibi olan hiç kimse bu tarihsel sürece seyirci kalmamalı, çaba sarf etmelidir.
Halkımız, ‘bahar geldi; gerilla devreye girecek; biz de seyredeceğiz’ dememeli. Bu çok yanlış bir yaklaşımdır. Elbette gerilla görevini yerine getirecek fakat herkes görevini yerine getirmelidir. Düşmanın şimdi başlattığı bu saldırı, güçlü olmasının değil zayıf olmasının bir sonucudur.
Siz de sordunuz; doğrudur. Onların en özel güçleri bile çaresiz kalmıştır ve birbirlerine girmişlerdir. Çünkü ilerleyemiyorlar. Bu hegemonik devlet anlayışı zayıflamış; artık onları yenebiliriz. Kürdistan’da sömürgeciliği yok etme ve özgürlüğünü kazanma zamanı gelmiştir. Fakat bunun için her şeyden önce birlik olmalı ve tavrımızı ortaya koymalıyız. Herkes bunu bilmeli. Bu süreci elimizden kaçırırsak kaçan tren gibi ne kadar peşinden koşulsa da yakalanamaz. Bunun için tüm yurtseverler hiç bir yerden talimat beklemeden, kimsenin söylemesine gerek kalmadan bulunduğu yerde bir şeyler yapmalıdır; sömürgeci vahşete karşı direnmelidir.
Artık bahar geldi; hiçbir Kürt genci evinde kalmamalı, bu kutsal mücadeleye katılmalıdır. Gün, onur ve direniş günüdür. Mutlaka başarmalıyız. Bunun için herkes katılmalıdır. Bugüne kadar bizimle olmayan Kürtler de, bunun kendi davaları olduğunu bilmeleri gerekir. Tüm Kürdistanî partiler bu süreci doğru okumalı; bu direniş sürecinde ortada durmamalı, sömürgeciliğe destek olmamalıdırlar. Sonra tarih onları lanetler. Kürdistan’da oluk oluk kan akarken, ‘yanlış yöntemler var’ adı altında düşmana destek olamazlar. Yöntem doğru veya yanlış; bir direniş başlamış ve ortada bir savaş var. Kimin tarafında olduğunu ortaya koymalısın. Eğer yurtsever ve demokratsan zulme karşı durmalısın. Kendine ‘iman ve din sahibiyim’ diyen kimse bu zulme karşı boyun eğmemeli. Çünkü dini ve imanı tehlikeye girer. Kendine, ‘demokrat ve yurtseverim’ diyen kimse bu zulme sesiz kalmamalı; çünkü o zaman demokratlığı ve yurtseverliği kalmaz. Yani Kürdistan toprağı üzerinde Türk, Ermeni, Arap, Süryani her kim olursa olsun bu zulme karşı sesiz kalmamalı. 150 bin nüfusluk şehirlerimizi açık açık tanklarla, toplarla vuruyorlar; yerle bir etmek istiyorlar. Buna karşı biz de tavır sahibi olmalıyız, direnmeliyiz, sessiz kalmamalıyız. Şuan gerekli olan böyle bir tutum ve birlik ruhudur.
Her şeyden önce, kendine, “ileri derece yurtseverim, direnişçiyim, milisim, çalışanım; hizmet etmişim” diyenler hizmetlerini heder etmemek için bugün alanlara inmeli, elini taşın altına koymalıdır. Gün, uzaktan konuşma günü değildir. Gün söz söyleme değil, pratik olarak devreye girme günüdür. Artık sen de işgalciliğe, sömürgeciliğe, zulme ve faşizme karşı bir şeyler yap. Böylelikle Şirnex, Nisêbin ve Gever’de yükselen direnişi yalnız bırakmamış olursun; yanında yer alırsın. Örneğin Gever halkının tamamı yurtseverdir. Direnişçileri yalnız bırakmamalıdırlar. Direnerek köylerden şehirlere akmalıdırlar. Colemêrg halkımız ve Serhat halkımız, yanı başlarında, Gever’deki bu görkemli direnişe sessiz kalmamalı, sahip çıkmalıdırlar. Serhat’tan Riha’ya, Dîlok’tan Semsur’a, oradan Dersim’e, her Kürdistan şehri ulusal-demokratik birlik tavrıyla zulme karşı durmalıdır. Bu süreç, böyle bir süreçtir.
