Erkan Gülbahçe & Erdoğan Yalgın
Sunu:
Son yıllarda yapılan araştırmalarla Kürdoloji bilimine yeni çalışmalar kazandırılıyor. Kürt tarihi ve buna bağlı olarak kadim inançları, yazılı ve sözlü araştırmalar ışığında yeniden ele alınıyor ve yazıya geçiriliyor. Bütün bunlar sevindirici gelişmeler olarak tarihe kaydediliyor. Bu bağlamda Kürt Alevi tarihi alanında Erdoğan Yalgın’ın önemli araştırmaları son yıllarda okuyucu kitlesiyle buluşuyor. Sözlü ve yazılı tarih araştırmaları sonucunda iki cilt halinde, akademik bir yöntemle hazırlayıp okuyucusuyla buluşturduğu kitapları üzerine Gazeteci, Araştırmacı Yazar Erdoğan Yalgın’la sohbet edeceğiz.
Gülbahçe: Son yıllarda sizi, Dersim ve Özgür Politika gazetemizde yine Semah dergisindeki yazılarınızla tanıyorduk. Ama şimdi gördükki; gerçekten de çok farklı bir alanda hummalı bir çalışma yürütmüşsünüz!. İki cilt halinde “Dersim’in Gizemli Tarihi” adlı kitaplarınız, Fam yayınları tarafından okuyucusuyla buluştu. Kitaplarınızı okuyup inceledikten sonra öğrenmek istediğim ilk şey, sizi bu denli büyük çaplı bir araştırmaya iten neydi? Çünkü gerçektende çok kapsamlı bir taraih çalışması! Sabır isteyen bir iş!
Yalgın: Erkan dostum, öncelikle ilgi gösterip bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkürler! Aynı zamanda tüm okuyucularımıza da bu vesileyle sevgi ve saygılarımı sununyorum! Evet! Doğrusu uzun erinimli bir çalışma oldu. Zorlayıcı ve bir o kadar da benim için heyecanlı ve eğlenceliydi! Çünkü insan merak ettikçe öğreniyor, öğrendikçe de şaşırıyor ve ufku büyüyor!
Aslında herşey hicri 400, miladi 1010 yılında yazılan bir belgedeki şifreli bilgilerden haberdar olduktan sonra başladı. Bu belge, yaklaşık 30 cm. 3 metre uzunuuğunda parşömend deri-kağıdına Arapça yazılmış. Bu yazılı belge; bir çok ünvanının yanısıra “Ariflerin Tacı” ünvanıyla ünlenen Kürt asıllı Ebu’l Vefâ-i Kurdi’nin (925-1017) Bağdat/Kalmina’daki okulunda okumuş ve onun katibi tarafından şahitler, Şehyler huzurunda kaleme alınmış, Şeyh Dilo Belincân’a verilmiş bir belge! Kürdistan’ın bir çok bölgesinde ayak izleri olan Şeyh Dilo Belincan, Dersim’in Pilvank/Dedeağaç köyünde mekan kurmuş ve hakka yürüdüğünde ise belgesini ardıllarına bırakmış. Ardılları ise onun adına daha sonraları Réya/Raa Heqi itiqatı süreğinde; “Şıx Delil-i Berxécan Ocağı” nı vücuda getirmşler. Bu belgeyi tam 1007 yıldan beridir “şecere” adıyla anan ardılları, ona göz nuru gibi bakmış ve günümüze kadar getiremeyi başarmışlar. Onlara ne kadar teşekkür etsek az! Çünkü genel anlamda Kürtlerin ve özelde ise Alevilerin yazılı tarihleri oldukça kısıtlı… İşte tam da bu ,özünü ettiğimiz bu belge oldukça çok önemli bir işleve sahip!
‘‘Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin baslangıcında gizliyiz” sözü, hakikaten Alevilerin “kal-u belâdan beri varız!“ sözüyle eşdeğerdir. Bu söz, insanoğlunun doğuş-varoluş tarihine işaret eder.
Gükbahçe: Son yıllarda kitap okuma oranının iyice düştüğü gözlemlenmekte. Bununla birlikte tarih araştrımaları sanki fazla önemsenmiyor! Yoksa yanılıyormuyum?
