Kürt sinema tarihi, 1926 yılında çekilen “Zerê” filmi olarak kabul edilse de kurumsal olarak ortaya çıkışı 1990lı yıllar sonrasına denk geliyor. 1990 ile 2000 yılları arasında başlayan sinema yolculuğu bu yıllarda başta Kuzey Kürdistan ve Rojhilat Kürdistan’ı olmak üzere yavaş yavaş kurumsallaşarak, uluslararasılaşmaya başladı.
Bahman Qhobadi, Hiner Salem, Kazım Öz gibi yönetmenlerin öne çıktığı bu yıllarda, kendisine bir kimlik bulma yolunda ilerliyor, etrafında yeni yeni gençler topluyor. Artık bu yıllardan sonra uluslararası festivallerde ödüller toplayan Kürt gençlerinin filmlerini görüyoruz. Uluslararası film festivallerinin yanı sıra Kürt film haftalarıyla birlikte iç pazar da yavaş yavaş gelişiyor. 2000’li yılların başında birkaç film ya da yönetmenle sınırlı olan Kürt sineması zamanla; uzun, belgesel ve kısa olmak üzere her yıl çok sayıda film, piyasaya çıkmaya başladı. Gelinen noktada, sayısı yüzleri bulan film ile artık Kürt sinema pazarından bahsedebiliriz.
Geçen yıl, Kürt sinemasını temsilen çok sayıda film çekildi. Türkiye ve Kürdistan’daki baskılara rağmen bu filmler sayısı anımsanmayacak düzeyde izleyiciyle buluştu. 1982 yılında Diyarbakır zindanın anlatan “14 Temmuz”, “Zer”, Yılmaz Güney’in hayatını anlatan “Çirkin Kral Efsanesi” ve Rojava direnişini konu olan “Bihuşta Min” ile bir Kürt ailesinin içerisindeki gelenekleri ve namus ilişkilerini işleyen “Zagros” isimli filmler öne çıkan eserler oldu.
14 Temmuz önemli bir film
2017 yılının en önemli Kürt filmi, 1982 yılında Diyarbakır Zindanındaki vahşeti konu alan PKK tutsaklarının direnişini konu alan “14 Temmuz” filmi oldu. Hem Amed’de çekilmesi, hem de yönetmeninden tutalım, oyuncularına ve filmin ekibinin tamamen Kürt olması açısında önemli bir eser olarak geçtiğimiz yıl öne çıkan bir yapıt oldu. Kürt sinema tarihinde önemli bir film olan “14 Temmuz”un yönetmeni de Haşim Aydemir’in imzası bulunuyor.
Filmin 1982 yılında PKK’li tutsakların başlattığı ölüm orucu etrafında şekilleniyor. İşkence sahnelerinin net bir şekilde yansıtıldığı film Kürt sinema tarihinde en büyük bütçeli filmler arasında yer alıyor. Özellikle 1980 yıllardaki cezaevinin platosunun yapılması, döneme ait yüzlerce kostümün kullanılması olanaksız bir avuç Kürt sinemacısı için hem zor hem de zahmetli bir iş. Ancak bütün bunlara rağmen filmde senaryoda bazı eksikliklere rağmen oldukça başarılı bir film yapılmış.
14 Temmuz’da tıpkı “Zer” filmi gibi baskı ve sansüre uğrayanlardan. Avrupa’nın bir çok ülkesinde gösterilen film, Kürdistan gösterimleri de daha gerçekleşemedi.
Zer, dokunaklı bir film
2017 yılında Türk devletinin sansür ve baskılarından en çok etkilenen filmlerin başında ise yönetmen Kazım Öz’ün filmi “Zer” oldu. Kürdistan’da kayyumlarla Kürt kültür merkezleri ve sinema derneklerini kapatan devlet, birçok yerde “Zer” filminin gösterimini yasakladı. Ancak bütün bu yasak ve baskılara rağmen film, başta Kürdistan ve Türkiye olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde gösterilerek, azımsanmayacak bir seyirci sayısına ulaştı.
Yönetmen Kazım Öz, “Fotoğraf” ,“Bahoz”, “Dur” ve “Ax” gibi sert ve hırçın filmlerin aksine daha yumuşak ve dokunaklı bir film olan “Zer” ile Kürtlerin kanayan yarası Dersim katliamını beyaz perdeye aktarıyor. Bir çok yönetmenin konu hakkında şimdiye kadar bir çok belgesel çekmesine rağmen ilk defa bir sinema filmine konu olması bakımında önemli.
Amerika’da başlayan “Zer”in hikayesi, Dersim’e uzanıyor. Katliamdan sonraki sürecinde Türkiye’nin batı illerine zorla gönderilen Dersimli çocukların hikayesi olan film, kendi köklerine doğru ilerleyen bir kuşağın kimlik arayışı anlatıyor.
Gerek hikaye, kurgusu ve kamera çekimleri açısında da film sinemasal olarak oldukça başarılı.