Erdoğan ‘bu bir seferberliktir’ diyor. Yani karşımızdaki devlettir, sömürgeciliktir bize karşı seferberlik ilan ediyor ve ‘bu Türkiye’nin kurtuluşu ve istiklalidir’ diyor. Neden? Çünkü bugün Kürtlerin haklarına kavuşması için gerekli tüm koşullar oluşmuştur. Bundan ürkmektedirler. Bunun için böyle konuşuyorlar. Peki biz neden normal bir dönemmiş gibi yaklaşalım? Bunun için diyorum ki; “Tüm Kürdistan yurtseverleri! Bu süreç normal bir süreç değildir. Bu süreç olağanüstü bir süreçtir. Bu süreçte fedakarlık önde olmalı. Bu süreçte düşmana karşı direniş olmalıdır, örgütleme gelişmeli; herkes kendi içerisinde kendini örgütlemelidir. Her köy kendi kendini örgütlemelidir. Saflarını birleştirmelidirler. Bu süreç böyle bir süreçtir.
Bu süreçte kimse boşta kalmamalı, herkes çalışmalıdır. İkna olmayanlar ikna edilmeli, yolda olmayanlar yola getirilmelidir. Mesela Kürdistan’da korucu sistemi vardır. Bunu devlet geliştirmiştir. Zamanında insanlarımız bilinçsizdi, biz de acemiydik. Acemilik ve bilinçsizlik bazı insanlarımızın korucu olmasına zemin yarattı. Fakat şimdi koşullar değişti. Biz tecrübe kazandık, korucu olan insanlarımız da gerçeği anladılar. Mesele devletin dediği gibi ‘terör meselesi’ değildir. Böyle bir şey yoktur. Kürt halkı haklarını kazanmak istiyor. Devlet de buna karşı terör uyguluyor. Sorun PKK ile devletin değil; Kürt halkı ile devletin sorunudur. Bir tarafta Kürt halkı var, diğer tarafta devlet var. Devlet sömürgeci bir devlettir. Bu devleti bugün AKP temsil etmektedir. Bugün Kürt gençleri Şirnex, Nisêbin ve Gever’de direniyor. Diğer şehirlerdeki Kürdistanlı gençlerin de buna karşı sessiz kalmayacaklarına inanıyorum. Direnen gençler kimdir? O şehrin gençleridir. O zaman o gençleri yalnız bırakmamalıyız. Herkes böyle düşünmelidir. Kürdistanlı olan bir korucunun gidip o gençlere karşı savaşmasının hiçbir vicdani açıklaması yoktur. Onlar bir halk için kendilerini feda etmişler; sen niye gidip onlara karşı duruyorsun?
Altını çiziyoruz korucular artık hedefimiz değildir. Eskiden olanlar yanlıştı ve eksiklikti. Koruculuğun kabul edilmesi bir eksiklikti; bunun ekseninde gelişen savaş da bir eksiklikti. Şu anda tek tek bazı korucu ölümleri yaşanıyor. Onlar ayrı. Onların ya suçları vardır ya da devlet bazı aşiretlerle aramızı bozmak için öldürüyor. Hareket olarak korucuları hedeflemek gibi bir kararımız yoktur. Yani korucudur diye kimse vurulmaz. Ama biri ister korucu olsun ister olmasın, eğer gerillayı öldürmek isterse gerilla elbet ona karşı cevap verecektir. Meselenin koruculukla alakası yoktur. Mesela korucu olmasa dahi karşıtlık edenler oluyor; bunlar düşmanın önüne geçip gerillanın üstüne geliyorlar ve gerillanın hedefi oluyorlar. Burada anlaşılması gereken, korucuların değil ajan-kontraların hedef olduğudur. Yani düşmanla hareket edip kan dökmek isteyenler hedeftir. Bunu herkes bilmeli.