Yalgın: Evet! Doğru söyülürsunuz! Maalesef kısmen bu böyle! Tabiki tarih yazımı alanında genellikle akademisyenler, (-istisnalar hariç!) daha çok masa başında ve resmi tarihi yazıcılığı ekseninde bu işe bakıyorlar. Ürünleri ise okuyucu nezdinde pek de karşılık görmüyor! Meselâ Kürtlerin ve Alevilerin bilimsel manada tarihleri resmi ideolojinin etkisinde kalan akademiyenler tarafından hiç yazılmamış yada çarptırlarak yazılmış! Bakınız; Tarihle ilgili, bir çok düşünür-siyasetçi farklı özlü sözler söylemişler.
Meselâ “tarih tekerürden ibarettir” sözüne, aynı paralelde bir destek sunan George Hegel; “Tarihi öğrenmeyenler, onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar.“der. H. G. Wells; “Gelecekte bizi nelerin beklediğinin en iyi falcısı, geçmişte başımıza gelenlerdir.“ hatırlatmasını yaparkan; Otto von Bismarck; “Tarih, kainatın vicdanıdır!“ derken, aslında en kapsayıcı tanımlamayı yapmıştır. Zamana, ve mekana vurgu yapan Voltaire; “Tarih, coğrafyanın dördüncü boyutudur, ona zaman mana verir.“ diyor. Yine bizim Ömer Hayyam; “Tarihinin sürekliliğini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmeye mahkumdur. Hafızası parça parça kopmuş bir akıl hastası gibi geçmişiyle, hatıralarıyla ve benliğini terkip eden bütün varlık unsurlarıyla ilgisi kesilmiştir.“derken, belki en çok da Kürtleri ve Alevileri uyarmıştır kim bilir! Zira Abdullah Öcalan; ‘‘Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin baslangıcında gizliyiz” sözü, hakikaten Alevilerin “kal-u belâdan beri varız!“ sözüyle eşdeğerdir. Bu söz, insanoğlunun doğuş-varoluş tarihine işaret eder. Yine ‘‘Tarihi anlamak, günümüzü anlamaktir” diyerek, Öcalan Kürtleri; kendi tarihlerine sahip çıkmaya davet ediyor. Bunlara karşın M. Kemal; “Bilelimki; Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlerin avıdır“ bellirlemesini yapar. Zaten 1919’dan beri oluşturduğu kadrosuyla avcılığını gizlemez! Bununla birlikte M. Kemal’in yakın çalışma arkadaşı ve Adalet Bakanlığı yapmış CHP’li Mahmut Esat Bozkurt‘un, 1930 yılında Ağrı’daki Kürt ayaklanmasından hemen sonra, Kürtler üzerinden, Türk olmayan diğer etnik gruplar için; “Dost, düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır: Türklere hizmetçi olma, köle olma hakkı!“ sözleri, insanlık tarihi açısından önemlidir. Tabi Cumhurriyet tarihi iyi incelendiğinde bu sözün bile hafif kalacağı, bundan daha da hokkalı ırkcı-kafatasçı söylemlerle karşılaşılacağı muhakkaktır!
İşte, tarih bilinciyle ilintili bütün bu kuramsal yaklaşımların ortaya koyduğu gerçeklik, Kürtlerin ve Alevilerin geçmiş tarihlerini merak etmeleri, araştırıp yazıya dökmeleri ve geleceğe taşımaları gerekmektedir. Bu alanda tüm okur-yazara önemli işler düşmektedir. Biz’de kendi üzerimize düşün sorumluluk içinde, tarihimizin belli bir kısmını sözlü ve yazılı kaynaklarda araştırıp ortaya çıkarmak maksadıyla bir çaba içerisine girdik. Biz, tarihimizi; tufanların yaşandığı kutsal topraklarımızda arıyoruz! Ve bu arayışımız da ısrarlı olacağız! Esas itibariyle Cumhurriyet tarihi paradigmasında; “Kürt ve Alevinin adı yoktur! Zira Kürt, Türktür! Alevi ise Müslüman kardeştir.“ Bu kıstasa uyulduğu sürece sorun yoktur! Bu resmi söyleme uyulmazsa, en ağır müeyideler, adelet kılıfı altında bu toplumsal katmanlara uygulanmaktadır.
Gülbahçe: Gerçekten sayın Öcalan’ın bütün eserleri tarih kokuyor. Sizin de hatırlattığınız gibi ‘‘Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin baslangıcında gizliyiz!“ yaklaşımı, şüphesiz üzeri toprakla örtülmüş bir gerçeğe işaret ediyor!