Çirkin Kral Efsanesi
Geçen senenin en önemli belgesellerinden biri de kuşkusuz “Çirkin Kral Efsanesi-Yılmaz Güney” eseri oldu. Senaryosunu ve yapımcılığını Mehmet Aktaş’ın yaptığı belgeselin yönetmen koltuğunda Hüseyin Tabak oturuyor. Belgeselde, dünya sinemasının ustaları Michael Haneke, Costa-Gavras gibi isimlerinin Yılmaz Güney’e ilişkin görüş ve anılarına yer veriliyor. 100 dakikalık belgeselde, Adana’dan başlayan Yılmaz Güney’in hikayesi bütün detaylarıyla ele alınıyor.
Yıllardır Türk medyasının Yılmaz Güney hakkında manipülasyon ve dezenformasyonlarını da boşa çıkartan yapım, objektif ve tarafsız bilgilerle sanatçının gerçek kimliğini sinema seyircilerine aktarıyor.
Kürt sinemasındaki diğer filmlere kıyaslandığında oldukça büyük bir bütçeye sahip olan belgesel, Yılmaz Güney kimliğine ilişkin verdiği bilginin yanı sıra sanatsal olarak da oldukça önemli bir eser. Senaryo, kurgu, kamera çekimleri ve en önemlisi de sanatçının zengin arşivinin de kullanılması belgesele güzel bir estetik katmış.
2017 yılında galası yapılan film, başta Toronto Uluslararası Film Festivali olmak üzere bir çok festivalde gösterilerek, çeşitli ödüllere layık görüldü. Film, 2018 yılının Nisan ayından itibaren de Almanya ve Avrupa’da vizyona olacak.
Sahim Omar’ın ilk uzun metrajlı filmi
Sahim Omar, şimdiye kadar çektiği kısa filmler ile bir çok başarıya imza atan bir yönetmen. “Zagros”, yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Kürtler arası gelenek, töre ve namus ilişkilerini işleyen film, güçlü bir hikayeye sahip olmasına rağmen senaryodaki eksiklikler, filmin etkisine gölge düşürüyor. Kürdistan’ın bir köyünde klasik bir ailesinin içerisindeki namus ve geleneklere odaklanan film, Belçika’da bir kadının öldürülüşüyle son buluyor. Aslında psikolojik yönü olan filmde, bir Kürt babanın Kürt derneğinde gelinini öldürme sahnesi Kürt kadın hareketinin tepkisini çekmişti. Konuya ilişkin yönetmen, ‘’Böyle bir niyetim yoktu” açıklamasına rağmen bu sahne filmde bir gölge gibi duruyor. Ancak bütün bunlara rağmen film başta Belçika ve Asya’da birçok festivalde büyük beğeni toplayarak, ödüller alması filmin beğenildiğini gösteriyor.
Bihuşta Min-Cennetim
Almanya’da yaşayan Rojavalı yönetmen Ekrem Heydo da uzun zamandır üzerinde çalıştığı “Bihuşta Min-Cennetim” isimli belgeseli 2017 yılında piyasaya çıktı. Film, Rojava’nın Serê Kaniyê kentinde yaşayan halkların birlikte yaşam felsefesi üzerine duruyor. Uzun yıllar birlikte yaşayan Kürt, Ermeni, Çerkez ve Arapların ilişkilerine odaklanıyor. Ermeni Ara’nın mallarına el koyan gruplara karşı YPG’nin verdiği direnişte anlatıldığı belgeselde, bu cennetin tekrardan kurulduğuna işaret ediyor. Yönetmen filminde cenneti yıkmaya gelenler ile ve bunu savunanlar arasındaki mücadeleyi anlatıyor. Film hala uluslararası festivallerinde gösteriliyor.
Güneşin Kızları’nin çekimleri tamamlandı
Fransız yönetmen Eva Husson‘un yönetmen koltuğunda oturduğu Girls of the Sun (Güneş’in Kızları) filminin çekimleri tamamlandı. Başrolünde Paterson’dan tanıdığımız Golshifteh Farahani’nin yer aldığı, DAİŞ’e karşı savaşan Êzîdî kadınları konu alan Girls of the Sun filminden ilk kare yayınlandı. İranlı aktris Golshifteh Farahani’nin, “Güneşin Kızları” adlı bir Kürt kadın taburunun başkomutanı Bahar’ı canlandırdığı film; radikal aşırılık yanlısı kişiler tarafından ele geçirilen ailelerini ve istila edilen kasabalarını geri almaya çalışan Kürt kadınların mücadelesini ekrana taşıyor. Mon Roi filmindeki rolüyle Cannes Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ödülüyle dönen Emmanuelle Bercot ise Mathilde isimli bir gazeteciyi canlandırıyor. Film post prodüksiyon aşamasında.
