Serpil İLGÜN
2007’den bu yana düzenlenen çalıştaylar, reform vaatleri, hazırlanan taslaklar... AKP medyasına göre hükümetin “Alevi vatandaşlarının sorunlarını çözme” vaadinde sona gelindi. Geçtiğimiz hafta çıkan haber ve yazılara bakılırsa, Başbakan Davutoğlu’nun da zaman zaman başkanlık yaptığı çalışmalar “Alevi reform paketi” adı altında birkaç gün içinde Meclise sunulacak.
Bizzat Diyanet Başkanı ağzından cemevlerinin “kırmızı çizgi” ilan edildiği, zorunlu din derslerinin kaldırılmak bir yana süresinin artırılmasının planlandığı, din eğitiminin anaokullarına kadar indirildiği bir tabloda hazırlanan paket nerede duruyor? Okullarda Alevilik yerine Ehlibeyt derslerinin konması ne anlama geliyor? Sertifikasyon kurulunun işlevi ne olacak? İrfan merkezleri ile ne amaçlanıyor?
Yanıtlar için Alevilik üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınan, “Yol/Rê: Dersim İnanç Sembolizmi” kitabı yazarı, sosyal antropolog Yrd. Doç. Dilşa Deniz’le konuştuk.
Barış bildirisini imzaladıkları için Nişantaşı Üniversitesi’ndeki işlerine son verilen 6 öğretim üyesinden biri olan Dilşa Deniz, Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk istismarından Maraş’ta Suriyeliler için kurulacak kampa, gündemin diğer başlıklarına ilişkin sorularımızı da yanıtladı.
Ayrıntılarına geçmeden önce Alevi inancının nasıl ele alındığı konusunda ‘Alevi reform paketi’ bize ne söylüyor? Bu açıdan öncekilerden farklı bir yerde duruyor mu?
Bütün mesele devletin dini ya da inançları tarifleme yetkisini elinde tutmak istemesi. Oysa devlet bir dini ya da inancı tanımlayamaz çünkü böyle bir yetkisi yok. İnançları inanç yapan şey ona inananlardır. İnananların bakış açısıyla o inanç, inanç mı değil mi ya da ibadet ettikleri yer ibadethane mi, buna kendileri karar verebilir. Devlet buna karar veremez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hep iddia ettiği gibi seküler olabilmesi için bir kere dinlerin ve inançların üzerinden elini çekmesi gerekiyor. Bence Alevilerin hatta Sünnilerin talep etmesi gereken bu. Devlet, Türk İslam sentezi içinde bütün bu ilişkileri tanımlamaya çalışıyor ama Alevilik bu tanımlama içine düşen bir inanç ya da din değil. Böyle olunca da problem çıkıyor. Kaldı ki sadece inançlara yönelik değil, yapısal olarak ayırımcı bir devlet uygulaması var. Devlet, Türk İslam sentezinin parantezi içine düşmeyen bütün inançlara, bütün politik görüşlere, bütün cinsiyet tanımlamalarına ya da kültürel yaklaşımlara bir tavır alıyor ve onları “ehlileştirmeye” çalışıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu yaklaşımına 14 yıldır iktidarda olan AKP ne kattı peki?
AKP İslami dozajı biraz daha artırdı. Türk-İslam sentezinin hangisinin dönemsel olarak dozajının artacağına dair farklılıklar olmuştur. Mesela Kemalist sistemde Türklük daha ön plandaydı. AKP döneminde İslam daha öne geçti. Gerçi son geldiğimiz süreçte Türklük meselesi Kürt meselesinden dolayı daha öne geçmiş durumda ama Alevilere yaklaşımda İslam yine birinci belirleyen oluyor. Böyle olunca da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, gayet rahat “Cemevleri kırmızı çizgimizdir” diyebiliyor.
Ve Alevilik İslam dışılık olarak tarif ediliyor...