Yalgın: Doğrudur! Çünkü bu coğrafyada; “iki nehir < Dicle-Fırat arası“ olarak tanımlanan Helen yazmalarındaki Mezopotamya sözcüğünün kaynağı yine Kürt dilindeki “Mezra Botan“ dır. Kürtlerin tarihi insanlık tarihiyle eşdeğerdir. Bu coğrafya, Neolitik çağlardan süzülüp gelen kültürel değerlere sahiptir. Bu coğrafyanın kadim halklarından olan Kürtler, dünün yetim çocukarı değilken, günümüzün öksüz bırakılmış kimsesiz bir çocuk muamelesine tabi tutulmuştur. İşin acı yanı, bunu Kürtlere reva görenler, ne yazık ki yine Kürtlerin; Türk, Arap ve Farisi Müslüman kardeşleridirler! İşte bu çok ama çok sarsıcıdır! 1400 yıldan beridir, bu topraklarda Kürtler yoksayılmaktadır. Sadece Kürtler değil, Aleviler, Ermeniler, Asuri-Süryaniler görmezden gelinmektedir. Bu kadim toplumlar tarihleri, kültürel kalıntıları yağmalanmakta-yokedilmektedir. Bütün bunları sözde bilimsel-akademik çalışmalarla ele almakta ve gerçekleştirmektedirler.
Ocak Bânilerinin, Evliyalarının adları Kürtçedir
Gülbahçe: Tekrar belgeye geri dönecek olursak; Buradaki “Berxécan” isimi dikkatimi çekti?
Yalgın: Berxécân adı, iki ayrı Kurmanci sözcükten türetilmiş bileşik bir isimdir. Yani Şıx’ın adı, “Berx” ve “cân” sözcüklerinin kaynaşması sonucu ortaya çıkmıştır. İsmin tarihsel anlamı ve kökeni; Şıx’a atfen Dersim ve Pilvankan Aşireti içinde anlatılan kurulum miti ile alakalıdır. Şıx, yeni geldiği Pilvank Köyü’nde etrafına toplanan Kurmanc Aşiret mensupları ve Hıristiyan toplulukla birlikte, kesilip yenilen bir kuzunun kemiklerini, derisine koyup sardıktan sonra, asasıyla dokunmuş ve kuzuyu yeniden canlandırmıştır. Bu keramete tanık olanlar, o ana kadar tanımadıkları bu zata; “Berx (kuzu) é (kaynaştırma eki) cân (ruh) veren Şıx”, yani; ona “Berx é cân” adını verilmişlerdir. Kurmanç Aşiretleri onun yol ehli bir evliya olduğuna hükmederek bu kerameti bir “kanıt, hüccet, burhan, belge” olarak algılamışlar.
Bununla birlikte köylüler, gönül gözlerini açtığı için Berxécân‘a, “Delil” adını vermişler. Onun yaşlı ve bilgin olmasından ötürü, “Şıx” unvanını isimlerine ekleyerek “Şıx Delil-i (é) Berxécân” adını, tamlayarak hafızalarına ve gönüllerine nakşederler. Yani, “Kuzuyu canlandırarak kendisini kanıtlayan Şıx! Bölgede ışık nuru (Cerağ) yakan, uyandıran Delil!”
Buna ek olarak bellirtmeliyimki, Kürt Alevilerinin taliplik kapısında bağlı oldukları Ocak Bânilerinin adları Kürtçedir. İşte bakın Bâni; Kürtçede “çatı, evin çatısı“ anlamındadır. Yine Kürtçede kadınlara ise Bânû adı verilir ki; “Prenses, hatun, baş kadın, Ana kadın“ manalarına gelmektedir. Bu mitik anlatımlar, Kürtlerin ortak-milli edebiyatı kültürel değerleridir. Bir millet; Masllarla, hikayelerle, destanlar ve benzeri edebi türlerle ancak kendisini yaşatır. Ve Mezopotamya toprakları bu konuda çok ama çok zengindir. Yani muta-anaç konumundadır.
Bir çok ilkler Mezopotamya-Mezrabotan çıkışlıdır
Gülbahçe: Çalışmanızda mitik aktarılara da çok farklı yorumlar getiriyorsunuz! Mitsel anlatıların, bir doğaüstü kerâmet perspektiviyle ele alınmasına karşı çıkıyorsunuz! Mitik anlatıları nasıl ele almalıyız?