Kürt sinemasının Süpermen’i
Ankara Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazanan 'Genco', Kürt bir süper kahramanın maceralarını anlatıyor. Ali Kemal Çınar’ın imzasını taşıyan film Kürt sineması için de cesur bir dil.
Kürt sinemasına ‘ilk süper kahraman filmi’ olarak not düşülecek belki ama derdi bunlardan daha fazlası. Ali Kemal Çınar, ‘sınırlı süper güçleri’ olan bir karakter olarak insanlığa yardım etmenin yollarını ararken, güçleri yanlış zamanlama sonucunda başka birine geçiyor. Bir yandan, Ali Kemal’in güçlerini geri almak için yürüttüğü mücadelenin komedi ile bezeli izlerini takip ederken, alttan alta gücün gerekip gerekmediği ve aslında sınıfsallığıyla ilgili durumlara da şahit oluyoruz. Nihayetinde 30’larını geride bırakmış ve Amed’de vegan kafe açma hayalleri kuran bir apartman sakini olarak Ali Kemal’in gücün kendisinden daha da ‘alt sınıfta’ olan birisinde olmasını kabullenememesinde yatıyor. İnsanın sınırlı da olsa ‘güç’ ile kurduğu ilişkinin, ona sahip olmanın vereceği güvenin bu garip ironisi filmin alt metninde sapa sağlam duruyor.
Rojda 'Hayallerin Ötesi'nde
Yeni kuşak Kürt sinemasının öne çıkan isimlerinden biri de Rojda Şekersöz. Geçen yıl Göteborg Film Festivali'nde en iyi Nordik Film Ödülü’ne ‘Dröm Vidare’ (Hayallerin Ötesi) filmiyle Şekeröz layık görüldü.
İlk filmini 16 yaşında çeken Şekersöz, İsveç’in önemli sinema okulu Dramaten Enstitüsü’ne giren en genç kişi olmayı da başarmış. 3 kısa film daha yöneten Şekersöz’ün oyuncu olarak rol aldığı bir filmi daha var. Norveç’in batısında yer alan Haugesund kentindeki uluslararası film festivalinde FIPRESCI'den ödülle döndü.
Çekimleri Stockholm ve İsveç’in en kuzeyinde yer alan Luleå kentinde yapılan Hayallerin Ötesi, filmi varoşlarda yaşayan ve dışlanan genç göçmen kadınların sorunlarını ve karşı karşıya kaldıkları güçlükleri beyaz perdeye yansıtıyor. Gençlere hayallerini gerçekleştirmeleri ve sorunları aşmaları için direnmeleri ve mücadele etmeleri gerektiği mesajını veriyor. Film, cezaevinden çıktıktan sonra yeni bir yaşam kurma mücadelesini veren Mirja adındaki genç bir kadının beklentilerini, hayallerini, kriminaliteden kurtulmak ve yeni bir yaşam kurmak için verdiği mücadelenin etrafında kurgulanmış.
Dünya sineması artık Kürtçe
8 bini aşkın filmi Kürt sinemaseverlerle buluşturan Kürtçe film izleme sitesi awirek.com geçen yıl yayın hayatına başladı. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan sitede dünya sinemasının klasikleri ile yakın dönemde çekilmiş filmler Kürtçe alt yazıyla seyrediliyor. Tümüyle Kürtçe olan sitenin yöneticilerinden Ferhat Baysal ile Ardin Diren, Kürtçe sinema dilinin oluşumuna katkı sunmak ve ve dünya sinemasını izleyiciye Kürtçe ulaştırmak için bu çalışmayı başlattıklarını belirttiler.
Gülistan
Genç yönetmeni Zaynê Akyol ise yeni belgeselinde yolunu dağlara düşürmüş... Kendisini yetiştiren “abla”sının, Gülistan’ın izini sürüyor dağlarda; bir anlamda da kendi yaşam çizgisini... 50 dolayında festivalde gösterilen ve birçok ödül alan “Gülistan” filmini Akyol, ilk başta sadece Gülistan adlı bir gerillanın hayatını anlatmak ister. Fakat dağdaki çekim ve görüşmeler sırasında, karşılaştığı her kadın gerillayı Gülistan’a benzettiğini belirten Akyol, 'Herkesin bir Gülistan olduğunu fark ettim. Ondan sonra projeyi daha da genişlettik'' diyor.
Ailesi, Zaynê Akyol 3 yaşındayken 1991 yılında Kanada’ya yerleşir. Montréal kentinde yaşar. Akyol, Québec Üniversitesi’nde eğitim görür. 2009’daki ‘Radio Canada International Juri Ödülü’nü, ‘İsminaz’ isimli kısa filmiyle alır. Bir sene sonra da diğer kısa filmi ‘İki Bulut Arasında’ ile Vidéastes Recherché-es Festivali’nde jüri ve halk ödülünü aldı. Aynı film, Les Rendez-vous du cinéma québécois’ yarışmasında da en iyi öğrenci filmi seçildi.