Çarpı, yani X işareti dünya tıp ve sosyal bilim literatüründe ölümü temsil etmektedir. Yani X’in anlamı ölüm, öldürmedir… Bu durumda yine Malatya’da Alevilerin kapılarına atılan kırmızı çarpıların anlamı bellidir. Ve bu konu, ROK’un Boşnaklar (1) için sarf ettiği rezil laflardan daha az tehlikeli ki onun kadar bir reaksiyona kavuşmuyor ne sivil ne de devlet cenahında… Tam da bu nedenle Malatya’da hem atılan çarpılar hem de fotoğraflardaki dehşet, bu ülkede Aleviliğe bakış açısının ve tutumunun görünüm kazandığı biçim, korku ve dehşetinin tablosudur… Şiddeti reddeden mazlum ve kadim bir inancın gördüğü zulmün fotoğrafı…
Bu, Türk ve İslam çerçevesinin içine girmeyen herkesi İslam’ın cihat ve Türk’ün akıncılığı ile her türlü şiddeti kullanarak bastırma, imha, yağma, dinden çıkarma gibi çoklu açılardan işlevsel kılınan geleneksel bir tutum aslında. Bilmem nerede bir karikatür yapıldı diye dinlerine saldırı olduğunu iddia edip ortalığı ayağa kaldırıp, kendi dinlerine her türlü saygıyı talep eden, öte taraftan hiçbir dine ve inanca saygı göstermeyi akıllarından geçirmeyen acımasız, hiçbir insani duygu ve empati içermeyen acımasız bir geleneğin hakimiyetindeki insanlar ve devlet… Bununla yaşamanın anlamını kapılarına periyodik olarak çarpı atılan aleviler bilir…Zulüm!..
Aleviler hiçbir zaman bir inanç olarak kabul edilmek istenmedi: Yani aleni olarak ve haklarına saygı gösterilerek, hukuki olarak diğer dinlerle eşit kabul edilerek… 1990’lara kadar İslam ile bağlantısı –ki doğrudur- kurulmadı. Bu nedenle açık ya da gizli “sapkın” bir inanç olarak kabul edildi. “Mum söndürme” hikayeleri ile binlerce yıllık korkunç bir şiddet sarmalına alınıp, çoklu açılardan şiddete açık halde tutuldular kasıtlı olarak… Bu korkunç şiddet sarmalı yeni yeni kentlerde ve politik alanlardaki teması ile sönümlenmeye başlamış olsa da halen geniş bir kesim -aleni olarak dillendirilmese de- bu algıyı korumaktadır. Tam da bu nedenle Aleviler, periyodik olarak devlet şiddetine ve/ya devlet destekli sivil saldırılara maruz kalabilmektedir.
1921, Koçgiri Kürt-Alevi katliamı, 1000 kişiden fazla insan acımasız bir katil olan Topal Osman tarafından katledildiği, evlerinin yakıldığı, yıkıldığı, kadınlara tecavüz edildiği bir Kürt Alevi kırımıdır.
1937-1938, resmi rakamlara göre 14.160 kişi, Necip Fazıl Kısakürek’in en aşağı 50 bin olarak belirttiği (2) tahmini rakamlara göre ise büyük çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 40-70 bin insanın katliamdan geçirildiği, 14. Binden fazla kişinin sürgün edildiği, geriye kalanların ekinleri yakılmış, tüm hayvanları yağmalanmış, evleri talan edilmiş, doğası zehirli gaz ve bombalarla kirletilmiş, tamamı dehşete tanık edilmiş, bu haliyle hastalık ve ölümlere terkedilmiş, BM soykırım tanımına tamı tamına uyan 1937-1938 Dersim Kürt Alevi soykırımıdır.
Aralık 1978’de, sivil görünümlü ancak devletin davranma biçimiyle desteklendiği anlaşılan, Maraş’ta Alevi ve sol eğilimli 111 kişi, sivil katliam gruplarınca evlerinde boğazlanarak öldürdüğü, birkaç misli fazlasının fiziksel, tamamının ruhen yaralı olarak bırakıldığı, yüzlerce ev ve işyerinin yakıldığı, yağmalandığı Kürt Alevi kırımıdır.
