Perinçek’ten Erdoğan’a ‘uyarı’ geldi. AKP hükümetinin Suriye tutumunun Erdoğan’a karşı güvensizliği artırdığını belirten Perinçek, “Çin, Rusya gibi ele ele verdiği devletler de ona güvenmiyor” diyor.
Basın, bu şekilde gördü. Bu nedenle uyarı sözünü özelikle tırnak içine aldım.
Perinçek’in söylediklerinin ne anlama geldiğini yorumlamak gerekir.
Perinçek, çok yakından bildiği, bizzat kendisinin iki ülke arasında arabulucu olduğunu söylediği Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir gerçeğin altını çiziyor ki bu gerçek Erdoğan’ın şu son günlerdeki önemli bir açmazına da işaret ediyor.
Hatırlatmalarla devam edelim.
Perinçek, 2015’te düşürülen Rus uçağı sonrasında Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl düzelttiklerini, arabuluculuğun kimlerle yürütüldüğünü, bir özel televizyon kanalında anlatmış, sunucunun "Daha önceki açıklamalarınızda 'Rusya ile düşmanlardı, düzelttik.' dediniz. Hakikaten Türkiye ile Rusya'nın arasını siz mi düzelttiniz?" sorusuna şöyle yanıt vermişti:
"Tabii. Yani biz düzelttik, düzeltilmesine çok önemli katkıda bulunduk diyelim. Nasıl katkıda bulunduk? Şunu yaptık: Gittik Rusları ikna ettik. Dedik ki: Tayyip Erdoğan düşmanlığını bırakın. Çünkü bu Türkiye meselesidir. Doğrudan doğruya giden Soner Polat komutanımız, İsmail Hakkı Pekin, Beyazıt Karataş komutanımız, Yunus Soner. 4 kişilik bir heyeti Moskova'ya gönderdik. Birkaç kez gittiler ve orada Putin'in kurmaylarıyla görüştüler. Ve o Putin'in kurmayları da televizyonlarda, mesela Konstantin Malofeyev, Aleksandr Dugin, Rus televizyonlarından şu açıklamayı yaptılar: 'Vatan partisi heyeti geldi ve bizi ikna ettiler. Türkiye ile dostluk Rusya için gereklidir. Vatan Partisi ikna ettiği için biz Tayyip Erdoğan yönetimiyle ilişkilerimizi düzelttik.'"
Rusya ile ilişkilerin düzelmesinin, daha doğru bir deyimle Erdoğan’ın Putin’in ayağına kadar giderek domates ihracatı hariç tüm sorunları ‘çözdüğü’ dönemin somutlaştırdığı başka bir ittifaka daha dikkat çekerek hatırlatmaları sürdürelim.
Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı davalarını hatırlarsınız. Bugünkü davaları aratmayan bir hukuk garabetinin yaşandığı davalardan söz ediyorum. Gülen Cemaati ile Erdoğan el ele vermiş, Erdoğan davaların savcılığını üstlenmiş, Gülen de devletteki ilişkileri aracılığıyla bugünküne benzer biçimde hukuku ayaklar altına alan kumpasları örgütlemişti.
Al gülüm ver gülüm gidiyorlardı.
Bu davalarda yargılananların suçsuz olduğunu iddia etmiyorum. Tam aksine, her birinin korkunç suçlar işlediğini, insanları asit kuyularında yaktıklarını, binlerce faili meçhul cinayetin sorumlusu olduklarını 90’lardan biliyoruz. Ancak bu davalarda söz konusu suçların hiçbirine dönük tek işlem yapılmadı. JİTEM gibi bir cinayet şebekesinin varlığı kabul edilmedi. Bu cinayet şebekesini kuran Albay’ın itiraf etmesine, itirafçıların JİTEM antetli bordrolarının mahkemelere delil olarak sunulmasına rağmen, söz konusu deliller, açık cinayetler göz ardı edildi. Birçoğu düzmece delillerle sadece hükümete dönük darbe girişimi dava konusu yapıldı.
Bugün o davaların savcı, hakim ve polislerinin çoğu tutuklu ya da kaçak. Söz konusu davaların sanıkları da hükümetin en önemli ittifaklarına dönüşmüş durumda. Sanıklar ve tanıklar, savcılar ve avukatlar yer değiştirdi ancak AKP’nin kendi lehine değerlendirebileceği hukuksuzlukların hiç birinde zerre değişiklik yaşanmadı. Örneğin Ergenekon davalarını takip eden polis, savcı ve hakimlerin Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP’li vekiller, belediye eş başkanları, yöneticiler ile diğer muhalifler aleyhine hazırladığı hiçbir soruşturmadan, iddianameden, düzmece yargılamalarla verilen cezalardan şüphe duyulmadı. Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı davalarındaki sanıklar aleyhine hazırlanan iddianamelerin ise tümü düşürüldü, biten davaların neredeyse tamamı Yargıtay’da yeniden görüldü, verilen cezalar kaldırıldı. Bu davaların ‘mağdurlarına’ binlerce liralık tazminatlar ödendi, tüm özlük hakları geri verildi.