Bugün ister korucu olsun, ister olmasın; tüm yurtseverler birleşmeli ve birliklerini oluşturmalıdırlar. Artık kimse şaşmamalı. Eğer bu düşmana karşı bugün birleşirsek, kazanacağız. Geleceğimiz hiçbir zaman bugünkü gibi elimizde olmamıştır. Şimdi halkımızın geleceği kendi ellerindedir. Eğer birleşirsek, tavrımızı direniş tavrına dönüştürürsek, düşmanın kimseyle oynamasına izin vermesek ve halk olarak fedakarlık yaparsak düşman yenilecek ve kazanan biz olacağız.
Herkes bunu görmeli ve bu gerçeğe göre sürece yaklaşmalıdır. Buna göre her yurtsever görevine sahip çıkmalıdır. Bugün Gever’deki direnişe tüm Şemzînan, Gever ve Serhat halkı sahip çıkmalıdır. Şirnex direnişine tüm Botan halkı sahip çıkmalıdır. Nisêbin direnişine tüm Mêrdin, Riha ve Amed halkı sahip çıkmalıdır. Bu Kürdistanî bir direniştir; kutsal bir amaç olan özgürlük ve özerklik içindir. Bazıları halen, ‘elimize ne geçecek’ diyorlar. Elimize özgürlüğümüz geçecek, elimize özerkliğimiz geçecek. Bugün halk ve hareket olarak demokratik özerklik için direniyoruz. Kürt gençleri buna öncülük ediyor. O zaman herkes onların etrafında toplanmalıdır. Bu direniş Kürt halkının özgürlük yolunda kutsal ve değerli bir direniştir. Tarihin bu önemli döneminde kazanabilmek için herkes bu direnişe katılmalıdır.
Son olarak bir mesajınız var mı?
İçinde olduğumuz süreçte AKP öncülüğündeki Türk sömürgeciliği en zayıf dönemini yaşıyor. Eskiden NATO arkalarındaydı. Tüm devletler arkalarındaydı. Kürdistan’ı işgal eden her dört devlet birbirleriyle ittifak halindeydiler. Bunun için halkımız ne zaman başkaldırdıysa, başını kesiyorlardı. Fakat bugün AKP’nin elinde o imkanlar yoktur. Bu bizim için fırsattır. Kendimizi toparlamalı, örgütlüğümüzü güçlendirmeli, yöntemlerimizi zenginleştirmeli, taktiklerimizi derinleştirmeli ve artık sonuca gitmeyi başarmalıyız.
Tüm halkımız artık bunu bilmeli: Gün direnişe katılma ve sonuç alma günüdür. Yürüyüşümüz Önder Apo’yu özgürleştirme, Kürdistan’ı özerkleştirme ve Türkiye’yi demokratikleştirme yürüyüşüdür. Bunun imkanları vardır. Çünkü düşman zayıftır. Zayıf oldukları için o kadar gürültü patırtı çıkarıyorlar. Onlar zayıflıklarından dolayı bir grup gence karşı günlerce tank ve top kullanıyorlar. Onlar zayıflıklarından dolayı üst üste, ‘korkmuyoruz ve diz çökmeyeceğiz’ diyorlar. Çünkü hem zayıflar, hem de kudurmuşlar, vahşileşmişler. Neden? Çünkü hem Kürdistan’ın gerçekliğini görüyorlar, hem de kendi zayıflıklarını görüyorlar. Bunun için kudurmuşlar. Fakat biz de kararlılık ve cesaretle onların karşısında durmalıyız ve bilmeliyiz ki bu süreç zafer sürecidir. Bu süreçteki özgürlük yürüyüşümüz zafer yürüyüşüne dönüşme şansını yakalamış bulunmaktadır. Herkes bu temelde katılmalı ve içinde olduğumuz 2016 yılını gerçekten büyük zafer yılı haline getirilmeliyiz. Bugün Önder Apo’nun doğuş gününü kutluyoruz. Önder Apo’nun doğuşunu doğru kutlamak da böyle bir yürüyüşü geliştirmekle mümkün olacaktır.
ANF