911 Yılında, bahar güneşinin yeni nurlandığı bir bahar günüydü. Birkaç dostuyla Nihavend şehrinde seyyahtı. Kent sokaklarında rengârenk giyinmiş insanlar, ellerinde çeşitli müzik aletleriyle coşkulu nağmeler çalıp eğleniyorlardı. Dostlarından biri sordu; “Bu hal nedir? Ne yapıyor bu insanlar?” Tebessüm ederek “Bugün Newroz’dur. Newrozu kutluyorlar.” Dedi. Dostu yine sordu; “Sen neden katılmıyorsun?” duraksadı ve derin bir nefes alıp; “BİZİM NEWROZUMUZ DAR’da OLACAK!” dedi Hallac-ı Mansur! Mürşidinin "Sırrı faş ediyorsun! Dikkatli ol Mansur! Başına kötü şeyler gelir" sözüne aldırış etmiyordu. O, "Sır" denen "Gerçeği" anlamanın dayanılmaz "Halini" yaşıyordu. Zira ona göre "Hak, kâinatın tecellisiydi! Kâinat büyük bir insan, insan küçük bir kâinattı." Abbasiler O’nu "Devletin güvenliğini tehdit ettiğinden" zindana attılar.
Hallac-ı Mansur, 9 Yıl Bağdat zindanında kaldı. Abbasi Halifesine göre "Vazifesi emre itaat, ibadeti zikir, takva, istiğfar "olan insanın "Hak ile özdeş" tutulmasından daha tehlikeli ne olabilirdi ki? Hele de bu insanın, Muhammira (Kızıllar) denen Karmatiler safında Abbasi Halifesinin zulüm saltanatına karşı mücadele için örgütlenmesi tehlikelerin en fecisiydi! İnsanların O'nun söylediklerine itibar etmesi Abbasilerin sonu olurdu. Ama O tehdit ve uyarılara aldırış etmeden "Sırrı faş etmeye" devam etti. Bildiği gerçekleri halkın içinde anlattı. Halk ile dost, devlet ile düşman olmuştu. Peşine hafiyeler taktılar.
Camiyi dolduran "cemaat" huşu içinde vaazı dinlemiş ve halifenin cuma hutbesi yeni bitmişti. Namaz için saf tutan "cemaat" tam hocaya uyup "tekbir alacakken", yüzü güneş yanığı esmer tenli adam minberin basamağına çıktı, başını yana eğip sağ elini yüreğine koydu ve "Enel Hakk!" dedi!.. Ona türlü işkenceler ederek zindana attılar. 9 Yıl sonra, Bağdat meydanında tellal "Duyduk duymadık demeyin! Hüseyin bin Mansur, Ebul Mugis künyesi ile bilinen kâfir yarın Bağdat meydanında idam edilecektir" diye çığırıyordu. Mansur'u çarmıha gerdiklerinde cellatlarına gülümsüyordu. Hakkı gökte sanıp, halifeye “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi" diyen biçareler Mansur'a olan öfkelerini yenemedi ve parçaladıkları vücudunu yaktılar. Öyle bir kin duymuşlardı ki bırakın bedenin varlığını, küllerine dahi tahammül edemediler. Hallac-ı Mansur'un küllerini Dicle Nehri'ne serptiler. (26 Mart 922)
Hallac-ı Mansur’dan tam 1036 yıl sonra yoksul bir Kürt Köyünde, Mansur’un hakikat, adalet ve aşk ile bezediği yoldan yürüyen bir anne, babanın iki oğlu oldu. Kürdistan’ı Abbasi zulmünden beter bir karanlık kuşatmıştı. Anne, Babanın muradı oğullarını Yol’a ve memlekete faydalı yetiştirmekti. Kazım Baba ve Kebire Ana oğullarından birinin adını Mazlum diğerinin Delil koydular. Mazlum ismi, masumiyetin, pir û pak olmanın tasviri idi. Delil ise Hak ve hakikat aşkına Cem olurken uyandırılan kandilin adıydı. Cemde Hak ve hakikat aşkına uyandırılan (Yakılan) kandil/çerag Yol dilinde DELİL diye adlandırılırdı. Bu kandil/çerag Hakkın nuruna Delil/Kanıt için uyandırılır/yakılır, cem birlenirken (Biterken) sır edilirdi. Kazım Baba ve Kebire Ana iki oğulları şahsında öyle derin bir hakikati görmüşlerdi ki, oğullardan birinin Newroz’u tıpkı Mansur gibi Dar’da olacak, diğeri ise cem birlenirken sır olan delil gibi sır olacaktı!
Mansur’dan 1060 Yıl sonra Abbasi zulmünden beter bir zulmat kuşatmıştı Kürdistan’ı. Mansurca bir eylemle zulüm ve katliam saltanatına başkaldıran Delil, bu zulüm saltanatına karşı eşitlik ve adaletin Delili olmuştu. Mazlum ise Newroz gecesinin şafağa döndüğü zulümden daha karanlık bir anda Dar-ı Mansur’da üç Delil uyandırarak Newroz’u karşılamıştı! Hakkın ve hakikatin daisi Mansur “Bizim Newrozumuz Dar’da olacak!” dememiş miydi? Mazlum, Mansur’dan tam 1060 yıl sonra Newroz’u Dar’da karşılamış ve üç Delil uyandırarak/yakarak çağın Mansur’u olmuştu.
Mart ile başlayan bahar ayları bizler için coşku ve hüznün bir arada yaşandığı netameli bir aylardır. Newala Qasaba, Zilan Deresi, Munzur Çayı, Dicle, Fırat ve Kızıldere Mart ayında az mı insan kasaplarının vahşetine tanıklık ettiler? "İdama mahkûm edilen" Deniz, Hüseyin ve Yusuf için eylem yapan Mahir Çayan ve yoldaşlarını Kızıldere'de katledenlerin Hallac-ı Mansur'u işkence ile katledenlerden farkı nedir? Mahir, Deniz ve yoldaşları da Mansur gibi insanı "Hak" bilirdi. Onlar da eşitlik, özgürlük ve adalet için, Türkiye halklarının eşitliği, emeğin özgürlüğü için çağdaş Hallac-ı Mansur oldular. Hak, teologların uhrevi bir dille tarif ettikleri gibi "Bilinmez, ulaşılmaz" değildir. Hak, insanın, canlının, doğanın ve evrenin varlığıdır. Hak insandadır ve insan hakları ile insandır. Kim ki hak, adalet için Hakka yürümüş ise keramet sahibidir. Keramet, mucize göstermekten öte, insan olmanın farkına varmak ve bu uğurda yaşamı pahasına direnmektir.
Kemal Bülbül / Politika