AKP ile Gülen Cemaati ilişkilerinin bozulduğu 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarından sonra AKP’nin Ergenekon’a yönelik tutumu giderek değişti. Gülen Cemaati’ni etkisiz hale getirmesi ise ağırlıkla 2016’da, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra oldu. Bu arada 2015’te Türkiye ile Rusya arasında ilişkilerin düzelmesinden sonra Erdoğan yönünü tam da Ergenekoncuların istediği gibi Rusya’ya çevirdi. Suriye’de çöken politikasını, Putin’le düzeltmeye kalktı ki Afrin’in Türkiye’nin kontrolüne alınmasında çıkar ilişkilerine dayalı bu ilişkinin hangi boyutlara vardığını hep birlikte gördük.
Perinçek’in tırnak içine aldığımız uyarısının ne anlama geldiğini, nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bir hatırlatmada daha bulunarak bitirelim.
Yaklaşık 5 yıl süren Ergenekon, Balyoz, Sarıkız ve Ayışığı davalarının 1 numarası nedense bir türlü bulunmadı. Kâh İlker Başbuğ’un, kâh Doğu Perinçek’in adı ‘1 Numara’ olarak öne çıktı. Ancak hakkını vermek gerekir ki 1 Numara ‘bilinmese’ de her iki adı geçenin de, bu davalarda yargılanan önemli bir kesimin de devletin derin dehlizlerinin elemanları olduğu konusunda kimsenin şüphesi kalmadı. Devletin derin dehlizlerinin bir kanadını oluşturan bu kesimin, kendileri hakkında davalar açılmadan çok önce Türkiye’nin yönünü Rusya liderliğindeki doğuya çevirmesi, NATO’dan kopması için çabalarını artırdıkları biliniyor. Gülen Cemaati’nin canhıraş bir biçimde bu kesime cephe alması, Kürtlere karşı işlenen suçların davalarda göz ardı edilerek sadece hükümete yönelik darbenin davalara konu edilmesinin bir nedeninin de NATO karşıtı bu tutum olduğu çokça konuşuldu.
Şimdi artık yeni bir evreye giriliyor.
Erdoğan’ı en çok zorlayacak olan da bu evredir. Çünkü ittifakları onun yönünü Doğuya verdi. Bu yön değişikliğinin ‘geri dönüşsüz’ olduğunu düşünenlerdenim. Putin’in verdiği tüm açık çeklerde bu etkiyi görmek mümkün. Geri dönemez, çünkü Putin verdiği açık çeklere istediği rakamı yazar ve geri alabilir.
Bu çekleri ödemenin karşılığı Erdoğan’ın yönünü yeniden Batı’ya çevirmesi, NATO’ya sığınması mı? Tam burada NATO’nun lideri ABD’nin yaşanmışlıklardan çıkardığı sonuçların ne olabileceğine tek cümleyle de olsa göz atmak gerekir: NATO müttefiki Türkiye’de Erdoğan’la birlikte yaşanan bu ‘eksen kaymasının’, ABD’nin kendisine neye mal olduğunu unutacağını sanmıyorum.
Perinçek’e paye biçtiğimi düşünenler, onu gereğinden güçlü gösterdiğimi düşünenler olabilir.
Kısaca diyeyim, Perinçek bir tek Vatan Partisi değil.
CHP’den MHP’ye, İyi Parti’den diğerlerine statükoyu savunan her anlayışın içinde –az veya çok– oyunu Vatan Partisi’ne vermese de bir Perinçek ruhu var. Fark şu ki diğerleri kendini Perinçek ile özdeşleştirmeden siyaset yapıyorlar. Erdoğan ise bırakın özdeleştirmeyi, neredeyse hala kim olduğunu bilemediğimiz 1 Numara olduğunu açık edecek şekilde kendini Perinçek ruhu ile bütünleştirdi.
Tüm bu nedenlerle Perinçek’in dediklerini önemsemek gerekir. Çünkü cephedeki kırılmanın olası etkilerini anlatıyor, ifşa ediyor.
artigercek