Yalgın: Bilindiği gibi, bütün semitik dinler, yaradılış destanları, mitolojik tamlamalar ve daha bir çok ilkler Mezopotamya-Mezrabotan çıkışlıdır. Dolayısıyla sözel anlamda Aleviliğin ana omurgasını oluşuran mitik aktarımlar, aynı zamnda inancın bâtıni, hakikat yönüne işaret etmektedir. Mevcut mitik aktarımları; olduğu gibi sıradan bir kerâmet masalı olarak algılamak yanlıştır. Bu anlatıların içinde gizemleştirilmiş bâtıni bilgilerin olduğu hakikatine artık ulaşammız gerekiyor. Yukarıda aktardığım Berxécan’ın bu kurulum miti iyi incelendiğinde gerçek apaçık görülmektedir. Burada zahiri-görünen manada bir kuzunun canlandırılmasının batıni karşılığı, antik-kadim bir inancın yaşatılmasına işaret etmektedir. Zira Kuzu ise en mahsum ve üretimsel manada doğuran, verimli-bereketli bir anayı temsil etmektedir. Bu inancın temel kaynağının da Kadın Ana olması hasebiyle, bu gerçekliği gözönünde bulundurularak yaşatılmasına dikkat çekilmiştir. Bu müthiş bir tasarımdır. İnancımıza dahil edilen bütün mitik aktarımların derinlemesine incelenmesi sonucunda, bunların ne denli gizemli verileri içinde barındırdığı kolayca anlaşılacaktır. Yani halk diliyle “keramet“ diye anlatılan bu mitik anlatımlar, bir marifete, bir hakikate işaret etmektedir. Biz’de çalışmamızda bu mitiolojileri, etraflı bir şekilde ele almaya çalıştık.
Gülbahçe: Yine asıl konumuza, belge’ye yada şecereye dönecek olursak; Belgenin içeriği hakkında kısa bir hatırlatmada bulunabilirmisiniz?
Yalgın: Belge bir bütün olarak incelendiğinde, aslında bir çok açıdan farklı veriler içermektedir. Belge; Ebu’l Vefâ-i Kurdi’nin Bağdat/Kalmina’daki Okulunda yani Ocağında okuyan Dilo Belincan’a verilen bir “Şeyhlik” yani “profesörlük” diplomasıdır. Asıl mühim olanı ise belgede 43 tane Kürt aşiretinin adının zikredilmesi ve bu aşiertler bünyesinde Dilo Belincan’ın faaliyet göstermesi, bu Kürt aşiretlerinden Belincan’a uymaları istenmektedir. Tabi zamanın literatürüne göre kaleme alınan bu belgede, bâtıni/ezoterik bir dilin ve bilgilerin olduğu, sözkonusu bu aşiretlerin ve gerekse Şıx Delil-i Berxécan Ocağı taliplerinin günümüzdeki toplumsal-sosoyal-işlevsel yaşantılarına bakıldığında rahatlıkla anlaşılmaktadır. Zira Ebu’l Vefâ-i Kurdi, Ortaçağ İslam coğrafyasında bir Bâtıni Dâisidir. Dolayısıyla belge sadece Berxécan Ocağının şeceresi değil, aynı zamanda Kürt aşiretlerinin, Kürtlerin bin yıllık toplumsal bir şeceresi niteliğindedir. Bu nokta çok önemlidir!
Belgede yar alan bazı Kürt aşiretleri
Gülbahçe: Belki okuyucularımız arasında merak edenler olabilir! Belgede yar alan bir kaç tane Kürt aşiretinin adını verebilirmisiniz?
Yalgın: Tabiki! Belgedeki aşiretlerden bazıları; Şadiyan, Çelikan, Zirki, Şavax/Şikakan, Canikan, Kurmeşan, Şeyh Bilan, Goran ve daha niceleri.. ! Çok ilginç ve bir o kadar da insanı hayrete düşüren bazı antik aşiretlerin bundan tam 1007 yıl önce Kürt olarak görüldükleri önemlidir.
Yine bunlar içinde Avesta’da “Çoban Yima“ olarak da anılan, Alevi Cemlerinin kökenin dayandığı sanılan kral Cemşid’in aşireti olan Pişdadiyan aşireti. Ki bu aşiret, aynı zamanda Zerdüşt’ün de bağlı olduğu bir aşirettir. Ürdün’deki antik Petra şehrini kuran ve dağlara, kayalıklara saraylar inşâ eden Nebatiler! Tarihte değişik adlarla anılan Keykan, Kikan, Kavi aşireti; Avestâ‘da; ‘Kavî olarak geçer. Hükümdar, emir“ manasında anlatılan antik bir Kürt aşiretidir. Yine Türkoloji alanında da üzerinde bir çok spekülatif denemeler yazılan Tirikan aşireti ki; Bu aşiret taa Gutilerden (mö. 3000) kalan bir topluluktuır. Bütün bu aşiretlerin tek tek izlerini sürdük ve karanlıkta kalan önemli yönlerini az da ortaya çıkarmaya çalıştık.
