Avuç içinde tuttuğu gür saçları ile oynuyor durmadan… Ürkek bir coşku hali… Coğrafyasının acısını kuşandığı belli. Hayatı başlı başına bir tarih çünkü… Göç hikayelerine süngülü… Sorsalardı “yine aynı acıyla aynı coğrafyada doğmak isterdim” diyecek kadar da erdemli…
ÇİLMÊRA’DA TANIŞIYORUZ…
Sevgili Nûjiyan Erhan tanıştırıyor bizi… Gülümsemesi ile ruhumuza özgürlük türkülerini dokuyan Nûjiyan… Rizgar da gülüyor. Nûjiyan da gülüyor… “Bizim Hızlı Gonzales’imiz Rizgar” diyor Nûjiyan. Sonra, “Yok yok bizim hızlı Rizgar. Rizgar Deniz… Gonzales de kimmiş!” diye ekliyor. “Valla hızlı bir tanışma, rüzgar gibi” diyoruz biz de o dünya güzeli gülüşlerine gülüş ekerek…
Kızıl bir gökyüzünün altında Çilmêra’nın gizinde tanışıyoruz. ‘Şengal’in, Çilmêra’nın gizini biliyor musun’ diye soruyoruz hemen… “Bilmiyorum ama kendimi buraya çok ait hissediyorum” diyor… Derin bir bakışla Çilmêra’ya dönerek…
Mexmûr’da büyümüştü… Etrûş’dan geçmişliği vardı. Ninova’da soluklanamamışlığı… Yaşamı bir masal gibi dinlediği göç öyküsünde kalmıştı hep… Bir destan gibi anlatılan Botan’ın asi çocuklarıydılar… Nefesi dağlara kayıtlı olan, nefsini özgürlüğe adayan Botan’ın çocuğu… O asil kimliğini kaybetmemek için direnmişliği vardı… Annesinin acıyı gözünde sakladığı, sesine eklemediği masalların kahramanıydı… “Hebû tine bû” ile başlayan her masalın sonuna “Hebûn”u süren annesinin masallarına kayıtlıydı… Hebûn (varlık) bilincini erken edinmişti.
Coğrafyasının kederini erken hissetmişti… Göç yollarında sürgün olmanın kimsesizliğini erken tanımıştı. Bu nedenle kendini nasıl var edeceğini biliyordu ya. Mexmûr’da akrep oyunları oynamışlığı vardı. Yaşamlarının bir parçası haline gelen gaz kokusunda elektriksiz soğuk gecelerde gölge oyunlarına katılmıştı. Domatesin tadını tanımayan bir çocuk olarak büyümüştü. Dağlardan çöle sürgün yiyen bir halkın asi ve asil bir evladıydı. Bunun bilinciyle; varlığına doğru hızlı adımlarla koşuyordu ya… Bu nedenle; nerede bir göç öyküsü varsa oraya koşuyordu ya… Şengal, Dêrazor…
HİÇBİR ŞEY TESADÜF DEĞİL
Çilmêra’nın hikayesini anlatıyoruz ona… Çil yani kırk kavramının doğuşu simgelediğini anlatıyoruz. Çilagir, çilxane, çilkezî, çilkeçik, çilmêra, çileyê havîne, çileyê zivistanê, şewa çile diye sıralıyoruz… Heyecanlanıyor… “Eee” diye soruyor… “İşte Çilmêra kutsal bir kubbe ve onu bekleyen kırk erkekten bahsediliyor. Ama bu kırk erkek kimdir. Bunu sorduğumuzda aldığımız cevap ile bunun yeniden yorumlanmaya ihtiyacı var dedik” diyoruz. “Hallac-ı Mansur, Salman’ı Pak, Sühreverdi başta olmak üzere direnen erkeklerin bu kırk erkeğin içinde isimlerinin geçmesi tesadüf değil mi sence” diye de soruyoruz. “Tesadüf değil kesin” diyor meraklı gözlerle… Tesadüflerin hayatın dili olduğunu hissediyoruz o an hep birlikte. Nûjiyan gülümsüyor tüm içtenliğiyle, “Jineolojide her şey farklı bir anlama bürünüyor, çok heyecanlı” diyor… Rizgar, “Hıı” diyerek gülümsüyor. “Jineolojiye Giriş kitabınızı okumayı çok istiyordum ama bulamadım” diyor. Hemen bir tane oracıkta hediye ediyoruz. Değerlendirmelerini, önerilerini, eleştirilerini bekliyoruz diyoruz.
BELKİ DE GÖKYÜZÜNDE BİZİ İZLEYEN BİR YILDIZDIR DENİZ…
Ve sohbetimiz devam ediyor, derinleşiyor. Gözleri ışıl ışıl… Kendini ait hissettiği köklerini öğrenme telaşı sarıyor bu sefer… Soru üstüne soru soruyor, derin bir sohbet… Kızıl gökyüzünün yavaş yavaş yıldızların şölenine dönüştüğü anlar yaşıyoruz. “İnsan burada yıldızlara çok yakın” diyor… Leyla ile Mecnun’u anlatıyoruz. Gece ile gündüzün hikayesini… Leyla’nın su kuyusu ile Mecnun’un mağarasının nasıl birbirine baktığını, Pîre Awra’yı… Her şey bir başka anlamlı oluyor… Nûjiyan’ın gülüşü, Rizgar’ın heyecanı, Deniz’in anısı sarıp sarmalıyor her yanımızı… “Bilim anlam yorumudur” diyoruz… Anlamı görmek ve yorumlamayı bir de biz yapalım diye gülüşüyoruz. “Sizin anlamlarınız yaşam sevinci veriyor. Ne güzel” diyor… “Belki de şimdi gökyüzünde bizi izleyen bir yıldızdır Deniz… Deniz Fırat…” diyor… “Her şey mümkün.. Müthiş…”
Birkaç gün sonra kitabı bir solukta okuduğunu anlattı. Önerilerini söyledi… Jineolojinin mutlaka erkeklere de ulaşması gerektiğini söyledi derinden… “Erkeklerin çok ihtiyacı var” dedi. “Biz kendimizi kadınların bilgisinde aramalıyız bence. Bedensel kılınandan öyle arınabiliriz. Öyle kendimiz olabiliriz. Ondan sonra biz oluruz” dedi. Çelişkilerini anlattı. Çok içten derinden…
Ve 12 Ekim’de Dêra zor’da Dilîşan İbiş ve Hogir Mihemed ile birlikte ağır yaralandı. Dilîşan hemen oracıkta, Hogir 15 Ekim’de Rizgar da 70 günlük direnişin ardından 18 Aralık’ta şehitler kervanına katıldı. Rizgar’ın göç ile başlayan hikayesi Dêra zor’da göçmenlerin hikayesi ile birleşti. Evet hiçbir şey tesadüf değil…
Zilan SU
Politika