Bütün toplumlar, imkanlarının elverdiği ölçüde farklı örgütlenme araçlarıyla, hem kendi içinde bir dayanışma geliştirmeyi, hem de gelebilecek dışsal tehditlere karşı kendisini savunmaya çalışır. Bu örgütlenmeler kendisini dışa anlatma ve sorunları çözmenin de önemli araçları olurlar.
2017 yılının aralık ayında Maraş katliamının 39. yılı anmalarının hemen akabinde Alevi örgütleri arasında karşılıklı yapılan açıklamalarla gittikçe sertleşen önemli tartışmalar yaşanıyor. Elbette Alevi kurumları arasındaki tartışmalar yeni değil, son da olmayacaktır.
Geçmişte ağırlıklı olarak daha çok CEM Vakfı çevresi ile şimdiki Alevi Bektaşi Federasyonu ( ABF ) çevresi arasında birbirini düşkünlükle suçlayacak kadar sert tartışmalar yaşanmıştı. Hatta bu tartışmaların bir kısmı ana akım medyanın ekranlarında milyonların gözü önünde yaşanmıştı. Sanırım CNN ekranlarında CEM Vakfı Başkanı İzzettin Doğan ile PSAKD Başkanı Kazım Genç arasında geçen “Aleviler, İslam içi mi? İslam dışı mı?” tartışmasını hatırlarız.
ABF çevresi, CEM Vakfı ile başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın devletle, iktidarla ve cemaatlerle anlaşıp Alevileri asimile etmeye çalıştığı yönünde açıklamalar yapmış, hatta daha da ileri giderek düşkün ilan etmişlerdi.
CEM Vakfı çevresi ise ABF çevresinin yaptığı birçok eylemi, mitingi terörizme ve bölücülüğe hizmet etmekle itham ederek, bu örgütlerin aslında Alevileri kullandığını, bunların Alevi olmadığını, dolayısıyla onlar adına konuşamayacaklarını açıkça ifade ediyorlardı
Burada örnek vereceğimiz bu tartışmalara ilişkin çok fazla şey var ancak meseleyi dağıtmadan meselenin özüne ilişkin çok kısa bir hatırlatma yapmak istedim sadece. Yoksa kim siyaset yapıyor, kim kimin arka bahçesi, kim kimden maddi çıkar sağladı, cami cemevi projesi, İslam içi-islam dışı, kim Alevi-kim değil, kim sağcı-kim solcu, kim iktidarla kolkola-kim karşısında? Tartışmalarına uzun uzun girmeyeceğiz.
Devletin ve hükümetlerin bu tartışmaları çok iyi izlediğini ve hatta zaman zaman ihtiyaç duyduğunda körükleyip yönlendirmeye çalıştığını da benim gibi azıcıkta olsa kafa yoranlar ile bu örgütlerin yöneticileri bilmiyor değil.
Gel zaman git zaman hükümet bin bir türlü gerekçeyle Alevilere ihtiyaç duydu. 2009 da başlayan Alevi çalıştayları yaptı. AKP hükümetinin yaklaşımı çok netti. Birbiriyle hiçbir şekilde uzlaşamayan Alevi kurumlarının temsilcilerini bir masanın etrafına toplayacak ancak onlar kendi arasında kavgaya tutuşacaklardı. İşte o zaman “ben Alevilerin sorunlarını çözmek, ihtiyaçlarını karşılamak istiyorum ama onlar kendi içinde anlaşamıyor ve istedikleri belli değil” diyecekti.
Fakat hükümetin beklediği gibi olmadı. Sürekli birbirlerine bağırıp çağıran, suçlayan, anlaşamayan bu kesimler Alevilerin ortak taleplerinin büyük kısmında uzlaşmış ve ortak görüş ortaya koymuşlardı. Hükümetin kaçacak yeri yoktu. Beklediği gibi olmamış, hüsrana uğramıştı. Alevi kurumları ve toplumun ise umudu artmıştı. Kurumlar birbirlerine karşı ilişkilerde daha dikkatli davranmaya başlamış, pozitif bir durum ortaya çıkmıştı.
Hükümet, yaptığı çok sayıda çalıştaya rağmen umduğunu bulamamış ve bir süre sonra yapacakmış gibi açıkladığı talepleri yeniden rafa kaldırarak Alevilerle kavgaya devam etti.
