Efrin’deki gelişmeleri sadece egemen Türk medyasından izliyorsanız, sorun yok. Kahraman Mehmetçik önündeki bütün engelleri yakıp yıkıp geçerek, Efrin kent merkezine doğru adım adım, sağlam ve güvenli bir şekilde ilerliyor. Tabi bu arada çeşitli ve farklı kaynaklara göre 272 ila 394 arasında ‘’terörist’’ etkisizleştirildi ya da ‘’ölü olarak ele geçirildi’’. ‘’Bizim’’ kayıplarımız ise, Cumhurbaşkanına göre 7-8 kişi, Sağlık Bakanına göre ise 16. Antakya’daki Komuta Merkezine giden kamuflaj montlu Erdoğan oradaki komutanlara moral verip bilgi aldı ve Kemalist bir pozla, ‘’İlk Hedefiniz Afrin!’’ dedi. Bu emir harekatın 7. günü verildiğine göre, başlangıçta başka bir hedef vardı! Erdoğan, tabi kendisi sahadaki gelişmelerden haberdar olduğu için, olumsuzlukları hiç olmazsa resmi söylemde görmezden gelmek amacıyla hedef büyüttü ve ‘’Irak sınırına kadar bütün bölgeyi temizleyeceğiz’’ dedi. Ayrıca harekatın süresinin de, Afganistan ve Irak örneklerinden esinlenerek, çok uzun olabileceğini ima etti.
Aslında dikkatli bir okur, sadece Türk egemen medyası ile sınırlı olsa bile, genel havanın öyle çok da parlak olmadığını kolaylıkla saptayabilir. Harekatın 6. gününden itibaren birinci sayfalara yansıyan gelişmelerde, ilk günkü ateşli nutukların nispeten de olsa, azaldığını görüyor yurttaşlar. Ayrıca damat bakanın ‘’Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok’’ ya da AKPli Beyaz Kürt bir milletvekilinin ‘’Biz Efrin’e yerleşmeyeceğiz’’ şeklindeki demeçleri manidar. Saray bültenlerinde,‘’Mehmetçik 7 düvele karşı’’ ya da ‘’Müttefiklerimiz teröristlerle’’, belki de ‘’İki yüzlü Almanya’’ gibi başlıklar atılması sahada sorun olduğunu gösteriyor. Operasyonun tamamen milli ve yerli silahlarla yapıldığı iddia edilse bile…
Harekat başlamadan önce ‘’3 Saatte Afrin’deyiz’’ başlığını atanlar, 10. günde büyük bir rötar yaşıyor. Resmi söylemde Savunma Sanayi adı verilen savaş sektörünün önde gelen şirketlerinin mülkiyetindeki egemen medya organları, silah reklam ve promosyonuna devam ediyor. Bütün bunlar, milli mutabakat, terörizme karşı mücadele, devletin bekası şemsiyesi altında yapılıyor.
İktidarın savaş karşıtlarına uyguladığı korkunç baskılar ile sosyal medyaya getirdiği kısıtlamaları düşünürsek, Saray’ın bazı bilgilerin ortaya çıkmasından/yaygınlaşmasından ne büyük korku duyduğunu anlıyoruz. Oysa ki kendisine güvenen, yaptığı işin yasal ve meşru olduğundan emin olan bir iktidar, böyle bir korku ve paniğe kapılıp, yasaklar getirmez, baskı uygulamaz.
Aslında Saray bültenlerinde bölük pörçük bir şekilde yer alan bazı TSK mensuplarının açıklamaları bile harekatın aksadığı yolunda ipuçları veriyor. ÖSO’lu komutan olarak sunulan kişilerin ya da mesela TSK’nin bir tank subayının açıklamalarında ‘’kötü hava koşulları ve çamur’’ gibi engellerden yakınılıyor. Doğru, TSK zaten deplasmanda oynuyor, rakip takımın seyircileri askerlerimizin moralini bozduğu gibi hakem de taraf tutuyor! Bir Rus askeri uzmanın harekatı ‘’en kötü örnek’’ olarak nitelemiş olması da işin cabası.