“Güneş-Dil Teorisi”nin yalandan incisi: Kürtler, Türktür!
Gülbahçe: Çok ilginçtir! 1010 yılında yazılan bu belgede Kürt aşiretlerinin adının yazılması ve bu aşiretlerin çoğunun geçmişten günümüze kadar Dersim’de ve dahası Kürt çoğrafyasında yerleşik yaşamaları, elbette Kürt tarih yazımı bakımından önemsenmelidir! Değilmi?
Yalgın: Elbette! Düşünsenize; Genelde Kürt ve özelde ise Dersim aşiretleri için yığınla rapor ve benzeri kitaplar yazılmış ve halen bile bu alanda “akademik çalışma” adı altında gerçeği manüpüle eden uyduruk bilgiler üretilmekte ve kitaplar yazdırılmakta! Bütün bunların ortak haraket noktası; “Dersim’deki aşiretlerin Türk kökenli olduklarına” dair ortaya attıkları saçma-sapan tezlerdir. Bu zevata göre; “Dersim aşiretleri Türktür. Kürt yada Kurmanc adlarıyla anılmış olsalarda dahi, aslında son kertede Kürtler/Kurmanclar, Türktürler!” Yani geliştirilen “Güneş-Dil Teorisi”nin yalandan incisi: Kürtler Türktür! Buna göre “Güneş-Dil Teorisi” bağlamında geliştirdikleri tezleri kısaca şu başlıklar altında toplayabiliriz:
Aslında bu belli tarihsel peryoda oturtulan resmi tezlerin tümünde farklı handikaplar bulunmaktadır. Velevki bütün bunlar doğrudur! İşte bu resmi tezler; 1010 yılında yazılan ve adları kaydedilen Kürt aşiretlerinin bölgedeki varlığı, elimizdeki bu belgeyle, bütün bu gayri ciddi tezler çöpe atılmıştır. Bu, Kürdoloji bilimi açısından gerçekten de çok önemli bir gelişmedir.
Kürtlerin antik kökleri
Gülbahçe: Eserlerinize bakıldığında Sizin, Kürt aşiretleri üzerinde yoğunlaşıtığınız anlaşılıyor. Şu ana kadar Kürdoloji alanında Kürt aşiretleri üzerinde fazla durulmamışa benziyor, ne dersiniz?
Yalgın: Mezra Botan/Mezopotamya coğrsafyasının yanısıra İngilizlerin “Münbit < Bereketli Hilal“ olarak tanımladıkları ve uygarlıklara beşiklik yapmış Zağros dağları, bütün bu coğrafyanın Kürtler açısında önemi büyüktür. Coğrafya deyip geçmeyin! Meselâ Ruha/ Urfa’daki en az günümüzden 10-12 bin yıllık Göbekli Tepe işte bu bölgede ortaya çıkarılmış dünyaca ünlü en popüler bir inanç merkezi, bir kült merkezi, bir antik mâbet-tapınak olarak karşımızda durmaktadır. Tarih bilimine büyük bir kanıt olarak katkı sunan Arkeolojik buluntular ışığında Kürtlerin bu topraklarda ne denli kök saldıkları anlaşılmaktadır. İşte günümüzün Kürtleri; antik çağlarda uygarlığı geliştirmiş halkların yani Gutilerin, Hurrilerin, Mitanilerin, Kassitlerin, Urartuların, Medlerin bakiyesidirler. Hatta bu eski halk tabakalarının içine sosoyal-siyasal, dilsel ve kültürel evrimleşmeyle Sümerlerin, Elamların, Akad-Asurların da serpilmiş olabileceği düşünülmelidir! Zira bütün bu antik halklar bu toprağın sahipleriydiler. Bu kadim halklar, buharlaşıp yok olmadılar. Bu nedenledirki 1640, 1649-yıllarında Kürdistan’ı gezen Osmanlı Seyahı Evliya Çelebi (1611-1682), altı bin Kürt aşiretinden sözederek, “büyük ülkedir“ dediği bu bölgeyi “Kürdistan ü Sengistan“ (Kürtler ve taşlar ülkesi) olarak tanıtır. Bakınız; 17. yüzyılın ortalarında hem de bir Osmanlı gezgini; 6 bin Kürt aşiretinden sözediyor! Bunların alt kümeleriyle birlikte sırf Dersim’de, 150 ye yakın Kürt aşireti yerleşik bir yaşam tarzını taa asırlardan beri gerçekleştirmişler.
