Dersim bir Hiroşima’dır. Dersim Guernica’dır. Dersim, Kürt Holocaustu, Tertele’dir. Dersim, su kaynağındaki kurdun, aşağıdaki kuzuya; suyumu bulandırıyorsun diyerek saldırıp katletmesidir. Dersim; Necip Fazıl Kısakürek kalemiyle; Shakespeare’nin hayaline taş çıkartacak vakaların cereyan ettiği, masum ve mağdur on binlerin katledildiği trajedilerin yaşandığı, “50.000 Müslüman’ın” kanı ve canının alındığı diyardır. Dersim; on binlerce Kürdün “tarih öncesi köpeklerin havladığı” diyara sürülerek, ruhlarının parçalatıldığı, kimliğinden arındırıldığı, insanların trajedisidir. Dersim soykırımdır.
Ya sonrası? Dersim Tertelesi’nden sonraki yıllar yoğun yaşadığım çocukluğumdu. Galiba bu yıllara tanık az Dersimli kaldı. Birkaç anımı genç okuyuculara aktarmak istiyorum. O yıllar Kürt olmak hemen süngülenmek demekti. O yıllar, cem tutulduğu zaman asker baskınına uğramamak için gözcü koyarlardı. Tümünün akraba olduğu bir küçük yerleşim biriminde, ölülerini Alevi kurallarına göre defnetmek için ‘Amel’ dedikleri Arapça harflerle yazılmış kitapçığı deri torbaya koyarak, duvara gizlerlerdi. Sey Xidir (Hıdır) adında bir dewrêsin, Alevi geleneklerine uygun uzattığı bıyığının bir tarafını karakolda asker kesince, adamcağızın simetrisi bozulmuş oldukça garip bir görünüme bürünmüştü. Aslında simetrisi bozulan yalnız o değildi. Binlerce yıllık Kürt toplumu “teklik” uğruna tamamen asimetrik bir duruma sokulmak isteniyordu.
Kasabadaki camiden ‘Paşa’ adında bir Elazığlı Türk ezan okurken, coğrafyamıza uyumsuz bu sesi şaşkın dinlerdik. O yıllarda biz Kürtleri; pir rayver sahibi, insan ve doğayı seven Alevi, onları ise; Paşa’nın inancında, bizi katleden olarak algılama gerçekliğim vardı. İki ayrı dünyaydı. Birbirini hiç sevmeyen, bizim onlara korku ve telaşla baktığımız, her an katliam yapar korkusuyla yaşadığımız, farklı dünyalardı. Biri zengin görünümlü boz elbiseli silahlı, devletin nüfuzunu taşıyan asker, memur; bizler ise gözünde korku dağları onları görünce şapka çıkaranlardık. Onlar Kurban ve Ramazan bayramlarında cami önünde havaya akide şekeri ve para atıyor. Biz çocuklar ise kapmak için toza toprağa kendimizi atıyorduk. Bizim cemlerde; katledilen aileler ve aşiretlerin ağıtı yakılıyorken, öbür dünya “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal” “Çırpınırdı Karadeniz” söyleyerek üstünlüğünü, güçlülüğünü dayatıyordu. Bu ortamda değer eksikliği, güvensizlik ve yalvaran bir yaşamın, çocukluk yıllarıma empoze edildiği bir gerçekliktir.
Katliamdan geçirilmiş, bastırılmış, yok edilmiş Kürt-Kızılbaş dünyası; rakı içen, kumar oynayan, Sulukule ekibinin masalarına halka atıp göbek dansı izleyen, Kürtçe’yi konuşmaktan utanan, “güzel Türkçe” ile kendisini ifade eden, uzatmalıya şapka çıkaran, devlet memurlarıyla arkadaşlık düşünen bir dünyaya devrilmişti. Güçlüye tapınmazsan kahredilirsin, tapınırsan, kendini inkar edeceksin. Dersim’in yaralı gerçekliğiydi. Doğan çocuklara “Kemal” adı takılıyor, kutsanan Hz. Ali, konumunu kaybediyor, Aleviliği yasaklayan Kemal Atatürk Alevi dünyasına Peygamber yapılarak oturtuluyordu. Bir kaç yıl önceki katliamdan kurtulan çocuklar “Ne mutlu Türküm diyene!” özdeyişini dolu ağızla haykırırken, tapınan nesil geliştiriliyor ve bu düşürülme eylemi; Dersimli Kürtler kullanarak yapılırken, Dersimli’yi, kurdunun peşine düşen aptal keçi yapmak istiyorlardı. Kemalist Türklerin emrine giren bu Dersimliler, Alevi derneklerine katliam mimarı Kemal’in posterini asıyor, kökünü ve kimliğini inkar ediyor, Kürtlükten kaçıyordu.