Çorum’da ülkücü adı verilen paramiliter güruh tarafından, devletin resmi yayın organı olan TRT’nin kışkırtması ile, “Kana kan, intikam” sloganlarıyla Alevi ve solcu kişilere, evlerine, işyerlerine ve mahallerine yapılan ve günlerce devam etmesine izin verilen katliamdır. 1980 Mayıs-Temmuz aylarında gerçekleşen bu olaylarda toplam 57 kişinin hayatın kaybettiği, Alevi ve solculara ait işyerlerinin, evlerin, mahallelerin yağmalandığı (3) Türk ve Türkmen Alevi kırımıdır.
2 Temmuz 1993 Sivas’ta 8 saat boyunca olaya müdahale etmeyen, asker ve polisin eşliğinde gerici dinci bir kalabalık tarafından Pir Sultan etkinliklerinin yapıldığı hotelin ateşe verilerek yakılması ve olayda 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel görevlisinin diri diri yakılarak öldürülmesinin tezgahlandığı, genel anlamıyla Alevilere yönelik devlet destekli bir katliamdır.
Bunlar en bilinen Alevi katliamları olsalar da esas daha tehlikeli ve sinsi yapılan başka uygulamalar vardır. Bu uygulamalarla gündelik hayatın içinde Alevi tacizleri yapılandırılmakta ve sürdürülmektedir. Bir kere bir tehlike sarmalı içinde tutularak ailelerin çocuklarına kendi inançlarının aktarılması önlenmektedir. Alevi olmak tehlikeli hale getirildiğinden, aileler çocukların bunu ağzından kaçırmalarının bedelinin hem çocukları hem de kendileri için ağır olacağının bilincindeler. Dolayısıyla çocuklar kendi inançlarını öğrenme ortamından uzak bırakılmış olmaktadırlar. Bunun arkasından okulda ve sosyal alanda Sünni İslam’ın eğitiminden geçiyorlar ve bu dinin söylem ve sembollerine 7/24 maruz kalıyorlar. Medya bu konuda inanılmaz bir biçimde etkili kılınmış durumda. Zaman içinde bütün bu maruz kaldıkları etkiler Sünni İslam’a aşinalık yaratırken, oluşturulan tehdit ve yıldırma politikaları ile her yıl bir bölümü Sünnileştiriliyor.
Ayrıca tarikatların özellikle Alevi çocuklarını hedeflediklerini, Adıyaman’da İŞİD militanı olarak devşirilen Alevi çocuklarını unutmamak lazım. Adıyaman gibi bir ilin bu kadar gerici bir alan dönüştürülmesinin altında yatan esas olarak Aleviler için en önemli merkezlerden biri olmasıdır. Şimdiki noktadan baktığımızda devletin Sünni ve radikal İslam’ı orada yapılandırmasının anlamı daha da netleşmektedir. Tüm alevi merkezleri inanılmaz ırkçı ve şoven bir kimliğe büründürülmüş ve büründürülmeye devam edilmektedir. Bunlar el altından bizzat devlet tarafından sürdürülen uzun erimli planlarla oluyor.
Öte taraftan diğer yerlerde direnenlere yönelik metotlar da son hızla devam etmektedir. Bunlardan en tanıdık taciz metodu bu yazının yazılmasına yol açan kapılara çarpı işareti atmaktır. Çok ağır bir tehdit unsuru olarak kabul edilmesi gereken bu tip olaylar, tahmin edileceği gibi hiçbir zaman ciddiye alınıp soruşturulmayan ve failleri bulunup yargılanmayan, yargılansa da ceza verilmeyen ve Alevilere “kader” olarak biçilmiş bir uygulamadır. Alevilerin, gayri Müslümlerin yaşamının bir parçası olarak devlet tarafından sürekli kılınan bir “kader”… Üstelik şimdi ülke içine sokulan binlerce İŞİD’linin de komut beklediği bir dönemde bunların yapılmasının anlamı daha nettir.