Evet. Aslında olay şu; geçmişte Alevilik sapkın bir inanç olarak kabul edildiği için asla ve kata İslam’ın içine dahil edilmedi zaten. Ancak ne zaman ki Kürt hareketi ile birlikte bir itiraz dinamiği başladı, işler değişmeye başladı. Çünkü Alevilerin büyük kısmı Kürt. Geçmişte Alevileri Kürtlük kimliğinden koparabilmek için Aleviler sanki sadece Türk olabilirmiş gibi Aleviler arasında şu söylemlerin güçlendirildiği bir dönemden geçtik; “Biz Aleviyiz ama Türk’üz!” Ya da “Biz Aleviyiz, Kürt değiliz!” Dolayısıyla bu itiraz dinamiğinin Kürt hareketinin itiraz dinamiği ile ilişkisini kesebilmek için, Aleviliği bir tür görünebilir konuma getirdiler. Fakat buraya getirirken de tekrar o alandan uzak tutabilmek için örgütlenmelerini başka türlü yönetmeye çalışıyorlar. Böyle olunca da Aleviliği İslam içinde tanımlamakla birlikte “eksik İslam”, hatta “İslam ama cahil kalmış kesim” demeye de getiren bir söylem var. Nitekim 2000’lerden itibaren de Diyanet, mastır ve doktora programlarına öğrenci yerleştirerek Alevilik üzerine çalışmalar yaptırıyor.
Diyanetin Alevilikle ilgili çalışma yapmasına neden itiraz ediliyor?
Çünkü iyi niyetle yapılmıyor. Aleviliğin nasıl İslam içine monte edileceğini akademik olarak örgütlemeye çalışıyorlar. Zaten Alevi çalıştaylarının moderatörlüğünü yapan Necdet Subaşı bu isimlerden bir tanesi ve şu anda Başbakanın danışmanı. İç Anadolu’da Alevileri çalışıyor ve “Sırrı Faş Eylemek” başlıklı bir doktora çalışması yayınlanmış durumda. Orada da Aleviler, kırsal kesimde kaldığı için İslam’ı yeterince bilmeyen bir kesim olarak tariflenmiş. Böyle tarifleyerek Aleviliği hızla asimile edip, onun bütün özgün yanlarını budayıp İslam’ın içine monte etmeye çalışıyorlar. Tüm o Alevi çalıştaylarında Alevi örgütlerinin biraz problemi olan kesimleriyle kurulan temaslar, Cem Vakfı üzerinden cami-cemevi müştemilat projesi başlatmak, Çorum’da mesela Alevi imam hatip lisesinin kurulması, Tunceli Üniversitesi’nde, Gazi ve Hitit Üniversitelerinde Alevi araştırma merkezlerinin kurulması… Örneğin bu Alevi araştırma enstitülerinde ne yapıldığını bilmiyoruz. Buralar da çok karanlık bir alan. Mesela Gazi Üniversitesi’nde Alemdar Yalçın diye bir adam var, bütün Alevi şecerelerine ulaşmaya, onları elde etmeye çalışıyor.
Ne için?
Ne yaptıklarını tam olarak bilmiyoruz. Mesela bazı ocaklardaki örneğin ceylan derisi üzerine yazılmış, hatta Osmanlı Selçuklular tarafından mühürlenmiş yazılar, belgeleri topluyorlar. Ve hızla bu ocakları İslam’a bağlamaya çalışıyorlar. Şunu söyleyebiliriz; geçmişte kılıç zoruyla Müslümanlaştırmaya çalışma, bugün başka bir biçimde devam ediyor. Bütün Alevi öğretisini bulandırmaya ya da geçmişini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Cemevleri üzerinden bütün söylemleri değiştirmeye çalışıyorlar. Mesela cemevlerinde birisi ile konuştuğunuzda hemen size işte “Hazreti Ali efendimiz, Peygamber efendimiz” gibi cümleler kuruyorlar. Bir kere bu efendi kavramları Alevilik öğretisine ters kavramlardır. Çünkü Alevilik bir sevgi dinidir ve inanlar arasında hiçbir zaman bir hiyerarşi koymaz. Pirlik mürşitlik ilişkisinde hiyerarşi yok. Bu olmadığı gibi, efendi kul ilişkisi de yok. Ama bütün bu kavramlar hızla Alevi dili içine yerleştirilmeye çalışılıyor, bilgiler değiştiriliyor. Böylece Alevilik İslam’ın içine yavaşça dahil ediliyor. 2003’ten beri Diyanet yazılı metinleri hızla “yeniden” ve “gözden geçirerek” neşrediyor. Bu ne demek? İslam’ın bakış açısına göre bu metinler değiştirilerek tekrar piyasaya sürülüyor. Ama Alevi öğretisinin esası sözlü geleneğidir. Örneğin, “Bizim Kuran’ımız natıktır, yani sözlü geleneğimizdir” diyerek kendi geleneğini öne alan bir anlayış da vardı. Şimdi mesela özellikle büyük kentlerdeki cemevlerinde bunları duyamıyoruz artık.
