işgününün en az on saat olduğu hatta yirmi saate uzadığı zamanlar… ama işçi sınıfının mücadelesi de yükseliyordu. 1886 yılının 1 mayıs günü, abd’nin farklı yerlerindeki işçiler, 8 saatlik işgünü için greve çıktı. 8 saatlik işgünü için mücadelenin merkezi chicago’da, çoğu almanya’dan göçmüş olan 35 bin işçi iş bırakmıştı. on saatlik çalışma karşılığında aldıkları ücreti almak ama 8 saat çalışmak istiyorlardı. 3 mayıs’ta, tarım aletleri üreten cormick fabrikasında polis grevcilere ateş açtı ve iki kişiyi öldürdü. grevciler ve onları destekleyenler öfkeliydi, polisin ateş açması üzerine ilk dağıtılan bildiri “intikam” diye başlıyordu ancak daha sonra bu metin geri çekildi ve west randolph sokağındaki haymarket’te bir protesto gösterisi için çağrı yapıldı. orada, polisin üzerine atılan bir dinamit lokumuyla bir polis öldü, 8 polis yaralandı. (öldürülen polisin dikilen heykeli, 1969 yılında biri weather underground üyesi olan iki kişi tarafından bombalanacaktı.) polis kalabalığa ateş açtı, ölenler ve yaralananlar oldu. tanıkların ifadelerine göre polisler karanlıkta birbirlerini vurmuştu. bunu izleyen günlerde grevler sürerken büyük bir baskı dalgası da geldi. yüzlerce kişi tutuklandı ama dinamiti atanın kimliği belirlenemedi. son derece taraflı bir hakim ve jürinin yürüttüğü davada, tutuklananlardan 8’ine idam cezası verildi. bunlardan sadece ikisi o sırada alandaydı. dinamiti atmış olması en muhtemel kişi olan rudolph schnaubelt birkaç kez gözaltına alınmış, salınmış ve sonra ülkeyi terk etmişti. idam cezalarından biri ömür boyu, ikisi 15 yıl hapse çevrildi. sanıkların en genci marangoz louis lingg idam sehpasına çıkma fikrine dayanamadığı için cezaevinde intihar etti. dört kişi de idam edildi, bunlardan august spies, sehpada, “gün gelecek, bizim sessizliğimiz, onların bugün bastırmaya çalıştığı seslerden daha güçlü olacak,” dedi. elli yaşında bir oyuncakçı olan george engel ile adolf fischer idam edilmeden önce, “yaşasın anarşizm!” diye bağırdılar. fischer, 1877 demiryolu grevinden sonra yayınlanmaya başlayan ve göçmen işçiler için almanca yayın yapan, chicago’nun ilk emekçi yayını arbeiter-zeitung’un en önemli isimlerindendi.
grevci işçilerin üzerine ateş açanlar, bir dinamit lokumunu hak etmiyor muydu? ancak şu da açık ki siyasal adımlarda haklılık yetmiyor, doğru zamanlama, karşındaki gücü ve nasıl karşılık vereceği gibi birçok faktörü de hesaba katmak gerekiyor. diğer yandan, yanlış bir adım atsanız bile, eğer mücadele haklı bir talep üzerinde yükseliyorsa, sürüyor ve kayıplar ağır da olsa başarıya ulaşıyor.
anarşizmin, bir tür hayat tarzı olarak algılanması eğilimi kendi saflarında da mevcut ve bu akımın emek hareketleri ve devrimci mücadelelerdeki rolünü tarihten silmek, bu tarihi marx’ın, lenin’in, bazen stalin’in yazılarının tefsirine ve sovyet tarihinin farklı anlatılarına indirgemek, örneğin chicago’da sekiz saatlik işgünü için yürütülen grevi ve eylemleri örgütleyenlerin anarşistler olduğu unutturmak isteyenlerin işine geliyor.
anarşizmi anmadan, 1 mayıs’ın tarihini hatırlamak olmaz. ama 1 mayıs, anarşizm günü değil, sosyalizm veya komünizm günü olmadığı gibi. 1 mayıs, işçi sınıfının mücadele günü; bu mücadelenin farklı eğilimlerinin hepsine yer olan bir tarihsel alan.
