Yazıyı pazartesi günü trenden yazıyorum. Geçirdiğim kalp krizi ve anjiyodan sonra kontrole gitmem gerekiyordu, bana söylenenden 10 gün önceye verdiler randevuyu, yani yarın eforlu teste gireceğim, ya açılmayan damara gevşediyse bir stand takılacak ya da by-pass olacağım. O yüzden yazı çıktığında hastanede olabilirim, erken yazmamın nedeni bu. Yazılara ara vermeyeceğim ama belki bisüre ARTI TV'de USTURA programına ara verebilirim. Şimdiden özür dilerim izleyicilerden.
Kaç gündür Türkiye HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın sonraki kongre için aldığı kararı konuşuyor. Esasında tartışmalar bu karar açıklanmadan önce başlamıştı. En azından bizim evde konuşuldu, eşim Hilal, başkanın aday olmayacağı bir kararın çok ağır olacağını söylemiş, ben de karşı çıkmıştım kendisine. Sanırım bu tartışmalarda duyguyla siyaset çarpışacak.
Selahattin Demirtaş eş başkanlığa aday olmayacağına dair mektubu gönderince elimden geldiğince hemen hemen bütün yazıları okudum. Derdim yazan arkadaşlarıma yanıt vermek değil, ben de kendi görüşlerimi yazacağım ama bir şansım gazetede yazımın Çarşamba günü çıkacak olması, yani onların benden önce yazmış olmaları.
Herkesin ortak görüşü, bu kararın tabana doğru bir şekilde anlatılması ve yapılabilinirse Demirtaş'ın ikna edilmesi. Ama en çok yazılan, ancak tam olarak da söylenmeyen Selahattin Demirtaş'ın bir anlamda kırgın olduğu, gerekçe de tutuklandığında fazla ses çıkartılmaması.
Öncelikle şunu söyleyeyim, sanırım bizim içimizde hâlâ biraz maçoluk yada maskülinist yan var. Bunu söylerken kendimi dışında tutmuyorum, çünkü kendimi de bu konuda yakalıyorum. Bunu neden söylüyorum, bu parti tutuklamalar için dışarıda çok ama çok büyük eylemler yapacaksa 1970'lerin ortasından beri bu savaşın içinde olan, hâlâ vücudunda 12 Eylül Diyarbakır zindanlarının işkence izlerini taşıyan Gültan Kışanak için de yapılmalı, 1980'lerin ortasından beri yaşamını bu mücadeleye adayan Sebahat Tuncel için yapılmalı, daha sıralayım mı, gereği var mı bilmiyorum, sanmıyorum. Şimdi o arkadaşlarımız da kırgın mı acaba, tanıdığım kadarıyla böyle bişeyi 2 saniye bile düşündüklerine ihtimal vermiyorum.
Bırakın bu 2 yoldaşımızı, bu partinin diğer eş genel başkanı Figen Yüksekdağ da tutuklandı ve partiyle ilişkisi oligarşi tarafından kopartıldı. Figen başkanın yerine başka bir arkadaşımızı seçmedik mi, o zaman neden kıyamet kopartmadık, sembolik olarak bıraksaydık, fena mı olurdu.
Bir partinin tabanı genel başkan değişiyor diye çatırdamaz, çatırdamamalı, bence bilhassa Kürt hareketi bu konuda çok da deneyimli, gidin Diyarbakır HDP il başkanlığına, her merhaba dediğiniz başkanlık yapmıştır, tutuklanmaktan kimse uzun süre kalamamıştır zaten ama bundan dolayı parti yılabilir mi, bütün tartışma bunun üzerine yapılır mı?
Ben dahil çoğu arkadaşlar, bilhassa benim yaş grubum derneklerden gelen insanlarız. Bunun örneğini 90'lı yıllarda ÖDP kurulurken söylemiştim, "Dernekçilikten kurtulup partileşmezsek eğer, bütün çabamız boşuna olur" diye... Haklıyım yada haksızım, bunun tartışmasını yapmıyorum ama HDP mecliste vekilleri olan siyasi bir partidir ve kararlarını ona göre almalıdır. Daha geçen hafta 5 milletvekili arkadaşımıza verilen cezaları biliyoruz ve bunların neden verildiği gün gibi açık. İdris Baluken'e neden o kadar ceza verdiler sizce, Osman Baydemir gözaltına alındığında ne demek istediler acaba. Daha da önemlisi, aday yapmayı düşündüğümüz arkadaşlarımızın kongreden 1 hafta önce tutuklanmayacağının garantisini kim verebilir?
Vekilliği düşürülen arkadaşlarımızı nereye koyacağız, hepsini bırakın, bodrumlarda yakılan kardeşlerimizi mi tartışalım? Biraz gelinen noktaya baksak, Suriye, Irak ve son olarak İran'da çıkan olaylar ve Türkiye'nin sınırda Kürdistan paniği ve Erdoğan'ın savaş açmaya çabalaması ama izin verilmemesi. Geldiğimiz noktaya bir bakalım arkadaşlar, tartışacak o kadar çok konumuz var ki ve günler bizim için o kadar bol değil, zamanı satın alacağımız dönemden geçiyoruz.
Bizler, babalarımızdan, annelerimizden, abi ve ablalarımızdan aldığımız gücü yükselterek Türkiye'de barış masasını kurduk, mecliste 3. parti olduk, gözyaşlarımızı gülücüklere çevirerek insanlara derdimizi anlatmaya çalıştık, dünyaya haklılığımızı kanıtladık ama şimdi tartıştığımız konuya bakın.
Bence HDP komünist partilerdeki genel sekreterlik sistemini çok kuvvetli bir şekilde kurmalı, öyle bir sistem yapılmalı ki, kim tutuklanırsa tutuklansın, parti hiç etkilenmemeli. Böyle durumda Selahattin Demirtaş ve diğer tutuklu arkadaşlardan birisi eş başkan olabilir ama partinin kuvvetli 2 de eş genel sekreteri olur. Böyle durumda teknik işler de aksamamış olur, bizler de bunca ölen büyüklerimiz ve gençlerimizin üzerine kurduğumuz bu barış yolunda kırılganlıkları değil, yeni kurulacak barış masasını konuşuruz. İşimiz çok daha, çok...
Bütün bunları neden yazdım, partide çalışmalarına devam edeceğini açıklayan bir eş genel başkanımız üzerinden, sanki "Ben artık yokum" demiş gibi, gerekliliğini tartışıyoruz da ondan. Teknik arkadaşlar teknik, anında almanız gereken kararları ya başkansız alacaksınız yada başkana ulaşmayı, oligarşinin ve faşizmin izin vermesini bekleyeceksiniz. Başkansız aldığınız karara sevgili Demirtaş'ın ufak yada büyük muhalefeti varsa ne olacak, bunun hesabını kim verecek. Parti disiplin istediği için sonra da açıklama yapılmaz, "Ben dememiştim"i kaldırmaz parti, yukarıda dediğim gibi dernek değiliz biz. Bu arada dernekleri küçümsediğimi sanmayın ama daha rahat hareket edebiliriz derneklerde, ancak meclisteki 3. parti bunu yapamaz, hele hedefi iktidarsa asla...
Dediğim gibi, benim önerim Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak eş genel başkan olsunlar, 2 de çok kuvvetli (yetki anlamında kuvvetli) eş genel sekreter seçildi mi, bu tartışmayı noktalarız sanırım.
artigercek