Yine Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğretim üyesi ve Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Veli Sevim‘in, Van ve çevresinde yürüttüğü kazılardan elde ettiği buluntular arasında, özellikle Urartular (M.Ö. 8-7.yy.) bağlamında, bölgedeki Kürtlerin; Mezopotamya‘daki aşiretlerin tarih öncesi varlıklarını tespit etmiştir. Dahası Profesör Sevim; “3000 Bin Yıllık Aşiret Gerçekliği; Urartu ve Asur yazıtlarından elde ettikleri bilgiler ışığında Urartular öncesinde bu tür toplumların, bugünkü aşiretlere benzer bir yapılanmasının olduğuna“ işaret etmektedir. Bu ve benzeri verileri çoğaltmamız mümkündür.
Bâtıni Aleviliğin atardamarı: Ebu’l Vefâi Kurdi
Gülbahçe: Ebu’l Vefâi Kurdi! Bu evliya hakkında yazılı kaynaklarda fazla bilgi yokmu? Yoksa biz mi geç tanıdık?
Yalgın: Evet, bir kaç akademisyen dışında Ebu’l Vefâi Kurdi hakkında fazlaca bilgi veren modern kaynaklar yok denecek kadar azdır. Varolanların çoğu ise maalesef işin manipüle edilmesiyle meşguller. Ebu’l Vefâ-i Kurdi, Mezopotamya topraklarında Bâtıni Aleviliğin atardamarlarından birisidir. Gerek Réya/Raa Heqi dediğimiz Kürt Aleviliği, gerkse Babailer tarafından Anadolu’da başlatılan Aleviliğin felsefi, inanç, kültürel, düşün ve bir bütün olarak sosoyal köklerine kaynaklık etmiştir. İnancın kökeninde var olan Aryenik değerleri, o zamanın (925-1017) şartlarına göre yeniden yorumlamış ve yüzlerce bâtıni daisi yetiştirerek Mezopoamyanın değişik yerlerine yollamıştır. Ama ne varki yazılı kaynakları ellerinde tutan erkler, Ebu’l Vefâi Kurdi’yi; kendi ardıllarından, taliplerinden halkından gizlemişlerdir. Çünkü o bir Kürttür! O büyük bir filozof ve aynı zamanda dönemi itibariyle, genel anlamda Alevi inancının bir temel taşıdır. İnancımızın temel düşün kaynağı olan Ebu’l Vefâ “yok“ sayılırken, Onun yerine Türkistanlı Ahmet Yesevi ikame edilmiş ve böylece Kürt ve Alevi tarihine çarpıtılmış nokta vuruşu yapılmıştır. Ebu’l Vefâi Kurdi hakkında geniş kapsamlı bir araştırma içinde olduğumu, yeri gelmişken burada dostlarımıza bellirtmeliyim.
Kürtçe dilinin renkliliği
Gülbahçe: Siz kitaplarınızda tarih, coğrafya, inanç, kültür ve benzeri sosoyal konuları ayrıntılarıyla ele almışsınız. Hatta çoğu kavramın etimolojik verileri üzerinde de durmuşsunuz! Bu bağlamda Dil konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Yalgın: Özellikle Mezopotamya topraklarının bi kadim inancı olan Haq Yol/Re/Raa inancı; 1917 yıllarından sonra sözde Türkçeleştirilmiş, Arapça “Alevi” kavramıyla anıldı. Dolayısıyla dışarıdan verilen bu isim, toplumda da zamanla kabul gördü. Fakat ne olursa olsun sözünü ettiğimiz bu inancın, yani Aleviliğin kavramsal bütünlüğü ele alındığında, Kürtçe diliyle karşılaşılacaktır. Kürtçe kavramların bu inancın kökeninde nasıl yerettiği görülecektir. Ama ne varki son yıllarda uyduruk sözlüksel tanımlamalarla, bu kavramların içi boşaltılmaya çalışılmıştır. Bu gidişata bir “dur“ demenin zamanı geldi de geçiyor bile! Zira bu durum inancı değil asimile; dahası inancımızı bitirme noktasına getiriyor. Ne yazık ki bu yapılanın, sinsice ve örgütlü bir çalışma olduğu, çoğu kimseler atarafından hala bile anlaşılmamaktadır.
