ARTI GERÇEK - İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve Diyarbakır Hak İnisiyatifi, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle İHD Diyarbakır Şubesinde ortak basın toplantısı düzenledi.
ELÇİ CİNAYETİNİ FAİLİ MEÇHUL BIRAKMAK İSTİYORLAR
Basın açıklamasını okuyan İHD Diyarbakır Şube Başkanı Racı Bilici, 2 yıl önce Dört Ayaklı minare önünde katledilen Tahir Elçi’yi andı. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen etkin bir soruşturma yapılmadığını ve faillerin ortaya çıkarılamadığını hatırlatan Bilici, meslek yaşamının neredeyse tamamını zorla kaybetmelerin ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına adaya Tahir Elçi cinayetinin faili meçhule bırakılmak istendiğini söyledi. Elçi karanlıkta bırakılmaya çalışılmasını asla kabul etmeyeceklerini vurguladı.
3 BİN’İ AŞKIN KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ
Bilici açıklamasın devamında 2013 yılındaki çatışmasızlık dönemi ve 2015 yılından bu yaşana başlayan çatışmalara değindi. Barışın ne kadar zor, savaşların ise ne kadar kolay yaşandığını deneyimleyerek görüldüğünü anlatan Bilici, “2013-2015 yılları arasında ