Son dönemlerde Alevilere yönelik gözaltı ve tutuklamalara ilişkin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği önceki başkanı eğitimci yazar Kemal Bülbül PİRHA’ya konuştu.
Bülbül, “Bildiğiniz gibi uzunca bir süredir devlet geleneksel yöntemleriyle aslında kuruluşundan bu yana temel mantığını oluşturan tekçi, ırkçı yöntemlerin daha da fazla artırarak adeta toplumu, toplumun örgütlü kesimlerini nefes alamaz duruma getirmek, örgütlülüğü ortadan kaldırmak hak talep etmeyi suç haline dönüştürmek için sistematik politikalarına devam ediyor.
Bu politikalarda hedefte olan topluluklardan bir tanesi de Alevilerdir. Aleviler Cumhuriyeti geleneksel olarak tahkim ettiği Osmanlı ve Selçuklu tarafından da Emevi ve Abbasi tarafından da yok sayılmak ve yok edilmek için çok çeşitli bildik katliam, sürgün, yok etme yöntemlerini asimilasyon yöntemlerini uyguladılar” diye konuştu.
“ALEVİLERİ YOK SAYMA, ASİMİLASYON, GÖÇ ETTİRME”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bu yana Alevilere dönük sistematik bir yok sayma, asimilasyona uğratma, sürgün, göçertme gibi çeşitli politikalar yürüttüğünü söyleyen Bülbül, şöyle devam etti:
“Geldiğimiz bu dönemde özellikle 15 Temmuz’dan bu yana devlet geleneksel politikasını biraz daha güncelleyerek kendi sistematiğine göre yürütmektedir. Bu sistematik içerisinde Alevilere biçilen rol şu; Alevi toplumu yapılanlara sessiz kalmalı, Alevi toplumu temel paydaşları olan örneğin Kürt halkıyla örneğin emekçilerle sendikal örgütlerle, örgütlü kadınlarla, öğrenci gençliği, demokrat, sosyalist, devrimci kesimlerle buluşmama, bunlarla ayrı kalmalı, bunlara destek vermemeli, bunlardan destek almamalı, gibi bir yaklaşım sürdürüyor.”
“ALEVİLERE KARŞI ADI KONULMAMIŞ TEHDİT”
Geçen haftalar içerisinde Ankara’da Keçiören, Mamak ve Yenimahalle’de eş zamanlı olarak kaymakamların, emniyet müdürlerinin, çeşitli devlet yetkililerinin katıldığı, Alevi kurumlarının da davet edildiği toplantılara değinen Bülbül, şunları aktardı:
“Kendilerince kendi meşreplerince Alevilere çeşitli tavsiyelerde bulunup Alevi toplumunu kendi tabirlerince akıllı çocuk olmasını, her hangi bir etkinliğe katılmamasını, sokak eylemleri yapmamasını, hak talebinde bulunmamasını, Alevilerin zaten devletine, milletine saygılı olan bir toplum olduğu vurgusunu dile getirerek bir kafa karışıklığı ve bu kafa karışıklığı içerisinde de aslında adı konulmamış bir tehdit yapıyorlar.
Aslında diyorlar ki; Sessiz kalın, olup bitenleri izleyin olup bitenlerle ilgili eylem ve etkinlikler yapmayın, paydaşlarınızla, yoldaşlarınızla musahiplerinizle alanlarda ve meydanlarda eylemler içinde buluşmayın diyorlar. Bunu içinde çok çeşitli oyunlara başvuruyorlar.”
“ÖRGÜTLÜ ALEVİ KESMİNE DÖNÜK POLİTİKALAR”
Alevi basının susturulmasına değinen Bülbül, “Öncelikle TV10 ve Yol TV’nin kapatılması, akabinde TV10’un çalışanı arkadaşların uyduruk gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklanması, yine yıllardır bütün Türkiye kamuoyunun ve Alevi toplumunun tanıdığı, bildiği bizlerin 2 kere gözaltına alınması, Akabinde de Erzincan PSAKD yöneticisi arkadaşların içerisinde bulunduğu aynı zamanda PSAKD Genel Merkezi’nde görev yapan Genel Başkan yardımcısı Erol Yeter’in uyduruk gerekçelerle gözaltına alınıp, tutuklanması şunu gösteriyor. Aslında devletin Alevi toplumuna özellikle örgütlü Alevi kesimine ve bu örgütlülükte de paydaşlarıyla buluşmayı, murat eden kesimine dönük bir politikası var” diye konuştu.
Bülbül, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yalnız burada dikkat çekici olan şey şudur. Çeşitli kurum ve kuruluşlar, çeşitli Alevi yöneticileri hala bu hakikati görmemek ya da ıskalamak gibi bir gaflet içerisindeler. Evet, PSAKD tarafından bizimde hizmet ettiğimiz genel başkanlığını yapmaktan onur duyduğumuz bu kurum tarafından şubelerde etkinlikler, oturma eylemleri yapılıyor. Bizde gittik dahil olduk. Şubeler önünde kitlesel açıklamalar yapıldı, katıldık güç verdik. Evet, bunlar güzel şeyler fakat diğer alevi kurumlarında bu etkinliklere katılması ortaklaşması ve artırılması gerekiyor.