Göz yummalar ve dolayısıyla da bu süreklilik hali, fail olarak devleti açıkça işaret etmektedir. Bunu hem yapanlar hem de Aleviler gayet iyi bilmektedirler. Bunun arkasındaki mantık Türk-İslam devletinin onlardan talep ettiği şeydir. Yani tahmin edileceği gibi devlet onlardan inadı bırakıp Müslümanlaşmalarını istemektedir. Sinsi bir saldırı biçimi olarak onlara ne yapmaları gerektiğine işaret eden bir tehdittir çarpı atmak. Bu tehdittin işleyişi o kadar etkilidir ki fotoğraftaki kadının yüzü bunun sahnesidir adeta. Burada, bir yandan daha önceki dehşet sahneleri hatırlatılarak tehdit edilirken öte yandan asıl olarak potansiyel bir saldırıyı işaret edip aynı zamanda onları koruyacak olan devletin olmadığı algısı da iletilmektedir. Anlamı “ya Müslüman olursunuz ya da ölürsünüz!” mesajıdır. Bu ise tüm Müslüman olmayanların türlü metotlarla Müslüman olmaya zorlama halidir. Bu zorlama biçiminde olaylar münferitmiş gibi sergilenerek, esasında ise sistematik bir uygulama olarak gündelik hayatın içine derinlemesine gömülerek yapısal bir düzeyde işletilen bir stratejidir. Hayatın her anında ve alanında bir kıskaca alma, gündelik toplumsal yaşamı sadece Müslümanları baz alarak düzenleyerek ve Müslüman olmayanların baskılanmasını esas alan yapısal bir biçimlenme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu, “bütün dünyayı Müslüman yapma!” göreviyle çakışan bir durumdur. Yapısal olarak biçimlendirilen bu zorlama halinden her Müslüman birey görevlendirilirken, karşılığında ise pek aşina olduğumuz ödül olan cennet vaadedilmektedir. Böylece bir Alevi’yi öldürdüklerinde cennete gideceklerine inandırılan insanlar, cinayet işlemeye her zaman gönüllü olarak bir konumda hazır bekletilmektedirler. Tam da bu yüzden Alevilerin bilinçaltında Devlete ve birlikte yaşadıkları Sünni komşularına güvenmemenin ötesinde, bizzat onlardan korkma gibi damıtılmış derin bir bellek vardır. Bu bellek hem Alevilerin korkularını hem de Müslümanların görevini hatırlatmak için sürekli olarak beslenmekte, canlı tutulmaktadır.
Tam da bu nedenle İslami semboller, özel günler adeta zorla her kesin gözüne hayatına sokulmaktadır. Örneğin Ramazan ayı bu ülkede Müslüman olan ve özellikle olmayanlara dayatılma biçimi tam da bu amaca hizmet etmektedir. Gündelik hayatı, bir ay boyunca buna göre düzenleyerek, bir dizi söylem, pratik ve ritüelle yoğunlaştırarak önemli birtakım mesajlar iletilmektedir. Buna karşın öteki inançların önemli günlerini görmezden gelerek “sen ötekisin bizden değilsin”, “eşit değilsin”, “önemli değilsin” anlamına gelen ve aynı zamanda da “burası Müslümanların yeri!” anlamına gelen bir dizi söylem üretilmektedir. Bu anlam üzerinden Ramazanlarda herkesin hayatı işgal edilir.
Bu süreç, ibadetten öte yoğunlaştırılmış ideolojik bir propagandanın yapılandırıldığı bir zaman dilimidir artık. Bu yoğunlaştırılmış ideolojik zaman içinde insanlar, daha yoğun baskılamaya maruz bırakılır. Bu sadece Müslüman olmayanlar açısından değil, Müslüman olanlara karşı da belli bir ideolojik İslami forma zorlama biçimidir. Dolayısıyla İslam’ın da tüm ibadet formları ve alanları da bu ideolojik form tarafından ele geçirilmiş olarak; kendi iktidar alanları için insanı insana, inancı inanca kırdırmanın alt yapısı olarak kullanılmaya elverişli hale getirilir. Hatırlayalım bu ülkede çok sayıda “oruç tutmadın” cinayeti var. Hiçbir Müslüman, Müslüman olmayan ülkelerde tahrik olmazken, neden Müslüman ülkelerde cinayet işleyecek kadar öfkelenebiliyor? Diye düşünmek lazım. Çünkü burada onu destekleyen bir algının denetimindeki devlet ve toplum olduğunu biliyor. Dolayısıyla da bu cinayetlerin kişisel değil, tam tersine kolektif cinayetler olup, görev yüklenmiş bireyler tarafından işleme konulan dini-politik cinayetlerdir. Temel olarak insanları Müslümanlaştırmaya zorlamak için birer tehdit mesajı olarak kullanılmaktadırlar. Yani bu tutumla, “Oruç tutmaz”, “Müslüman olmazsan” ya ada “Müslüman gibi davranmazsan ölümü hakkediyorsun!” mesajı olarak insanları tehdit etmede kullanılmaktadır.