Türkoloji kaynaklarında Kürtçe hakkında görüş bellirten bütün ilgililer; “Kürtçe diye bir dilin olmadığını, dolayısıyla dağlı Türklerin Arapça ve Farsçadan etkilenerek Kürtçe dilini meydana geldigini” kanıtlamaya çalışmışlardır. Oysa Osmanlının ünlü seyahı Evliya Çelebi, işte elimdeki bu Seyahatnamesinde Arapça, Farsça ve Türkçe için görüş bellirttikten, Kürtçe’den övgüyle bahseder ve “Kürtçe’nin Hızır’ın dili olduğuna“ dair varolan anlatıyı aktarır. İşte Çelebi‘nin o görüşleri, “El-Arabî fesâhatün ve’l-Acemî zarâfetün ve’t-Türkî kabâhatün ve gayrü’l-lisân necâsetün (…) ammâ lisân-ı Ekrâd’da (Kürtler) dahi fesâhat ü belâğat üzre tekellüm eder kavm-i Ekrâd-ı Hızre ve kavm-i Ekrâd-ı Şirvân ve kavm-i Ekrâd-ı (…) Ammâ bunlardan dahi ziyâde fesâhat ü zarâfet ü selâset üzre tekellüm eden kavm-i Ekrâd-ı İmâdiyye-i Behdînân’dir. Bu kavm-i İmâdiyye’nin ulemâ-yı âmilînleri kavli üzre lisân-ı Ekrâd’ı Hazret-i Yûnus aleyhi’s-selâm diyâr-ı Musul’da sâkin iken Kürd lisânın söylemiş ola. Zîrâ, ‘Lisân-ı Ekrâd Fârisî’den azmış ehl-i cennet lisândır’ deyü bu hadîs-i sahîhi delîl ederler“ (Evliya Çelebi, Seyahatname, cilt 4, s. 316, Topkapı Sarayı Bağdat 305 yazmasının transkripsiyonu-dizini (2001) Dolayısyla Kürtçe dilinin derinliği, belagatı, feraseti, renkliliği ve çeşitliliği bilinen bir gerçeklikir. Bunca yoketme girişimlerine rağman halen bile konuşulan bir anadili olarak Kürtçe ve çeşitli-renkli şiveleriyle yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Türkiyedeki sivil darbe ve medya sektörünün durumu
Gülbahçe: Siz aynı zamanda bir gazetecisiniz ve aynı zamanada “Bundesvereinigung der Fachjournalisten (bdfj)“ bir üyesisiniz! Bugün Türkiye’de yaşanan bir sivil darbe var ve gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler hatta sıradan sosoyal medya paylaşımcıları bie zindanlara atılıyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Yalgın: Türkiye Cumhurriyetinin siyasal tarihi iyi incelendiğinde çağdaş modern dünyanın öngördüğü bir parlamenter sisteminin olmadığı, buna karşın sivil ve asakeri darbelerle “Laik Cumhurriyet“ adı altında, ülkenin bir Şeyhülislam erkinin hükümüyle yönetildiği görülecektir. Yine 1919 Samsun çıkışı, esas itibariyle Osmanlı devleti içinde hayata geçirilmiş kapsamlı bir darbedir. Osmanlının ve devamı olan özellikle Cumhurriyetin temelleri derbe üzerinde yükselmiştir. Cumhurriyetin kuruluşundan beri bu ülkede mualif olan gazeteciler, siyasetçiler, akademsiyenler, memurlar, öğrenciler, kadınlar, işçi-köylüler hep darbe yasalarıyla yönetilmiş ve en ağır yaptırımlarla karşıkarşıya kalmışlardır. Bugün açık bir cezaevine dönüştürülen ülkede, belkide ilk defa bu kadar gazeteci hapse atıldı, işinden edildi, televizyon, radyo, gazete ve benzeri medya organları darbe hukukuyla kapatıldı, malvarlıklarına elkonuldu! Mevcut süreçte, Türkiye’yi yöneten bu kindar dindarlar; Türkiye halklarını ve bölge halklarını büyük felaketlere götürecek işlerin peşinde oldukları, artık su yüzüne çıkmış bulunmaktadır.
Gülbahçe: Bu söyleşi için teşekkür ederiz. En son olarak ne söylemek istersiniz?