Egemen medyanın, ajitasyon-propagandanın yanı sıra her zaman olduğu gibi, desinformation (Haber Tahrifatı) faaliyetinin yanı sıra benimsediği bir başka yöntem de misinformation (Haber Saklama). Egemen medyayı didik edin mesela şu iki konuda sağlam, güvenilir, doğru bir bilgiye/habere ulaşamazsınız:
ÖSO ve diğer cihadçı silahlı gruplara, TSK’nin öncü birlikleri olarak savaşmaları için ne önerilmiştir? Bu kişilere maaş mı ödenmektedir? Ne kadar?
Ankara ile Moskova arasında Efrin operasyonunun gerçekleşmesi için ne tür bir pazarlık yapılmıştır? Putin ile Erdoğan arasında varılan anlaşmanın koşulları nelerdir? Efrin operasyonuna izin/onay karşılığı hangi tavizler verilmiştir?
Gelelim şimdi YPG kaynakları ile yabancı basının aktardıklarına.
YPG, Şam rejimi ile görüşmeler yaptığını doğruladıktan sonra Suriye ordusunu kendi devletinin sınırlarını korumaya çağırdı. Alandan gelen bilgilere göre, Esad rejimi, Doğu’dan YPG militanlarının Efrin’i savunmak için Batıya geçmelerine izin veren koridorun açılmasını kabul etti ve sağladı.
YPG, hava saldırılarında kendi silahlı militanlarından çok çocuk ve kadınların öldürüldüğünü açıkladı. Bu bilgi, çocuklar konusunda, UNİCEF tarafından da doğrulandı.
YPG, Zeytin Dalı harekatının bir işgal operasyonu olduğunu açıkladı ve kentlerini sonuna kadar savunacaklarını bildirdi.
Saray’la herhangi bir bağlantısı olmayan, Türkiye’de herhangi yatırımı olmayan, kısaca Ankara’dan bağımsız olan yabancı medyanın sadece başlıkları bile Erdoğan’ı fazlasıyla rahatsız ediyor.
Çünkü:
Zeytin Dalı operasyonunun terörizme karşı olduğu yolundaki Türk tezi, bugün hiçbir ciddi global medya organında kabul edilmiyor. Tam tersi, yabancı basın, harekatın Suriyeli Kürtlere karşı yapıldığını yazıyor: ‘’Türkiye IŞİD’e karşı savaşıyor ama Kürtleri vuruyor – Erdoğan’ın sinsiliğinin ve iki yüzlülüğünün sınırı yok’’. Bu başlık sağ eğilimli Fransız gazetesi Le Figaro’dan.
Dünyada PYD/YPG’nin terörist olduğuna inanan neredeyse hiçbir ülke yok. Tam tersine ABD ve Rusya, zaman zaman sorunlu da olsa, bu örgüte siyasi ve askeri olarak destek vermeye devam ediyor.
Uluslararası arenada resmi olarak Azerbaycan ile Katar dışında harekata destek veren ülke yok. Bu iki ülkenin dünya siyasetindeki konumu, prestiji ve ağırlığı da hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek kadar açık. Moskova dışındaki tüm başkentler de, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri dahil dünyanın ezici çoğunluğu operasyona karşı.
Ankara, uluslararası camiada artık inanırlığını güvenirliğini büyük ölçüde kaybetmiş bir başkent olarak temayüz ediyor. Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun muhataplarıyla yaptığı görüşmelerin kayıtları ve konuya ilişkin açıklamalar bile tekzip edilip yalanlanıyorsa, hiçbir lider ya da bakan, Türk mevkidaşlarıyla huzur ve güven içinde görüşme yapamaz hale gelmiş, demektir. Çavuşoğlu zaten bir Fransız medyasına yaptığı açıklamada bu durumu adeta itiraf etti: ‘’Benim söylediklerime neden inanmıyorsunuz?’’
Zeytin Dalı harekatının meşruiyet ve uluslararası hukuk açısından hiçbir temeli yok. Harekat, doğrudan bir işgal harekatı olarak kabul ediliyor. ABD mesela, 1991 Irak işgali öncesi BM Güvenlik Konseyini alavera dalavera ile olsa da ikna edip karar çıkarttırıp saldırısına hiç olmazsa bir hukuki belge sağlayabilmişti. Ankara’nın tabi böyle bir şansı yok. Çünkü Erdoğan hem mevcut prestiji ve namı itibarıyla hem de Efrin işgalinin hukuksuzluğu ve gayrimeşru zemini nedeniyle, bırakın böyle bir karar çıkartmayı, Güvenlik Konseyini toplayabilecek olanağa bile sahip değil.