Çok önemli başka bir saldırı biçimi ise Alevilerin toplu olarak bulundukları alanları dağıtma girişimleridir. Bununla daha çok sindirerek asimilasyona zorlama, mevcut toplu olarak bulundukları yerlerden göç ettirerek kolektif dokusunu, kültürünü, sosyal dayanışmasını ve grup kimliğini kırma hedeflenmektedir. Böylece çok daha hızlı ve kolay eriyip asimile olacakları varsayılmaktadır ki bu doğrudur. Maraş Terro’lara yani Kürt ve Alevi bir bölgeye, Arap ve Sünni bir kitleyi, özellikle de İŞİD artıklarını yerleştirerek, beri yandan da onlara sahip çıkmayacaklarını da göstere göstere sergileyerek, “buralardan gidin ve eriyin!..” anlamına gelen bir mesaj iletilmektedir. Bu aynı zamanda korkunç bir örgüt olan IŞID ile tehdit edilmek anlamına gelmektedir. Malatya, Elâzığ, Maraş, Erzurum, Sivas, Erzincan, Konya esas olarak en eski Alevi merkezleridir. Ve buraların mevcut durumuna bakıldığında bunlar üzerinde özellikle çalışıldığını anlıyoruz. Koçgiri’de Zazalık (4) ve CHP faktörleri etkili kılınmış, son kale Dersim’i de Kürt kimliğinden ayırıp (5), Türkleştirip ılımlı İslam’a bağlamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla şimdi Dersim’e odaklanılmış durumda. Dersim’de barajlar, orman yakmalar, keyfi nedenlerle insan avlama, kutsal mekanları bombalama, zorla cami yaptırma, cem evini denetim altında tutma ile Kürt Alevilerinin bilhassa hedefe alınmış olduklarını, içeriden yoğun bir şekilde insan devşirmeye odaklanıldığını, ocaklar arasında bir hiyerarşi oluşturarak el ele el hakka sisteminin çökertilmeye çalışıldığı (6) bir dönemdeyiz. Bu konuda önemli bir mesafe de alınmış durumdadır.
Alevilere ait bilgiler değiştirilmektedir. Üniversiteli bir ekip Alevilere ait şecere ve benzeri belgeleri halkın elinden çıkarmak için seferber olmuş durumda. Antik olarak da çok değerli olan bu belgeler, esas olarak Alevilik tarihi, Selçuklu ve Osmanlı ilişkileri açısından çok daha önemli belgelerdir. Bu belgeler alınıp ya geri verilmiyor veya kötü tercümelerle değiştiriliyor. Bu işin içinde ne yazık ki akademik etikten uzaklaşmış ırkçı akademisyenler yer almaktadır. Bu ekip aynı zamanda bölgedeki ocaklara sahte şecereler de üreterek İslam’a bağlamaya çalışmaktadır. Bunlarla birlikte Aleviliğin bilgisini, kurumlarını, felsefesini yağmalayacak sahte bilgi üretiminde de bulunulmaktadır. Bir yandan Cem evlerindeki yetersiz dedelere Arap hikayeleri ezberletilerek yeni bir bilgi üretiliyor, öte yandan kendi bilgisi değersiz ve tehlikeli kılınarak yasaklanıyor, dolaşımı engelleniyor. Böylece Yol inancından devşirilen dedeler üzerinden içeriden de aşındırma yapılmaktadır.