Bu bağlamda ‘irfan merkezleri’ oluşturmak ne anlama geliyor?
İrfan nedir? Bilgi öğrenmek, gelişmek… İrfan evi diyerek aslında bir taraftan da sana şunu söylüyor; İslam’ı yeterince bilmeyen “cahil” kesimi tekrar ehlileştirme, İslam’ın bilgisi ile donatma, bu değiştirilmiş bilgilerle “irfan” edinme. Alevi öğretisinin kendine has, güçlü bir öğreti olduğunu görmek istemiyor. Bunu hızla değiştirecek, “cahillikten” çıkaracak, Aleviliği Sünni İslam’ın içine sokacak. Söylemeye çalıştığı bu.
Bir de cemevlerinin statüsünün tanınması talebi var. Bu beklenmiyordu zaten ama AKP cephesine göre elektriğin ve suyun ödenmesi, cemevlerinin fiilen tanınması anlamına geliyor. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle cemevlerinin su ve elektriğinin ücretsiz olmasını Alevilerin talep etme hakkı var. Çünkü tıpkı Diyanet gibi, bu tür giderler Alevilerin de ödediği vergilerle finanse ediliyor. Ama şöyle yapsınlar; mesela herkes, her cemaat kendi inanç merkezini finanse etsin. Nitekim Aleviliğin inanca dair bütün giderleri sistem içinde finanse edecek bir çözümü vardır. Camilerin de böyle olması lazım. Aslında en doğru çözüm, Diyanetin lağvedilmesi ve her inancın kendi inancının giderlerini kendilerinin finanse etmesi.
SERTİFİKASYON KURULU TAM BİR TUZAK!
Taslağa göre bir de ‘sertifikasyon kurulu’ oluşturulacak. Nerenin cemevi olup olmayacağından maaş alacak dedelere, Ehlibeyt derslerinin nasıl olacağına bu sertifikasyon kurulu karar verecek. İçişleri, turizm gibi bakanlıklar bünyesindeki birim temsilcileriyle, uzmanlar ve Alevi temsilcilerinden oluşacak bu kurul, Alevi diyaneti tarifine karşılık geliyor mu sizce?
Evet. Sertifikasyon kurulu Alevi diyaneti demek! Şimdilik bunu böyle net diyemiyorlar ama fiili olarak öyle. Bu da Alevileri kıskaca almak demek. İbadethanenin ne olduğuna, nasıl işleyeceğine, kimin orada olacağına karar verecek bir erk olacak. Otomatikman da siyasi iktidara bağlı bir kurul. Öyle olunca da devlet Alevilik konusunda söz söyleme yetkisini eline almış oluyor. Sünnileştirme hamlesi böylelikle daha da ivme kazanacak. Devletin Alevi kurumlarına belli oranlarda etkileri var ama tam olarak etki edemiyordu, böyle olursa direk etki edecek. Tam bir tuzak. Böylece AİHM’in zorunlu din dersleri konusunda verdiği “hak ihlali” kararlarını da sanki yerine getirmiş olacaklar. Halbuki tam tersine, onu bir olanağa çevirip bu asimilasyon sürecini hızlandıracak başka bir cephe açmış oluyorlar.
Böylelikle aynı zamanda laisizm mücadelesi ve talebi de örselenmiş oluyor, ne dersiniz?
Türkiye zaten bugüne kadar (akademik anlamıyla bilinen) laik bir ülke olmadı. Çünkü laiklik demek, şu anda Diyanetin olmaması demek. Devletin tümüyle şeri kurallarla işlememesinin ya da kısmi de olsa diğer İslam ülkelerinden farklı oluşunun en temel dayanağı aslında Aleviler. Ben eğer Anadolu topraklarında Alevilik olmamış olsaydı Atatürk’ün problemli de olsa laisizm denen bu sistemi oturtacağından şüpheliyim. Bu sistemi oturturken Alevilerden destek aldıklarını biliyoruz, fakat sonradan (bu ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel karakteristiklerinden bir tanesi) o kesimi bir şekilde bertaraf etmeye çalışıyor. Örneğin 1924’te çıkarılan tekke ve zaviyelerin kapatılması meselesi Sünni kesimi çok etkilemiyor, onlar devam ediyor. Bundan etkilenen Alevi kesimi. Sözlü geleneğin kuşaklar arasında aktarılması kesintiye uğramış oluyor. Bugün Alevilerin söylem olarak ya da felsefi olarak bu kadar zayıf ve savunmasız oluşunun temel sebebi, kuşaklar arasındaki bilgi akışının kesintiye uğraması.