Dış dünya, IŞİD’e karşı mücadelede benimseyip övdüğü Kürtlerin bugün Türk ordusunun saldırısına uğramasını da kabul etmiyor. Örnek: ‘’ABD, Türkiye Suriye’deki Kürtleri bombalayarak IŞİD’e yardım ediyor, diyor’’ (Newsweek)
Sadece Ankara kulislerinde dolaşan haberler değil, Batılı devletlerin istihbarat örgütlerince de paylaşılan önemli bir iddiayı yerli ve yabancı medyadaki bazı haber ve fotograflarla birleştirince ortaya çıkan tayin edici bir boyut daha var:
15 Temmuz’dan bu yana Saray ile Genel Kurmay arasındaki ilişkiler sorunlu. Askeriyenin, işin hem teknik hem de siyasi yanını özellikle sorumluluğunu da hesaba katarak, Efrin operasyonunun başarılı olamayabileceğini muhatabına dolaylı yoldan da olsa, iletmiş olması muhtemel. Ancak Başkomutan giysili kişinin hem kendi kaderi hem de askeriyenin fazla ön almasını engellemek için operasyonda israr ettiği sanılıyor.
Genel Kurmay’ın çekinceleri bir dizi somut gerekçeye dayanıyor:
Büyük çaplı tasfiyeler sonradan TSK’nın üst ve orta kademesi hem sayıca hem de kalite olarak geriledi.
Efrin, TSK’nın, daha önce hiçbir harekat yapmadığı bir bölge. İlk defa oraya gidiyor. Bilmediği bir alan. Irak Kürdistan’ı değil Efrin. Üstelik Efrin bölgesi, Kürt siyasi bilincinin ve örgütlenme düzeyinin en yüksek olduğu bölge.
TSK gibi NATO’nun ikinci büyük ordusu, ÖSO ve benzeri silahlı gruplarla doğru dürüst koordinasyon kuramayacağını öngörüyor.
TSK, daha önce Cizre, Şırnak, Sur gibi ‘’Çökertme’’ operasyonu öncesinde, işin siyasal sorumluluğunu üstlenmemek, olası suçlamalardan kendisini muaf tutmak için hukuki kalkan talep etmiş ve bunu alabilmişti. Ne var ki bu sefer konu bir başka ülkenin topraklarında gerçekleşeceği için, siyasi iktidarın bu konuda/alanda verebileceği herhangi bir hukuki ya da siyasi güvence ya da koruma önlemi yok. Çünkü bu konular, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin değil Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetki alanına giriyor.
Efrin aslında Saray ile Genel Kurmay arasındaki kuşkuya dayalı tatsız ilişkilerin de yeniden düzenlenebileceği, herhalükarda test edileceği bir alan. Saray, olası bir darbe fikrini ve olasılığını zayıflatmak için TSK’yı Efrin operasyonu ile yıpratmayı/gözden düşürmeyi planlarken, TSK da aynı şekilde olası bir yenilgide siyasi iktidarı sorumlu tutup ondan bir şekilde kurtulmayı hesaplamış olabilir.
Türkiye’deki mevcut rejim, özellikle böylesine önemli konularda hiçbir şeffaflık belirtisi göstermediği için, işte ancak böyle bazı tahminlerde bulunmak olası.
Kısacası, hangi açıdan bakarsanız bakın, hangi düzlemden tahlil etmeye çalışırsanız çalışın, Erdoğan’ın Efrin’den zafer çıkarması, bugünkü ulusal ve uluslararası koşullar nedeniyle mümkün görünmüyor.
Zeytin Dalı harekatının komuta merkezinin Antakya’da olduğunu sanan Erdoğan, yüksek perdeden hala operasyonun hem zaman hem de mekan açısından kendi istediği gibi süreceğini iddia ediyor. Ne var ki, bilmesine rağmen kabul etmediği gerçek şu: Herekatın komuta merkezi Moskova’da. Siyasi olarak da nihai kararı verecek olan liderin adı Vladimir.
Ragıp DURAN / artigercek