İnancın ruhuna uygun bir örgütlenme modeli olan Ocaklar ve Dergahlar sistemi üzerinden yüzyıllarca kendi kendisine yeten ve bu anlamda demokratik, çoğulcu karakterini koruyup günümüze kadar getiren Alevi toplumu kent kültürüyle birlikte yeni sorunlar ve bu sorunların doğurduğu ihtiyaçlarla karşı karşıya kaldı.
Buna cevap üretmek için özellikle 1990’lardan itibaren günümüze kadar çok sayıda dernek, vakıf, cemevi, dergah, federasyon kurarak inancıyla birlikte toplumsal varlığını sürdürmeye çalıştı. Ancak artan asimilasyon ve tekçi politikaların yoğunluğu da dikkate alındığında hem Alevi toplumunun ihtiyaçlarına hem de ülkemizin genel sorunlarına cevap olmada yetersiz kaldığı da bir gerçek.
Bu bilgiler ışığında aynayı kendi yüzümüze yani Alevi örgütlenmesine tutarak mikrofonu Alevi pirlerine, kadınlarına, kurum temsilcilerine ve bilinen isimlerine sorduk.
Dizi yazımızın bu bölümünde Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Muhittin Yıldız‘ın görüşlerine yer verdik. İşte Yıldız’ın sorularımıza verdiği yanıtlar:
Mevcut Alevi örgütlenmesine genel anlamda baktığımızda tabloyu nasıl görüyorsunuz? Yeterli görmüyorsanız çözüm önerileriniz nelerdir?
Alevi toplumuna, bugünkü yaşamına, örgütlenmesine baktığımızda doğrusu şu; evet yeterli görmüyoruz örgütleri, yönetimlerini. Sebebi de şu, geçmişten bugüne kadar Alevi toplumunun tarihine baktığımız zaman Kerbela’dan bugüne kadar hep bir kanlı tarih yazılmış. Bu kanlı tarihte Alevileri geçmişin Selefi, Vahabi anlayışı, Yezit anlayışı bugün de aynı şekilde varisleri Sünni içtihatın kalıbına koymak istiyor. Yani öncelikle Alevilik inancını tanımıyorlar.
“YOLUMUZDAN UZAKLAŞTIK VE YOZLAŞTIK”
Bizim toplumumuzda Alevilerin köyden kente göç etmeleri ve Alevilerin zulme uğramasıyla beraber dede-talip ilişkileri arasında bir uçurum oluştu, dede talibini bulamadı, talip dedesini bulamadı. Hal böyleyken yerimizden uzaklaştık ve yozlaştık. Başkalarının inançlarını taklit etmeye başladık. Bu da Alevi yol erkanına iç asimilasyon dediğimiz devletin istediği bir kalıba koymanın işaretiydi.
Ancak şu sıralarda baktığımız zaman Alevi toplumu tekrar bir bütünleşme yoluna girdi. Dede-talip ilişkileri, musahiplik ilişkileri tekrar güncellendi. Şuanda örgütlü bir yapıya doğru gidiyoruz. Bu yeterli mi derseniz hayır yeterli değil. Alevi toplumundaki, Alevi toplumunu yöneten örgütler her şeyden önce kurumsallaşmalıdır.
Alevi-Bektaşi inancı bir ikrar inancıdır. Hakka giden inançtır. Sadece anne-babadan doğmayla olmuyor. Yola ikrar vermeyle oluyor. Bu yola giderken de bütün canların her şeyiyle beraber tertemiz olması gerekiyor. Bütün nefislerinden uzak durması gerekiyor.
“BİZ ÖZÜMÜZE DÖNMELİYİZ”
Dolayısıyla da bizlerin asıl olan köyden kente göçlerle beraber, Aleviliğin yozlaşmasıyla beraber, geçmişin inançlarını taklit eden Alevi kurumlarımız oldu. Halbuki biz özümüze dönmeliyiz. Aleviliğin öz inancını biz yaymalıyız. Bunun da mücadelesini veriyoruz, derneklerimizle, federasyonumuzla, bileşenlerimizle, kurumlarımızla beraber. Örgütlü bir şekilde yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.
“MÜCADELEMİZ TOPLUMSAL EŞİTLİĞİ AMAÇLIYOR”
Her şeye rağmen bugünkü yapımıza baktığımız zaman Aleviler artık toparlandı. Aleviler artık bir güç birliği esasına geldi. Her ne kadar egemenler bizim inancımızı tanımasalar dahi, bizim inancımıza folklorik olarak baksalar dahi bugün bizim yaptığımız cemlerimizden, toplantılarımızdan, örgütlü yapılarımızdan dolayı her zaman kendi inancımız için bir şey istemedik. Toplumda yaşayan bütün mazlumların sorunlarıyla ilgilendik, mazlumların inancı, dili, dini, ırkı, ötekileştirilmesi sanki bize yapılan bir ötekileştirme, bizlere yapılmış bir zulüm gibi gördük. Buna karşı mücadelemizi verdik. Mücadelemiz toplumsal bir eşitlik sağlanıncaya kadar da sürecektir.