ALEVİLİK ADI ALTINDA SÜNNİ İSLAM OKUTULACAK
Taslağa göre okullarda Ehlibeyt dersi verilecek. Bu dersin içeriğini ve kimler tarafından verileceğini de sertifikasyon kurulu belirleyecek. Dersin adı neden Alevilik değil de Ehlibeyt olarak adlandırılmış?
Bu dersler Sünni İslam’ın birer temsilcisi olan din dersi öğretmenleri tarafından verilecektir doğal olarak. Bu durumda içeriğin nasıl oluşturulacağı ve aktarılacağı açık. Aslında bir tür sahtekarlık. Din derslerinin zorunlu oluşunu koruyarak, AİHM’in yaptırımlarını başka bir olanağa çevirerek daha fazla din dersi hedefliyorlar. Onlara “Bak Alevi bilgisi de veriliyor” denerek aslında Sünnileştirmenin başka bir olanağı yaratılmış oluyor. Çünkü Ehlibeyt dersi konuyu İslam’a bağlayacak! Ehlibeyt, peygamberin ailesini ele alıyor. Peki peygamberin ailesini nasıl verecek? Ayşe’ye karşı Alevilikte reaksiyon var, Ayşe’yi okuturlarsa ne olacak? Kaldı ki Alevilik içinde bu küçük bir kısım. Alevilik’i Ali sevgisine indirgeyen bir anlayışın sonucu. O yüzden “Alevilik Ali’yi sevmekse en büyük Alevi benim” denebiliyor. Alevilik o olmadığı için, sadece Ali’yi sevmek de kimseyi en büyük Alevi yapmıyor. Dolayısıyla bir yığın sorun var. Öyle görünüyor ki Alevilik adı altında Sünni İslam okutacaklar, her halükarda dönüp işaret ettikleri Sünni İslam.
DİN EĞİTİMİNİ HERKES EVİNDE VERSİN
Ensar Vakfı’ndaki erkek çocukların cinsel istismara maruz kalmaları eğitimin parasız, bilimsel ve laik olmasının önemini bir kere daha ortaya koydu. AKP Hükümetinin olay karşısındaki pozisyonunu, eğitimin bu tür vakıflara emanet edilmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere herhangi bir eğitim faaliyetinin vakıflar üzerinden yapılması başlı başına bir sorun. Aslında baktığınızda yasalara göre 18 yaşından küçük çocukları alıp, oralarda yatılı tutup belli bir eğitime tabi tutamazsınız. Bir kere yasaları kendileri ihlal ediyor. İkincisi, dinin eğitim sisteminin içinden çekilmesi lazım. Şu anda bütün o yurtlarda 5-6 yaşındaki çocuklar dini eğitime tabi tutuluyor. Bu ne acele? Bu çocuklar 5 yaşında dini öğrenince ne oluyor? Niye öteki dünyaya bu kadar önem veriliyor? Bu biçimle ancak cihatçı yetiştirilir, başka bir şey değil.
O halde Alevi derslerinin okutulması talebini de doğru bulmuyorsunuz?
Evet, ben Alevi dersinin konmasını istemiyorum. Din dersi verilecekse Diyanet ortadan kaldırılır ve herkes kendi cemaatinde, camisinde, cemevinde çocuğa eğitimini verir. Ya da herkes evde versin. Herkes dini biliyor, her türlü bilgiye ulaşma imkanı var. Niye ısrarla kreşten tutun üniversiteye kadar din eğitimi? Niye bu kadar din ağırlıklı eğitim verilmesine rağmen okullarda, yurtlarda, Ensar Vakfı gibi vakıflarda neden taciz tecavüz vakaları artıyor?
Bu sorulara yanıtınız ne?