Kurumlarına müdahale ediyorlar.(7) Yandaş kurumlar açtıkları gibi (8) var olan alevi kurumlarını el altından yaptıkları ittifaklarla, özellikle CHP ve Kemalizm üzerinden ele geçirerek müdahale önemli bir strateji olarak işletilmektedir. Yurt içi ve dışını kontrol eden özel görevliler bulunmaktadır. Buralarda devletin ve ideolojisinin denetiminde tutulmaktadırlar. Özellikle niteliksiz, kolayca yönlendirebilecek, zaaflı ve dolayısıyla zayıf kişiliklerin burada konumlanmasını el altından sağlıyorlar. Böylece kurumu ve kurum üzerinden Alevileri, Türkçü ve Müslüman bir ideolojinin denetiminde tutabiliyorlar fark ettirmeden. Kurumların içi de boşaltılıyor. Bu kurumlarda Alevilik ile ilgili nitelikli çalışmaların yapılması da engelleniyor. Nitelikli insanların oralara girişleri engelleniyor.
Cem evlerinin elektriklerini ödemeyen devlet, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TURSAB iş birliği ile Alevi dedelerini Hacca götürmeyi (9) neden yapmaktadır? Dedelere maaş ödeme teşebbüsü, Muharremleri iftar adı altında Kuran okutma programları, cemlerde kadınların başını örttürme, haremlik-selamlık oturtma, Diyanet üzerinden Alevi kaynakları müdahale edilerek yeniden yayınlama tamamen Alevi bilgisine, görgüsüne, kültürüne ve ritüeline müdahaledir. Bilgisi anlamkırıma uğratılarak, İslami bir algı, anlayışı ve dili, Aleviliğin içine ve kurumlarına yerleştirmektedir. Anlamı çoklu açılardan Aleviliği asimile etmek, ortadan kaldırmaya son sürat abanmaktır. Bunun için devletin tüm gücü ve kaynakları seferber edilmiş durumdadır.
Bilgisinin içine boca ettikleri İslam’ın, hatta radikal İslam’ın söylemleri ile Aleviliği hızla İslamlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bütün bunlar bütün dünyayı İslamlaştırma görevini üstlenmiş, laik olduğu yalanının arkasına sığınılarak yapılan ciddi bir asimilasyon ve soykırım sürecidir. Tam da bu nedenle Türkiye’de de olduğu gibi hiçbir İslam ülkesi demokratik bir sürece evrilemiyor. Çünkü 7.yy’dan kalma şiddetli bir yayılma politikasının ideolojisi 21.yy.da halen uygulanmaktadır. Bütün bu vahşet ve kargaşanın fay hattı, bu anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm dünyada olduğu gibi İslam’ın yerleşik olduğu Ortadoğu da homojen değildir. Bu algının denetimindeki kişi, grup ve devletler tam da bu algının bir sonucu olarak, içerideki farklı dinsel toplumlara yönelik ciddi ayrımcılık, dışlanma ve şiddet uygulamalarına başvurmakta bir sakınca görmemektedirler. Daha doğrusu bunu kutsal bir edim olarak kabul etmektedirler. Bu zeminde yapısal ayrımcılık veya şovenizm/ırkçılık dediğimiz şey, yani yasalar ne derse desin fiili olarak kişiler ve dolayısıyla da kurumlar bazında bu ayrımcılık, dışlanma ve şiddet devam ettirilmektedir.
Pek çok İslam ülkesi daha seküler yasalar edinseler de bu yasaların işletilmesi de bu yerleşmiş çağdışı yayılma ideolojisi nedeniyle her daim kadük kalmaktadır. İşte bu kadük olma hali, uygulamada devreye giren ve cihatçı bir belleğin denetiminde olan bireyleri otomatik komutla harekete geçirebilmektedir. Hatta bu Müslümanlaştırma görevi bireyde öyle sert bir şekilde yapılandırılmaktadır ki birey her daim şiddetin bir aparatı olarak devreye girecek şekilde pozisyon almaktadır. Sol, Alevi ve insan hakları aktivistlerinin çok sık olarak “insan nasıl böyle bir şey yapar? İnsanlık!” falan gibi sözlerin bu belleğin denetimine girmiş bireyin ve toplumun nezdinde bir karşılığı yoktur. Bu aralıktan bakılınca, İslam adına insan kesme, işkence yapma, kadınları ganimet olarak görüp 21.yy pazarlarda satma, tecavüz, çocuklara cinsel saldırılar ve buna karşı İslam ülkelerinde tek bir ses çıkmama konusunu anlayabiliriz. Çünkü ibadetin içine ısrarla ve sinsice yerleştirilen bu korkunç ideolojik beyin yıkama sürecinden geçen her birey, bunu desteklemekte, desteklemese da onaylamamak için bir pozisyon almamakta, alamamaktadır. Tam da aynı nedenle Türkiye Cumhuriyeti devleti Alevilere bu kadar bariz ve acımasız bir ayrımcılık uygulayabilmektedir. Bu algı ve uygulamalarla, bugün başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünyayı felakete sürükleyen radikal İslam’ın sadrı da devam ettirilmektedir.
