Zazaca, UNESCO’nun “Tehlike Altındaki Diller Atlası”nın ‘kırılgan diller’ bölümündeki yerini çoktan aldı. ‘Kırılgan’ ifadesi ‘dilin yok olma sürecinin’ başladığı anlamını taşıyor.
Bu tehlikenin farkında olan, Kürtçenin bu lehçesine ait kültürün yaşaması ve gelecek nesillere taşınması için çabalayan sanatçı Metin ve Kemal Kahraman kardeşler, Diyarbakır’daydı. İkili Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması için düzenlenen Adalet Nöbeti’ne de katıldılar.
Etkinlikler sonrasında bir araya geldiğimiz Metin ve Kemal Kahraman kardeşler ile OHAL sürecini, sürecin sanata ve sanatçıya yansımalarını, savaşa karşı sanatçının duruşunu, ve anadilini konuştuk.
Diyarbakır’da Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması için avukatların adliye önünde düzenlediği eyleme katıldınız. Elçi cinayetini sizler nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Kahraman: Tahir Elçi cinayeti, hepimizi yaraladı. Neredeyse her gün, her hafta insanlarımız öldürülüyor. Ancak Tahir Elçi’nin öldürülmesi farklı bir durum... Tahir Elçi cinayetini Musa Anter, Hrant Dink, Vedat Aydın cinayetleri ile benzer olduğunu düşünüyorum. Bu cinayetler, Türkiye siyasetinde bir yönetme tarzına dönüşmüş.
Elçi’nin öldürülmesi ile nasıl bir mesaj verildiğini düşünüyorsunuz?
Kemal Kahraman: Sistemin istemediği bir şey söylediğinde, bu çok basit bir cümle de olabilir, Tahir Elçi bile olsanız hedefsiniz. Elçi bile olsanız, Diyarbakır’ın göbeğinde güpegündüz kurban edilebilirsiniz. İnsanlara bunun mesajı verildi.
‘TAHİR ELÇİ HALA ÖLDÜRÜLDÜĞÜ YERDE YATIYOR’
Metin Kahraman: Tahir Elçi’nin katledildiği noktaya giderken, bir arkadaşım anlattı. Vurulduğu bölge uzun süre yasaklı olduğu için Elçi’nin dostlarından biri ‘Tahir Elçi, sanki hala orada yatıyor ve biz onu yattığı yerde kaldıramadık’ demiş. Musa Anter, Hrant Dink cinayetleri gibi Tahir Elçi cinayeti de bugüne kadar aydınlanmadı. Tahir Elçi hala orada yatıyor, çünkü bu cinayet aydınlanmadı henüz...
OHAL süreci devam ediyor. Bu süreç siz sanatçılara nasıl yansıyor. Çalışmalar yapabiliyor musunuz?
Kemal Kahraman: Kültürel yönüyle baktığımızda, biz kendimizi İstanbul'a kapatılmış hissediyoruz. İstanbul'da da öyle her yere, her mekâna çıkamıyoruz. İstanbul’da bile neredeyse kendini tatmine dönüşmüş bir sürecin içindeyiz.
Dersim ve diğer bölge illerinde nasıl bir durum söz konusu?
Kemal Kahraman: Kendi bölgemizle, Diyarbakır'la, Mardin’le, yani yıllardır aslında gelmek istediğimiz kentlerimizle ilgili bir şey yapamıyoruz. Şiddet ve çatışma bir yönetme tarzına dönüşmüş durumda. Sistemin bunun bitmesini istediğinden emin değiliz. OHAL, bu durumu meşrulaştırmanın bir aracı gibi kullanılıyor.
Metin Kahraman: Baskılar bilinen baskılar, bunlara ne söyleyebiliriz. OHAL’den sonra belki de daha önceki dönemleri arar duruma düştük.
Sanatçıların savaş karşıtı tutumu var. Ancak savaşı destekleyen sanatçılar da gördük. En son Cumhurbaşkanı ile sınıra giden sanatçıların tavrı, tartışma konusu oldu. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Kahraman: Sanat üretmek, bireysel bir süreçtir. Sanatçı olarak eleştirdiğimiz bu insanlar, zaten kendi pratikleri ile yaptıklarına uygun davranmış insanlar. Yani bizi şaşırtan bir durum yok... Vitrin nerede kurulmuşsa orada gördüğümüz, gücün yanında duran insanlar. Bunların Afrin’e, askerlere moral vermek için gitmeleri, iktidar istediği içindir. Onların kendi tercihleri bile değildir. Bu konuda bir tavırları bile yoktur. Orayı takip ettiklerinden bile insan şüphe duyar.
OHAL sürecinde Kürtçe eğitim veren, çalışma yürüten birçok kurum kapatıldı. Zazaca ise kaybolmayla yüz yüze. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Kahraman: Zazaca, UNESCO tarafından ‘kaybolmaya yüz tutmuş diller’ arasında sayıldı. Sistemin kendi referansları, kendi temelleri zaten inkar üzerine kurulu. Sistem bize rağmen bize hem bir geçmiş, hem de bir gelecek tarif ediyor. ‘Bunlar zenginliktir’ vesaire gibi ifadelerden öte bir algıya ulaşmadığımız sürece kaybetmeye mahkûmuz. Bu diller Anadolu dediğimiz, Mezopotamya dediğimiz toprağın hafızasını taşıyan diller.
‘TÜRKLÜK HİÇ BİR ZAMAN KENDİNİ ANADOLULU GÖRMEDİ’
Türklük kendisini bin yıldır Anadolu'ya gelmiş bir grup olarak görüyor. Bunu hep söylerim, Türklük hiçbir zaman kendini Anadolulu görmedi. Anadolu referansları ile tarif etmedi. Mesela MHP'li birine göre, Türklüğün en duru referansları Orta Asya'dadır. Tayyip Erdoğan'a göre diyorum, din geleneği üzerinden kurulu siyaset temsilcilerine baktığımızda onların referanslarına göre, onların düşünme tarzına göre Türklüğün en duru referansları Mekke, Medine'dedir. Diyelim CHP gibi, bu modern sürece dahil olduğunu söyleyen siyasi harekete göre de Türklüğün en duru referansları Avrupa'dadır.
Siyasi tercihlerinize, angajmanlarınıza göre bir Türk tarif ediyorsunuz. Böyle bir hafızayı referans olarak alıp diğerlerinin pozisyonu belirlediğinizde de işte Kürtçeyi inkara varıyorsunuz.
Metin Kahraman: Biz hızla yaşlılarımızı da yitirmeden, dilimizi, kültürümüzü kayıt altına almayı daha büyük bir iş sayıyoruz. O yüzden hızlı kayıt yapıyoruz. Bunları ileride nasıl değerlendiririz, bunu hiç düşünmüyoruz. Biz yapar mıyız o da önemli değil. Çünkü bizi çok çok aşan bir arşivimiz var artık. O nedenle bugün de yapılması gereken Hakkâri’den, Dersim’e kadar bütün dengbejlerin, ozanların bu dili bilen bütün herkesi kayıt altına almamız gerekiyor. Böylece kültürümüzü geleceğe doğru aktarabiliriz, çocuklarımıza öğretebiliriz.