Çünkü din erkek egemen zihniyetle öyle bir yorumlanıyor ki, buram buram cinsellik kokan bir şeye dönüştürülmüş. Adam nasıl seks yapılacağını dinin içinden tarif ediyor. Bu ahlaki olarak çok sorunlu bir şey. Din bu mu gerçekten? Kızına şehvet duymak… Diyanetin sitesinde yayınlanıyor bu fetva! Hiçbir seküler demokratik ülkede bu kadar rahat bir şekilde kabul görmeyen gayri insani/ahlaki pratikler ortalığa saçılmaya başlandı ve toplumda çıt yok. Üstelik bunlar buz dağının görünen kısmı. Görevi çocukları koruması gereken bir bakan, -ve aslında istifa da etmesi gereken bir bakan- kurumu koruyor. Sonuç olarak dinin de dini kurumların da eğitim alanından derhal çekilmesi lazım. Tüm toplumsal denetim mekanizmalarının denetimine açık seküler, bilimsel bir eğitim sistemine geçilmezse içinden çıkılmaz sosyal çöküntülere, şiddete açık hale geleceğiz.
GÖRÜŞ AYRILIĞI OLMASI NORMAL
AKP medyasına göre bu paket “Aleviler arasındaki görüş ayrılığını ortadan kaldırdı, hepsini ortaklaştırdı!”Alevilerin kendi fikir birliği sağlayamadığı propagandası, Hükümetin sürekli kullandığı bir argümandı biliyorsunuz. Bu argüman üzerinden paketi nasıl değerlendirirsiniz?
Aleviler arasında görüş farlılığı tabii ki var. Olması da gerekir. Zaten Aleviliğin kendisi de söylüyor bunu; “yol bir sürek binbir!” Yol bir derken “inancın ana işleyişi belli ama pratikte lokal değişikler olabilir” diyor. Yani büyük hoşgörüsü burada da var. Fakat baktığımız zaman İslam’ın içinde de bu çeşitlilik var. Kaç İslami devlet varsa, hepsinde ayrı ayrı İslami uygulamalar söz konusu. Türkiye’dekilere bakalım; cemaatler var. Cemaatler ne demek, farklı görüşler demek. Peki niye bu “İslam içinde görüş ayrılığı” olarak değil de “zenginlik” diye nitelendirilirken, Aleviliğe gelince “bunların kafası karışık, ne dediklerini bilmeyen kesim” olarak tarifleniyorlar? Burada kötü niyet var. Kaldı ki Cemevlerinin statüsünün tanınması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, dedelere maaş, Diyanet’in kaldırılması gibi temel başlıklarda çok net bir görüş birliği var. Hiçbir kafa karışıklığı yok.
MARAŞ VE DİKİLİ’DEKİ NÜFUS DAĞITILMAYA ÇALIŞILIYOR
Maraş’ın Dulkadiroğlu ilçesine bağlı Sivricehöyük köyüne Suriyeliler için yapılacak çadır kente, orada yaşayan Alevi Bektaşi halkın itirazı var. Benzer bir kampın Dikili’de de kurulacağı söyleniyor. Dikili’de de eylemler söz konusu. Bu tepkiler şöyle algılanmaya çok müsait; “Hani Aleviler bizde insan sevgisi, dayanışma, dostluk esastır diyordu, bu mu insan sevgisi?” Buradan bakınca eylemleri nasıl yorumlarsınız? Nedir Maraş ve Dikili’deki tepkinin kaynağı?
Az önceki cümleyi burada da tekrar etmek istiyorum, devletin temel mottosu Türkleştirme ve İslamlaştırma. Sadece Alevilerin yoğun olduğu bölgelere değil, Sünni Türk olmayan bölgelere de uygulamış; Kürtler mi yoğun, oraya Türkleri koyarak. Aleviler mi yoğun, Sünnileri, muhacirleri özellikle yerleştirerek. Bu politika Osmanlı’dan beri devam ediyor. Maraş’ta da, Alevileri oradan sürerek asimile olmalarını hızlandırmaya çalışıyorlar. Alevilerin toplu ve tarihi olarak bulundukları yerleri özellikle hedef alıyorlar. Böylece ilk olarak oradan sürerek ve dağıtarak ayrıştırmak, zayıf düşürerek Kürtlük ve Alevilikten kopartmak. İkinci olarak da bu tür toplumların bulundukları topraklarla tarihsel köklerini ortadan kaldırmak. Çünkü Alevilikte coğrafya ve kutsiyet ilişkisi çok yoğun. Bu açıdan onu besleyen, ayakta tutan kutsal coğrafyasına da saldırmaktadır. Dersim’de de bunu barajlar üzerinden yapmaktadır. Dikili’ye de Suriyelilerin yerleştirilmesi diye bir takım duyumlar var. Dikili’de sol ve Alevi nüfus yoğun. Türkleştirme ve Sünnileştirmeye/İslamlaştırmaya direnen solu da hedefleyerek, oradaki nüfusu dağıtmaya çalışıyor. Bütün bunlar devletin gizli gündemindeki sosyal mühendislik projesinin uygulamaları olarak gözümüze çarpıyor. Suriyeli mültecileri yerleştirilecek o kadar başka alan varken, buraların seçilmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Çünkü buralar kendilerince “problemli” olarak görünen yerler. O nüfusları oradan silerek onlardan kurtulmaya çalışıyorlar. Bu da artık çok şaşırtıcı gelmiyor bize.