Alevi nüfusunun hala bilinmemesinin nedeni de budur. Öncelikle açıklamayarak büyük bir nüfus görünmez kılınıyor. Böylece din de tabi. Bunun başka bir sebebi de sürekli bu vur kaç teknikleriyle bu nüfusu eritmek ve azaltmaktır. Bu arada onlardan topladığı vergileri de Sünni İslam’a tahsis ederek, Alevilere hizmet sunmayı reddederek resmi gaspını da gerçekleştirmiş oluyor.
Toplumda Alevi görünürlüğünü yok etmek başka için şeyler de yapılmaktadır. Örneğin topluma mal olmuş önemli şahsiyetlerin cenazelerini kumpasla, adeta kaçırarak camilerden kaldırılıyor. Neşet Ertaş bunlardan en önemli olanı. Bunu yaparak sadece Aleviliği bu pozitif algıyla görünmesini engellemiyor ya da Alevi değerlerini sadece gasp etmiyor, camiye götürerek Sünni İslam’ın hanesine de kaydediyorlar. Bir taşla birkaç kuş yani. Böylece mevcut şiddet ve nefret ideolojisiyle zehirlenmiş, dolayısıyla hiçbir nitelikli iş ve değer üretemeyen bir konuma sürüklenmiş olan Sünni İslam’ın hanesine kaydederek bu açığı kapatmaya çalışıyor.
Keza yarattığı tehlike atmosferi ile Alevilere ait başarılı işler, başarılı kişilerin de bu kimliklerini kullanmamaya zorlayarak, Alevi inancının insanlığa verdiği katkıları görünmez kılıyor. Örneğin Yunus Emre, Fuzuli, Mevlâna, gibi büyük değerlerinin Alevi kimliklerini itina ile ayırarak, Sünni İslam’ın kuşatmasına alarak, Sünni İslam’ın içinde yeniden kimliklendiriyorlar. Mevlâna felsefesi gibi Alevi inancın en önemli ve değerli felsefesi, sanki Sünni İslam’ınmış gibi ambalajlanarak el konulmaktadır.
Alevi mülk ve vakfiyelerine el konulmuş ve konulmaktadır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması akabinde el konan bu vakıflar hala iade edilmemiştir. Tam tersine çok defa Alevilerin dişinden tırnağından ayırarak inşa ettikleri Cemevlerini yıkmaya, gaspa yeltenilmektedir. En son Izmir İzmir AKD (Alevi Kültür Derneği) ‘ne Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldı. (10) Böyle bir şey, Sünni Müslümanlarla ilgili olarak bırakın camiye, bir Kuran kursuna dahi yapılamazken, kendi emekleriyle açmış oldukları bir Alevi Cemevine yapma cesaretini tam bu “Müslümanlaştırma görevi” üzerinden yapabiliyorlar. Üstelik buradaki kişi laiklik iddiasında olan bir CHP’li belediye.