bugün ne yazık ki abd de dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde, işçi sınıfı sekiz saatlik işgünü hakkını kaybetti. globalleşme süreci sonrasında, neoliberal politikalarla birlikte, 19. yüzyılın korkunç gerçekliğine geri dönüldü. tıpkı anarşistlerin örgütlendiği chicago’da olduğu gibi, göçmen işçiler daha da zor koşullarda çalıştırılıyor.
türkiye’de durum belki biraz daha bile kötü. atanamadığı için intihar eden genç kadının, işten çıkartılınca kalp krizi geçirip ölen işçinin haberinin ertesi günü baba oğul iki işçinin elektrik akımına kapılarak öldüğü haberi geldi. borç yüzünden intihar, açlık kapısına dayandığı için intihar, kendini yakarak intihar… özellikle inşaat sektörü, işçi cenazelerinin üzerinde yükseliyor, khk’lar kaç emekçiyi ailesiyle birlikte yıkımın eşiğine getirdi… işimiz olsun olmasın, geçinemiyoruz! işsiz kalma tehdidi birçok emekçinin bunu daha yüksek sesle ifade etmesini engelliyor. ve şükür türkiye’nin her yerinde bunlara karşı, şöyle ya da böyle bir mücadele sürüyor.
1 mayıs, demokrasi vurgusunu bir kenara koymayı gerektiren bir gün. hele de emek bu kadar büyük bir saldırı altındayken, emekçiler siyasette oy deposundan başka bir şey olarak görülmezken.
türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşecek 1 mayıs gösterilerini, istanbul’da gösterinin nerede yapılacağı üzerinden tartışmak büyük bir sorun ama tabii bir kent suçuna işaret eden maltepe’nin de iyi bir seçim olmadığı açık.
peki ya taksim?
taksim 1 mayıs alanı mıdır? tabii ki. sadece 1 mayıs değil 8 mart alanıdır da, örneğin. bunun uğruna mücadele etmek gerekir mi? tabii ki. nasıl ki daha önce 1 mayıs alanını kazandık, yine bir gün kazanırız. ama siyaset sadece cesaret ve inat değil, öncelikler, güç dengeleri gibi onlarca değişkeni dikkate alarak yürütülebiliyor. bugün işçi sınıfının gündemi, 1 mayıs’ı taksim’de kutlamak değil, her gün canından olan emekçilerin hayatına sahip çıkmak.
1 mayıs’ta taksim’de olmak gibi bir alternatif yok. 1 mayıs’ta taksim’i zorlamak diye bir seçenekten söz edebiliriz ancak. geniş emekçi kitlelerinin parçası olmayacağı, olmayı tercih etmeyeceği bir seçenek. bunu deneyecek herkesin başarılı olmasını dilerim. bir grup taksim meydanına çıkmayı başarırsa bu onların parçası olduğu siyasi çizgi için büyük bir prestij vesilesi olacak, şüphesiz. orada 1977 yılında can vermiş olanların, oraya çıkmak için daha sonra can vermiş, sakat kalmış olanların hatıraları önünde bir saygı duruşu. ama etkili bir 1 mayıs, sınıfın taleplerinin, sınıfın durumunun milyonlar tarafından seslendirildiği gösterilerle mümkün. 2010’da, 2011’de, 2012’de taksim’de toplanan kalabalığı, hatta 2009’da taksim’e yönelen kalabalığı neden bakırköy’de olsun toplayamadık? bunun üzerinde düşünmeye değer bence.
istanbul’da ve ülkenin başka yerlerinde, 1 mayıs geçmiştekinden farklı kurgulanamaz mı? mesela her yıl dinlediğimiz, alana gelen herkesin bildiği şeyleri anlatan ve birbirinin neredeyse aynısı olan konuşmalara maruz kalmak zorunda mıyız? bari tek bir metin olamaz mı? ve daha önemlisi, işçi sınıfının ve mücadelesinin sesini, temsili değil de doğrudan bir biçimde kürsüde göremez miyiz? intihar edenlerin ailelerini, khk’lara karşı mücadele edenleri, grevde olan işçileri kürsüye taşıyamaz mıyız? bence bütün bunlar kürsüyü nereye kurduğumuzdan daha önemli.
artigercek