Kim ne derse desin. O çalıştaylara ilişkin yapılacak eleştiriler var ancak Alevi kurumları orada ortak bir tutumun sahibi olmayı başarmışlardır.
Çalıştaylarda Alevi toplumunun temel taleplerinden 7-8 tanesine hiçbir Alevi kurumu, hiçbir gerekçeyle itiraz edemediği gibi sonuna kadar sahiplenmiştir. Çalıştaylarda o talepleri hangi gerekçeyle olursa olsun sahiplenmeyecek kurumun toplum içine çıkma şansı oldukça zor olacaktı.
Ortak tutumun alınmasını sağlayan katılımcı örgütlerin ve temsilcilerinin şanları, yeteneklerinden öte Alevi toplumun güçlü iradesiydi. Kurumları ortak sorunlarda birleştiren toplumun kendisiydi. İç tartışmaların büyük bir bölümü de bıçakla kesilir gibi bitmişti. Cami-Cemevi projesiyle tekrar alevlenen karşılıklı tartışlar da şimdilik bir yana bırakalım.
Burada anlatmaya çalıştığım aslında örgütlerin ve kişilerin kendi ihtiyaçlarından öte toplumun ihtiyaçları üzerinden hareket ettiklerinde ortak noktalarda buluşma şansının çok daha yüksek olduğudur.
Maraş anması sonrasında ortaya çıkan tartışmalara da bu pencereden bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
ABF, AKD, HBVAKV, PSAKD gibi örgütler, Alevi toplumu içinde örgütlenmiş ve onları belli düzeyde temsil eden önemli örgütler. Özellikle AKD ve ismi geçen diğer örgütler arasında karşılıklı sert açıklamalar yapılıyor. Açıklamalar eleştirilerin ötesine geçerek daha hasmane ve düşmanlığa varacak düzeye geliyor.
Kullanılan bu dilin ve tarzın ne Alevi örgütlerine, ne de Alevi toplumuna bir faydası yok. Tam tersine bu açıklamalar örgütleri itibarsızlaştırarak etki gücünü azaltıyor, örgütlendiği zeminde varlık sebebini tartışılır noktaya taşıyor. Tüm eksikliklerine rağmen mevcut örgütlü yapıya yazık ediliyor.
Kimsenin sokağa çıkamadığı bu zamanlarda, eğitimin dinselleştirilmesine karşı 17 Eylülde Laik Eğitim mitingi yapanlar yine bu örgütler.
39 yılında Maraş’ta hunharca katledilen canlarımızı yasaklamaya rağmen anmaya giden (ayrıca bu örgütlerin dışından da anmaya giden Alevi kurumları var. Tartışmanın biraz dışında kaldıkları için yazmadım onları) bu örgütlerdi.
Aleviler içinden geçtiğimiz dönemde bu ülkedeki her kesimden çok daha fazla ve çok büyük tehditlerle karşı karşıyadırlar. Alevi toplumu bu tehlikeyi gördüğü için Türkiye’nin demokratik, demokrasi yanlısı bütün kurumlarında aktif olarak yer almaktadır.
AKP hükümetinin kendisi karşısında konumlanmış tüm kesimleri parçalama, bölme ve mümkünse bir kısmını kendisine bağlama çabası her gün biraz daha artıyor. Anlaşılan o ki Alevi kurumlarına yönelik böyle çalışma var. Ayrıştırma projelerine karşı daha çok kavga değil, daha çok ortaklaşma her zamankinden fazla gerekli.
Ülkemizin ve Alevi toplumunun; hak, hukuk, adalet, demokrasi, barış ile herkesin kendi kimliğiyle, inancıyla özgür ve eşit yurttaşlık ihtiyacı apaçık ortada değil mi?
Yeni KHK’ler ile iç çatışmaların fitili ateşlenmek istenirken ve hedefteki en büyük kesim Alevi toplumu iken bu neyin kavgası? Kavga edilecekse, tehlikelerin bertaraf edilmesi ve taleplerin karşılanması için değilse ne için?
Halkımız için emek vermeyeceksek Alevi toplumu sizi niye tanısın? Toplumun sorunları ve ihtiyaçları için mücadele edilmeyecekse o sıfatların ve ünvanların ne anlamı var?