Türkiye’de özellikle Afrin Savaşından bu yana yönetim ve toplum, benim “Hakiki Gerçek” dediğim somut, siyasal, ekonomik, evrensel gerçekten koptu. Artık olgular değil iktidarın gönlündeki ve aklındaki faraziyeler tayin edici hale geldi. Çünkü iktidarın ürettiği milliyetçi-militarist fırtınanın girdabına kapıldı iktidar ve toplumun büyük çoğunluğu.
Erdoğan’ın ve iktidarın diğer resmi sözcülerinin Afrin saldırısını savunurken öne sürdüğü gerekçelerden hiç biri dünya kamuoyunda, bölgede ve global medyada kabul görmüyor: PYD teröristtir; PYD, Türkiye’nin sınır güvenliğine ve toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturuyor; PYD, PKK’nın Suriye koludur; Harekat başarı ile sürmektedir; ABD, teröristleri destekliyor; ÖSO, Kuvay-ı Milliye’dir; Zeytin Dalı Operasyonunda bir tek sivilin bile burnu kanamadı...vs…
Ankara, harekatın meşru ve yasal olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ancak bunun için, elinde hiç bir somut belge, gerekçe/görüş yok, destekleyeni de yok. Ankara kendi aynasına baktığında, güçlü, haklı ama dışarıdan görünüm saldırgan, işgalci ve muhteşem yalnızlık.
Erdoğan’ın Afrin savaşı gerekçeleri türünde iki güncel örnek: TC’nin Paris Büyükelçisi zat, geçenlerde Fransız meslekdaşlarımızla bir söyleşi sırasında, Ahmet - Mehmet Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcaklara verilen ağırlaştırılmış müebbed hapis cezasını resmen inkar etmiş. “Yok öyle bir karar, sadece savcı ağır cezalar talep etti, siz kaynaklarınızı gözden geçirin” mealinde konuşmuş. Oysa ki müebbed hapis kararı Türkçe, Fransızca, İngilizce ve diğer dillerde yayınlanan medyada kocaman yer aldı. Sefir Bey’in bu tutumunu aktüaliteyi izlememek ya da olağan cehaletle açıklayamayız. Fransız meslekdaşlar, bu Sefir ve temsil ettiği devlet hakkında artık ne düşünür bilinmez. Normalde böyle bir yetkiliden hesap sorulur, gerekirse merkeze çekilir. Duymadık. Söz konusu zat bir ara MİT Müsteşarı bile olmuş.
İkinci örnek, AKP Kadın Kolları Başkanı hanımefendi, çıkmış “Türkiye’de kadın cinayetleri yoktur. Bizde kadına el kaldırılmaz” deyip kesip atıvermiş. Oysa ki somut gerçek, yani hayat, istatistikler hanımefendiyi tekzip ediyor. Ama inkarcı hanımefendinin açıklamasından iki gün önce zaten Reis, medyaya verdiği talimatta kadına şiddet ve kadın cinayetleri haberlerine yer verilmemesini istemişti.
Onlarca örnek var bu türde. İktidar artık doğrudan hakikati red etmeye başladı. Uzun süre Fake News (Yalan Haber) egemenliği vardı. Artık Yalan Haberler yetersiz, etkisiz kalınca bir sonraki aşama olan Alternative Truth (Alternatif Gerçek) dönemine girdik. Neden mi? Çünkü artık, siyasal/toplumsal/kültürel dünya öyle bir aşamaya geldi ki, iletişim teknolojisinin katkısıyla da, bir yalanı sürdürülebilir hale sokmak neredeyse imkansız. İktidar çok fazla açık vermeye başladı. İktidar içeride dışarıda sürekli ya gol yiyor, ya ofsayda düşüyor ya da faul yapıyor. Dikişler ikide bir patlıyor. Teğel tutmuyor. Bu nedenle artık mevcut gerçeği topyekün inkar etmek en kolay, en ucuz, en kestirme yöntem.
Paris’deki Sefir’i düşünün, gazetecilere yazıları nedeniyle müebbed hapis cezası verilmesini nasıl savunabilir ki? Keza Kadın Kolları Başkanı, kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin varlığını kabul ederse, bizatihi kendi işi zorlaşır.
“Nasıl olsa iktidardayım, istediğimi yazar söylerim, medya elimde, beni dinleyen milyonlarca kulum da var… Kimmiş beni yalanlayacak?” Böyle düşünüyor onlar.
Ne var ki, milyarlarca lira yatırımla oluşturulan egemen medya, yalan haber fabrikası ve alternatif gerçek imalathanesi gibi çalışsa da artık orada da bir sorun var:
Özgür ve bağımsız olmayan Saray bültenleri, Erdoğan ne derse onu tekrar ediyor, onu savunuyor, onun görüşlerini okurlarına iletmeye anlatmaya/açıklamaya çalışıyor. Ama işte çoğu zaman Erdoğan o kadar hızlı, ani, kıvrak virajlara girip zigzaglar yapıyor ki, kalemşörler yetişemiyor, uyum sağlayamıyor, tökezliyor. Erdoğan’ın bir dediği bir dediğini tutmayınca gariban Abdülkadirler ne eylesin?
Hızlıca birkaç örnek: Ahmet Şık, yandaş medyada Cuma akşamına kadar, “FETÖ, PKK, DHKP-C militanı bir vatan haini” idi. Cuma gecesi tahliye edilince… tısss!
Keza Deniz Yücel, hakim karşısına çıkmadan serbest bırakılıncaya kadar “PKK’lı Alman Casusu” idi, sonra ne oldu? Casus uçağa bindi, yasal yoldan yurtdışına tatile gitti.
Böyle yüzlerce belki de binlerce örnek var.
Bu Saray medyasında görev yapanlar bir yana, bu bültenleri okuyanlar, bunların TV’lerini izleyenler de dangalak değil herhalde. Gün geçtikçe artan bu çelişkili haber ve değerlendirmeler karşısında biraz olsun kaygılanıyorlardır herhalde. Acaba?
İktidarın elindeki en önemli kozlardan biri, en az AKP kadar milliyetçi/militarist ayrıca da devletçi olan bir ana muhalefet yönetimine sahip olması. CHP yönetimi seçim kaybede kaybede hem iktidarı desteklemeye devam ediyor hem de kendi mezarını kazıyor. Erdoğan’ın elindeki ikinci büyük koz, bugün gücü yüzde 40’lara kadar gerilemiş olsa da, dini ya da ekonomik-mali gerekçelerle, Erdoğan’ı hala destekleyen kültür-eğitim düzeyi çok yüksek olmayan, ahlaki çöküntünün içinde debelenen toplumsal kesim. Bunun bir kısmı doğrudan iktidardan nemalanıyor, bir kısmı da çaresiz. Samimi olarak hala Erdoğan rejimine inananların oranını kestiremiyorum.
Her neyse… Aslında evet Erdoğan rejimi kötü, hatta çok kötü. AKP, MHP faşist vesikalıklar çektiriyor. CHP bitap, etkisiz, koltuk değneği. Ama AKP iktidarı yüzünden toplumsal ve şahsi vicdanı kaybettik en önemlisi ve acısı bu. Ve bu vicdanı yeniden oluşturmak/kazanmak çok meşakkatli olacak.
artigercek