Yalgın: Öncelikle bu iki ciltlik çalışmamla genel anlamda Kürt ve özelde Dersim tarihine hangi düşünsel algılarla yaklaşılması gerektiğine ilişkin yaklaşımlara bir yön biçildi. Dolayısıyla Antik Kürt aşiretlerin tarihsel geçmişlerine bir ışık tutuldu. Zira 1010 yılında adları zikredilen Kürt aşiretlerinin konup-göçtükleri coğrafi alanlarda gizli kalmış toponomik ve etnografik bazı değerler su yüzüne çıkarıldı. Diğer yandan Alevi Ocaklarının yazılı belgelerini hangi okumalar üzerinde ele almamız gerektiği hususunda bazı ipuçları verildi. Bu çalışmamla; Aleviliğin tarihsel arkaplanına hangi pencereden bakılması gerektiğine ilişkin bir ön izleme yolu ortaya konuldu. Ayrıca mitolojilerin hangi perspektivle ele alınması ve hangi paradigmalar üzerinden karşılaştırmalı örneklemelerle üzerinde çalışılmasına dair bazı emarelere işaret edildi. Bütün bunlarla birlikte; dolayımlı olarak Kürt Alevilerinin etnografik kalıtsal değerleri, çalışmamızın ana eksenini oluşturdu.
Son söz yerine ise şunları da eklemek isterim; Doğrusu söylenecek çok şey var. Fakat ben özellikle okuyucuların internet ortamında paylaşılan kirli bilgilerin aksine, akademik disiplin kurallarına uygun yöntemlerle ele alınmış eserleri-çalışmaları takibetmelerini, yazın alanında kaynağı gösterilmeyen hiç bir veriye itibar etmemelerini öneriyorum. Bu söyleşi için ben teşekkür ederim. Başarılar dilerim!
Erdoğan Yalgın Kimdir?
18 Mayıs 1968 Dersim, Pertek doğumlu. 1989 yılından beri Almanya’da yaşamaktadır. 1986 – 89 yıllarında Milliyet Gazetesi Pertek Muhabirliği ile başladığı yazım hayatı, Ehlibeyt, Zülfikar, Dergah, Munzur Etnografya, Semah, Demokratik Modernite, Özgür Politika, Dersim gibi dergi ve gazetelerde devam etti. 1991 yılında WDR Köln Radyosu Türkçe Servisinin düzenledigi “Örsan Öymen Röportaj Yarışması” nda Yabancı düşmanlığı ile ilgili yaptığı bir Röportajla, başarı ödülüne layık görüldü. 1995-97 yıllarında Saar-Neunkirchen’de, Yabancılar Meclis Üyeliğine (Ausländerbeirates) seçildi. Bir çok Alevi derneği içinde aktif yer alan araştırmacı yazarın aynı zamanda 1991 yılında yayınlanan”Kaçak Şiirler” adlı bir şiir kitabı da bulunmaktadır.
Merkezi Hamburg’da bulunan “Bundesvereinigung der Fachjournalisten (bdfj)“ bir üyesisi de olan gazeteci Yalgın, halen Semah dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini sürdürmektedir.
Araştırmacı Yazar Erdoğan Yalgın’ın “Dersim’in Gizemli Tarihi I ve II.“ ciltleri Mart 2017 tarihinden itibaren Fam yayınları tarafından okuyucusuyla buluştu.
Bunun yanısıra editöryal kitaplarda ve dergilerde çeşitli makaleleri yayınlandı. Bunlar;
Erdoğan Yalgın“Cemal Abdal Ocağı (Ocaxé Cemal Evdal)“ Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri Hazırlayanlar: Erdal Gezik ve Mesut Özcan, Kalan yayınları, Ankara 2013, sayfa: 177-233.
Erdoğan Yalgın “Şıx Dilo BelincanAşiré Pilvenkan u Ocax“ Şıx Delil-i Berxécan)“Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri, Haırlayanlar Erdal Gezik ve Mesut Özcan Kalan yayınları, Ankara 2013, sayfa: 421-492.
Erdoğan Yalgın, “Batıni Kürt Aleviğinde Ebu’l Vefâ-i Kurdi ve Tarihsel Mirası“ Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik, Hazırlayanlar: Yalçın Çakmak, İmran Gürtaş, İletişim yay. 2015, İstanbul, sayfa 141-164.
Prof. Dr. Erkan Yar, Erdoğan Yalgın, “Şeyh Dilo Belincân‘ın بلنجان دلو الشيخ Şeceresinin Kısa Bir Analizi” Tunceli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2, Sayı 4, Bahar 2014, Sayfa 7- 32.
Erdoğan Yalgın, “Batıni Aleviligin Köklerindeki Zerdüşti Bazı Niteliklere Kısa Bir Bakış“ Demokratik Modernite dergisi, sayı 10, 2014, Sayfa. 82-89.
*Dersim Gazetesi, Sayı: 75, Ocak 2018, Sayfa 8-10
*Semah Dergisi, Sayı: 38, Mart/Nisan 2018, Sayfa: 39-44