Kürtleri çökertme ve teslim almak üzere yürürlükte olan plan, Erdoğan’ın masayı devirmesinden 6 ay önce yürürlüğe giriyor ve hızı ivmelenerek sürüyordu.
Günümüzde, Olağanüstü halin gölgesinde insan kırımı…
Öte yandan, önü, ardı kesilmeyen tutuklamalar, köy ile şehirlerin yıkımı, katillerin, yıkımcılar, tecavüzcü ve hırsızların ise dokunulmazlığı…
Kısacası Kürde vurma özgürlüğü…
Kürdistan esir. Kürt halkı, örs üstünde darbeleniyor.
Hapishaneler dolu. Üç kişiye bir yatak düşüyor.
Katledilenler, “silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirilen terörist" olarak açıklanıyor.
Onbaşı ve çavuşların ağzından çıkan, kesin hüküm olarak mahkeme kararı yerine geçiyor.
Geçen hafta Bitlis’in ve Şırnak’ın toprakları ambargo altına alındı. İnsan ve hayvanlar açlık, sussuzluk cezasına mahkumdu.
Bu kaçıncısı bilemem, önceki gün Amed kırlarının insanları ev hapsindeydi.
Kürtler ateş altında, uçan kuşa bile, insanlık beklentisiyle arzı hal edip “hewar" ediyordu.
Ama, her Kürdün derdi kendinceydi. Kimi kardeşe, yare, anne, baba kucağına, kimileri özgürlüğe hasretti. Kimileri bir yudum suya, bir lokma ekmeğe…
İşkence görenlerin ise acısı, sızısı dayanılmazdı.
Kürtlerin oylarıyla seçilenlerin derdi de kendilerinceydi.
Terör devleti ise birbirine düşenler sayesinde, Kürdistan sivil siyasetinin tek kaşıklık suda, entrikalar patlatıyor, “Türk solunun hastalığı yeniden depreşti ve birbirine düştüler" kahkahaları atıyorlardı.
Oysa sivil siyasetin kulvarı ayrıydı. Özü etkilemiyordu. Şimdi tartışma konusu olan unsur da, HDP kurulurken hale, yola konulmuş, kaideye bağlanmıştı.
Parti, iki başkan tarafından yönlendiriliyordu. Adına eşbaşkanlık deniyordu. Biri Kürt, biri de Türk…
Parti yönetiminde bütün ırklar, din, mezhepler temsilciye sahipti. Parlamento ve belediyelerde seçilmişlerdi.
Kürtler partinin ana gövdesini oluşturuyordu. Bu nedenle ağırlık onlardaydı.
Bu arada Türkler, Kürt başkanının yanında eşbaşkan olarak parti başkanlığında da temsil ediliyorlardı. Bir bakıma bu, onları onore etme, yüceltmeydi.
Koltuğun herhangi bir nedenle boşalması halinde, nasıl doldurulacağı da yönetsel gelenek, yoruma muhtaç değil, açıktı.
Nitekim, Figen Yüksekdağ mahkum edilince, yerine aday gösterilen Serpil Kemalbay’a kimse itiraz etmedi, Kürtlerden rakip de çıkmadı.
Yeri gelmişken, bu sistemin mucidi Kürtler de değildir. Eşitliği sağlama adına pek çok alan uygulanıyor. 1962 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) yönetimi, kol işçileri ile aydınlar arasında bölüşülüyordu. Ayrıca TİP’te Kürtlerin, adı konmamış bir kotası vardı.
Bir bakıma HDP, bu yoldan giderek temsil ve yönetsel renkliliğini koruyordu.
Bilindiği gibi Selahattin Demirtaş, bir seneyi aşkın zamanda beri tutuklu. Ne zaman yargıç önüne çıkarılacağı, ne olacağı ve hatta neyle suçlandığı bile belli değildir.
Demirtaş, geçenlerde yaklaşan kongre nedeniyle, hakkında ne düşünüldüğünün kendisine bildirilmesini istemişti. Cevap, “inadına yola devam" şeklindeydi.
Ancak Demirtaş hemen ardından, kamu oyunu “iknaya çalışan" bir mektupla, adaylıktan çekildiğini deklere ediyordu. Ne oldu, olayın temelindeki gerçek nedir bilmiyoruz, ama boşluk üzerine, medyada aday isimler dolaşıma giriyordu. Bu Kürt siyasetinde bir ilkti. İlk defa lider adayı medyada dolaşıma çıkıyor, düzen partilerinde olduğu gibi, bir kaç isim yarış pistinin başında yer alıyordu. Şırnak eski Milletvekili Hasip Kaplan da HDP’nin resmi bir açıklamayla kınadığı sözler sarfediyordu. Üstelik eski bir vekil olarak HDP organlarında değil, kendi üslubu sosyal medya üzerinde sergiliyordu. Adaylar arasında adı geçtiği iddia edilen milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ile Ayhan Bilgen de buna sert çıkıyor, ırkçılık ile itham ediyordu. Ne olursa olsun rejim medyası için, olay bulunmaz malzemeydi, bu hal. Türk solu, geçmişte de bu gibi çıkışlarla malzeme olmuştu. Rejim medyası da, sövgü ve suçlamaları “birbirine düştüler" diye köpürtmüştü. TİP’i, elbirliği ve güçbirliği ederek, böyle itibarsızlaştırıp gözden düşürdüler. “Revizyonist" diye diye…
Çetin Altan’a düşmanlığı, hala çocukları ve torunlarına karşı mugalata ile sürdürüyorlar.
Ne olursa olsun, Kürt hareketi bu soy olaylarla etkilenecek değil, ama sahne olmayı hak etmiyor. Bunca mesele varken olmadı, olmuyor.
Ahmet Kahraman / Politika