Bilindiği üzere başta Kemalistler olmak üzere bu devletin kuruluş niteliklerinden birini laiklik olarak belirtirler. Yani dinin toplumsal ilişkilerdeki sınırlı yerine, diğer geniş yelpazenin ise çağdaş hukuk sistemi tarafından ele alınacağına dair bir söylem geliştirilir. Evet kabul etmek gerekir ki son birkaç yıla kadar politik olmayan konularda buna riayet edildi ve elbette toplumdaki asimetrik güçlerin müdahalesine rağmen, yine de bu aralık izlenmeye çalışıldı. Ancak bu, konu azınlık dinler için TC’nin hiçbir devresinde uygulanmadı. Tam tersine Diyanet gibi bir kurum inşa ederek sadece Sünni/Hanefi bir din hakimiyeti sağlandı. Burada Osmanlı’dan tek farkı politik bir güç olarak dinin alanının da sınırlandırıldığı fetva gücüne yapılan müdahaledir. Yani Şeyh-ül-İslam makamının lağvıdır. Bu esas olarak yeni inşa edilen iktidarın bekası için gerekliydi. Onun dışında dini azınlıklar sürekli ve sistematik olarak ayrımcılığa maruz kaldı. Bu süreçte CHP’nin rolü seküler “iyi polisi” oynamak olarak belirmektedir.
Türkiye’nin dini azınlıkların elindeki sermaye el koyma, onları güçsüz bırakma, göçe zorlama girişimleri başta Varlık vergisi ve 6-7 Eylül olayları olmak üzere sistemli taciz ve saldırılar sürekli ve istikrarlı bir biçimde devam ettirilmiştir. Gökçeada başta olmak üzere, hilelerle Rum vatandaşların mallarına el konulması, oradaki yerel yönetimin anlaşma gereği Rumlarda olması gerekirken, fiili tacizlerle engellenmesi başta olmak üzere bir dizi taciz ve ihlal hala devam etmektedir dünyanın gözü önünde. Bu, bir devlet politikasıdır. Tam da bu sebeple bu ülkenin cumhurbaşkanının 80 milyon insanın önünde “Bana Gürcü, affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyenler oldu” (11) gibi başlı başına bir nefret suçu olan bir cümle kurabiliyor.
Bireysel mal mülklerin haricinde, vakıf-okul mallarına el koyma girişimleri hiç bitmedi. Patriklik seçimlerine müdahale, mezarların yağmalanması, yaşlı Ermeni Rum vatandaşların saldırıya uğraması devam ediyor. Süryaniler’in vakıflarına el koyma girişiminin üzerindeki buhar daha tütüyor. Binlerce yıllık kadim bir halk olan Süryanilerin sonradan gelenlerce mallarına el konması en açığından bir gasptır. Ezidilerin ferman sayısı 73’e çıkmış durumda. Yani bizzat Müslümanlarca 73 kez soykırım uygulandı.
Türkiye’de periyodik olarak Alevi saldırı, katliam ve tacizleri bu çerçevede okununca gerçek anlaşılabilir. Süreklileştirilen bu politikalar, Türk ve İslam sentezli bir ideolojinin günümüzde Alevilere yönelik saldırı biçimidir. İslam ülkelerinde bir türlü dikiş tutmayan huzur ve istikrarın, demokrasi ve insan hakları hukukunun altındaki sebep de yine budur. Buna göre “tüm Dünya İslam oluncaya kadar, her Müslüman savaşmalı”, “İslam’ın dışında sadece kitaplı dinlere tahammül edilir” diğerleri ise “ya Müslüman olur ya da ölür” algısıdır. Bu algı İslam ülkelerinin resmî ideolojisi olarak, demokrasi ve insan hakları konusundaki en önemli engelidir ve aslında diğer dinlerden çok kendi inananlarının hayatını cehenneme taşıyan bir lanettir. Şiddet üretip ve dolayısıyla da şiddet tüketen Orta Çağın karanlığına mahkûm eden bir veba. Bu bakış açısı değiştirilmediği sürece kaçınılmaz son şiddet sarmalıdır. Bu bakış açısındaki bir devlet ve toplum Alevi katliamlarının esas sorumlusudur. Kırmızı çarpılar ise bu anlayışın etkili bir stratejisidir. Hedef ise Alevileri Müslümanlaştırmak…
Dipnotlar/Açıklamalar
nuce&id= 77008” ve “Kürtlerin Dersim’deki izleri siliniyor, http://www.yeniozgurpolitika.org/index/ek/wene/firstpage/index.php?rupel=nuce&id=77074”