Bu sözde solcu Dersimli Kemalist nesil faşist cunta sonrası, bir yandan atası “eşkıya Kürtleri” eleştiriyor, onlarla köprüleri atıyor, sonra da Kemalizmin ülküsüyle bütünleşerek solculaşıyor, eskinin aşiretleri, ‘Halkın Sülalesi’ fraksiyonlarına dönüşürken, kökleriyle bağlarını tamamen atıyordu. Dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen ucube bir tip Dersim’de boy veriyor, sözde ‘sosyalizm, demokrasi, insan hakları’ adı altında halkın zaten bulanık kafası karartılıyor, gözleri körleştiriliyor, devletin Dersim’e biçtiği yok etme statüsünü daha da güçlendiriliyordu.
Sonra kaynaktan suyumuzu bulandıran ortalığı toz dumana boğan derin devlete karşı, çelimsiz ama sonuna kadar halkını seven yurtsever yükseliş başlayınca, hemen hareketlenen devlet köy yaktı, orman yaktı, insanları işkenceden geçirdi, katletti, sürdü, açlığa mahküm etti. Terteleyi sürdürdü. Bir yandan köylerimize camiler yaptı. Kürt Alevi çocukları din okullarına doldurarak, ‘Paşa’ yaptı.
Tarih öncesi köpeklerin havladığı diyar; Alevi dedelerin cebine para koyarak “Doğan” yapıp uçurdu. Kızılbaş Aleviliği, Yavuz Selim Han Sünniliği ile sentezlendi. Üç beş kuruş vererek bazı Alevi dedelerini satın alıp hiç okuma bilmeyene de ‘Prof. 1400’ ünvanı verilerek, Alevilik yazdırdı. Kürt olmamak için Arap ve Türkmen olundu. Eli Kürt kanında politikacılar Hacı Bektaş’ta boy gösterdi, Maraş ve Sivas’ta “Müslüman Türkiye!” parolası ile Kürt Aleviler yakıldı.
Paralel olarak, Dersimli’nin direnen kesimini düşürmek için, ağacın kurdunu içine yerleştirdiler. Artık katliamın düşürülmüşlüğün, yok etmenin partisi CHP, vazgeçilmez partimiz oldu. Adımız Kemal, partimiz CHP, Peygamberimiz Mustafa Kemal, dilimiz Türkçe, aslımız özbeöz Tirk ve Dersim’imiz Tunceli oldu. Alevilik, Kürtlükten koparıldı. Sosyal değerlerimiz ise; hortumlama, başkalarını düşünmeme, soyumuzdan uzaklaşma, bireysellik, kendini beğenmişlik, köşeyi dönenin kaptan, okumadan filozof olunduğunu, düşünmeden düşünür, yapıldıklarını gördük. Dilimizi unuttuk. Aslımızı unuttuk. Dinimizi unuttuk. Değerlerimizden soyutlandığımız için, Dersim’de katledilenlerin acısını duyumsayamadık. Sanki başka planette bu tertele olmuş gibi uzak durduk. Ve Aleviliği, Kürtlükten kaçıranlar, Seyid Rıza’dan da kaçtılar. Kürt Aleviliğini Kemalizme bağlayanlar, Türk Aleviliği yapanları bizim kutsal mekanlara çıkarıp Duzgin Baba’da konuşturdular. Kürt düşmanlığını geçim kaynağı yaptılar.
Ama soyuna bağlı gerçek Dersimli Kürt, Alevilik erdemlerine sadık kalıp bu düşürülmüşlüğü tersine çevirmek istiyor. Dersim’e yönelmeyi insanlık görüyor; bu katliamın unutulmasını Dersimli’nin yoluna ihanet biliyor ve Seyid Rıza’nın vicdanı gereği Dersim trajedisini gündemde tutuyor. Ne Kürtlüğünden ne de Kızılbaşlığından ödün veriyor. Ancak bu suretle düşürülmüşlük paradigmasının iflas edeceğine inanıyor. Bunun için diasporada geleneksel hale getirilen DERSİM 38 Konferansları düzenliyor. Bu yıl 24 Kasım’da Berlin’de çok saygın şahsiyetlerin katılacakları uluslararası konferans düzenleniyor.
Katliamın 73. yılında ‘’Mağarada fare gibi zehirlenen Dersim Kürdünü“n, süngülenen kadın kız, bebek, çocuk, ‘’tarih öncesi köpeklerin“ eline düşmemek için onurunu bayrak yapıp kendini uçurumlardan savuran gelinlerimizin, kızlarımızın kitlesel katledilen on binlerce insanımızın ve Dersim Generali Seyid Rıza’nın anısı önünde eğiliyoruz. Bu soykırımı unutmayacağız, unutturmayacağız.
www.haydar-isik.com
(25.11.2010)