TOPLUM BU KADAR GERİLİMİ TAŞIYAMAZ
Akademisyenler Muzaffer Kaya, Esra Mungan ve Kıvanç Ersoy’un ardından, Meral Camcı da tutuklandı. Camcı, “bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ndeki işinden de atılmıştı. Bildiriyi imzaladığı için işinden olan akademisyenlerden biri olarak gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrusu biz bildiriyi böyle bir reaksiyon beklemiyorduk. Öngörseydik ne olurdu, bir şey değişmezdi yine imzalardık. Çünkü vicdanı bir karar var. İş aslında Cumhurbaşkanı’nın sert tepki göstermesi arkasından büyüdü. Ben o tepkinin de çok raslantısal olmadığını düşünüyorum. Çünkü gerilimler işine yarıyor. O nedenle de sürekli gerilim üretmeye çalışıyor. Bunun arkasından yoğun bir saldırı başladı. Aslında baktığınızda akademi kendisine yakışan bir reaksiyon da göstermiş değil. Bu da Türkiye’de akedemianın geldiği zavallı duruma da işaret ediyor. Son durum da Türkiye akademiasının dünya akademiası içinde prestij kaybına da yol açan bir şey. Baskılar devam edecek. Hepimizi tutuklamayacaklar belki ama uzun süre Türkiye’de bizim gibi hocalara iş vermeme, düşüncelerimizi kongrelerde vs. sunumunu engelleme ve bizi etkisizleştirme gibi bir takım baskı araçları bu siyasi iktidar devam ettikçe sürecek. Fakat bu siyasi iktidarın, bu kadar sert bir politikanın güdüldüğü, toplumun bu kadar ötekileştirmeye, cepheleşmeye götürüldüğü bu iklimde uzun süre iktidarda kalamayacağını düşünüyorum. Çünkü bu kadar gerilimi, bir toplum taşıyamaz. Birini arkasına alıp öteki çocukları nefretle döven bir baba gibi davranıyor. Umarım bu süreç çok büyük kırılmaların yaşanacağı, hatta iç savaşın yaşanacağı bir sürece evrilmez.
Başbakan’ın AKP medyasınca sansürlenen ve akademisyenlerin tutuklanmasını doğru bulmayan sözlerini siz nasıl karşıladınız? Sürece etki eder mi?
Davutoğlu, daha otoriter olan Cumhurbaşkanı’na göre daha ılımlı. Ancak etkisiz bir konumda. Sanırım mevcut işlevi, Cumhurbaşkanı’nın fiili olarak yürüttüğü iktidarın olumsuz, başarısız eylemlerini üstlenmek olarak beliriyor. Yani fiili olarak değişen bir yönetimin, görünüşte kalmış bir Başbakanı. Güçsüz bir konumda. Güç kimdeyse medya o güçten yana olduğu için, Davutoğlu Başbakan da olsa sözlerine itibar edilmeyen, sansürlenen bir pozisyona itiliyor. O yüzden de söylediği sözlerin fiili olarak bir karşılığı yok. Meral Hoca tutuklanma kararını bilerek geldi. Yani kaçma şüphesi söz konusu değilken, Esra, Muzaffer ve Kıvanç hocaların da sadece bildirinin arkasında olduklarını söyledikleri için tutuklanmaları bunu net olarak göstermektedir. Bildiriye imza atanlar tutuklanmamışken, bunun arkasında olduğunu söyleyenler neden tutuklanıyor? Çünkü birileri bunu kafa tutmak olarak görüyor.
(Evrensell)