Alevi Bektaşi Federasyonu’nun buna biraz öncülük etmesi gerekiyor. Yine Alevi Dernekler Federasyonu’nun, Alevi vakıflar bu gibi kurumların burada aktif olması gerekiyor. Aslında burada temel sorun şu. Kürt halkına dönük sistematik bir baskı var. Topluma deniliyor ki Kürtler zaten şudur. Kürtlerin ne istediğini biliyorsunuz onlar vatanı bölmek istiyorlar siz karışmayın, biz onları dövelim. Basit tarifi bu.”
“72 MİLLETLE MUSAHİPÇE YAŞAMAK İSTERİZ”
“Oysa burada Alevi toplumuna düşen Alevi hakikatinden gelen bir tarihi miras var. Biz 72 millete bir nazarda bakarız 72 milletin eşit olmasını isteriz, 72 milletle bir arada eşit koşullarda kardeşçe, yoldaşça musahipçe yaşamak isteriz. Aslında Afrin’e yapılan saldırı da Alevilere yapılmıştır, Cizre’ye yapılan saldırı da Alevilere yapılmıştır” diye konuşan Bülbül, demokrasi mücadelesi ve asimilasyon hakkında şunları aktardı:
“Bugün Erzincan şubesi şahsında yapılan tutuklama gözaltı çabaları da Kürtlere yapılmıştır, ya da emekçilere yapılmıştır. Alevilere yapılana emekçiler sessiz kalmalı, Kürtlere yapılana aleviler sessiz kalmalı, gibi bir ortamda değiliz. Tam da demokrasi mücadelesini kardeşçe musahipçe yoldaşça işletmememiz gereken bir dönemdeyiz.
Devlet kendi içlerinde görev bölümü yaparak diyanete bizleri asimile etme, bize saldırma, bizlere ayar verme, bizim hakkımızda fetva yayınlama görevi vermişler. Vali ve kaymakam ve emniyet müdürlerine bizi çağırıp itidale davet etme görevi vermişler, bu uyduruk tarikatlarına da bizleri tehdit etme kendi Ortodoks anlayışına göre bir ayar verme görevi vermişler.”
“ALEVİLERDE ÇARESİZLİK, ÇÖZÜMSÜZLÜK YOKTUR”
Devşirme dede yetiştirecek olan okullara da değinen Bülbül, “Tam bu noktada bakıyorsunuz ki; Devlet eliyle kurulan güya Alevi okulu denen bir tür imam hatip muadili okullar yapılıyor. Aslında görülüyor ki devletin Alevilerle ilgili çalışmaları bir şıktan, bir kalemden ibaret değil, birçok kalemde, birçok yöntemle, birçok kurumla üzerimize geliyorlar. Bunlardan bir tanesi MEB’in yapmış olduğu asimilasyona dayalı eğitim programı, bir tanesi diyanetin fetvalar yoluyla bize ayar verme, devlet görevlilerin güya bizi çok seviyormuş gibi başımızı okşuyormuş gibi yaparak bizi aslında kendi istediği ayara getirmek çalışmalarıdır” diyerek tepkisini dile getirdi.
Bülbül, baskı politikalarına ve asimilasyona karşı şöyle çağrıda bulundu:
“Burada yapılması gereken şey yolumuza, tarihimize, erkanımıza, bizden önce hak için hakka yürüyen, hakikat için Canbaş veren, ulularımızı, velilerinizi, mürşitlerimizi, pirlerimizi takip etmek onlardan feyz almak gibi bir yükümlülükle karşı karşıyayız. Alevilikte çaresizlik, çözümsüzlük, tıkanma, diye bir şey yoktur. Yeter ki Alevi inancı Alevi mürşitlerinin bırakmış olduğu miras anlaşılsın ve bu bir kültür haline bir yaşam biçimi haline gelmiş olsun”
Buradan her türlü çözüm siyasal olarak ta sosyal olarak ta ekonomik olarak da çıkarılacaktır. İçerisinde bulunduğumuz toplumda aslında sadece barış isteyen, savaşa karşı olan sadece mutlu bir yaşam refah bir yurttaş bile suçlu görülüyorken bu kadar saydığımız değerin mirasçısı olan Aleviler bunun karşısında sessiz kalması yada buna ilişkin destekçi noktasında olması gibi bir garabet içerisinde olması söz konusu olamaz.
Bizim tam da bu noktada musahiplerimizle, paydaşlarımızla, yoldaşlarımızla buluşarak eylem ve etkinlikler yapmamız, açıklamalar yapmamız, yeni yaşamı kurgulayan projeler üretmemiz, örgütlerimizi donatmamız, halkla buluşmamız, köye, kente, ocağa, bucağa, türbeye, makama gitmemiz mürşitlerimize niyaz olmamız ve bu doğrultuda sürecin ve dönemin gerektirdiği çalışmaları yapmak gibi bir yükümlülükle karşı karşıyayız. Bu tarihi miras bizde vardır. Yakın zamanda da, uzak zamanda da bu anlayış, bu bilgi, bu mücadele birikimine sahibiz. Yeter ki bu hakikatin farkına varalım ve birbirimize sahip çıkalım.”