Alevi toplumunun eşit yurttaşlık, inanç, ibadet, eğitim özgürlüğü ve demokratik toplum gibi temel talepleri var ve bu uğurda yıllardır verilen bir mücadele söz konusu. Bu mücadeleyi yeterli görüyor musunuz? Daha güçlü sonuç almak için bu konuda neler yapılabilir? sorumuza ise Yıldız şöyle yanıt verdi.
Aslında Alevi inancı Alevilerin düşündüğü eşit yurttaşlık bütün toplumdaki eşit yaşamla alakalıdır. Bizim için laikliğin esası, özü uygulanırsa zaten bütün toplumun inançları özgür olur. Hal böyleyken de çağdaş, demokratik bir cumhuriyetin tekrar yeniden inşa edilmesi, ikincisi de çağdaş, demokratik, laik bir cumhuriyetin inşa edilmesiyle beraber bugünkü yapının eşit yurttaşlıkla beraber Alevilerin kendi haklarını almış olacağını biz her zaman söyledik.
“ÇOĞULCU BİR CUMHURİYET TALEBİNDE BİRLEŞMELİYİZ”
Hal böyleyken bizlerin istediği cumhuriyet çoğulcu bir cumhuriyet olmalı. Demokratik bir cumhuriyet olmalı. Bizlerin karşı çıktığı cumhuriyet imhacı, yok edici bir cumhuriyet değil. Bütün toplumu bir araya toparlayacak. Bütün toplumdaki etnisitelerine, etnik kökenlerine bakmadan herkese eşit bakan bir cumhuriyet bizim esasımızdır. Bizim özlemimizdir.
Biz diyoruz ki toplum ne kadar önemliyse, her yaşayan canlı da bizim için önemlidir. Doğada yapılan katliamlar canlıya yapılmış bir katliamdır. Biz bu toplumda, doğadan insanlığa kadar herkes için eşitlik, özgürlük ve adalet istiyoruz. Yani doğa sevgisini, insan sevgisini ayırmadan. Bütün cümle canlıya, inşa ettiğimiz yolda hep beraber yaşamak bizim özlemimizdir, bizim şiarımızdır.
Demokrasi mücadelesi yürüten diğer toplumsal kesimler ile birlikte nasıl hareket edilebilir?
Eğitimin olmadığı yerde ne anayasada adalet sağlayabilirsiniz ne toplumda adalet sağlayabilirsiniz ne de cinsiyet eşitliğinde adalet sağlayabilirsiniz. Oysaki Eğitim-Sen ile yaptığımız bilimsel, parasız ve anadilde eğitim mitinginde bütün demokrasi güçleri bir araya gelerek devletin inançlardan elini çekmesini vurguladık. Devletin veya siyasi partinin ideolojisindeki eğitim sistemini istemiyoruz.
Hal böyleyken biz bu toplumdaki eğitimle başlayan mitingimizle çoğulcu bir anayasa, toplumsal bir adalet talebinde bulunduk. Böyle bir anayasa olursa zaten bu toplumda barış da sağlanmış olur. Anayasada bütün kimlikler, bütün inançlar, tüm etnik kökenler bir mutabakatla güvence altına alınmalıdır. Kimlikler yok sayılmamalıydı. Bu kimlikleri, bu inançları, bu dilleri, bu etnik kökenleri yok saydığımız zaman barışçıl bir anayasa bulamayız. Kavgacı bir anayasa olur, ötekileştiren bir anayasa olur.
“DEMOKRASİNİN OLMADIĞI YERDE ADALET OLMAZ”
Böyle bir anayasa bütün toplumların Türk-İslam sentezi arasında buharlaşmasını getirir. Bizler de diyoruz ki gelin hep birlikte, kim olursa olsun, eğitimde adalet alamayan, anayasada adalet alamayan, toplumda sosyal yaşamında adaleti alamayan, cinsiyet eşitsizliğinden yakınan bütün cümle canlarla bizim demokratik-laik cumhuriyet ortak paydamız olmalı diyoruz. Aksi halde, bunu sağlamadığımız taktirde ne inançtan söz edebiliriz ne adaletten söz edebiliriz. Hal böyleyken de biz her zaman söylüyoruz; demokrasinin olmadığı yerde adalet olmaz, adaletin olmadığı yerde demokrasi olmaz. Her ikisinin olmadığı yerde de diktatörlük ve bunun sonucu olarak da katliamlara kadar giden bir anlayışın dayatılması olur.
Turabi KİŞİN/PİRHA
YARIN: DOSYA 10
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkez Yöneticisi Gülizar Taşbilek, Alevi örgütlenmesini değerlendiriyor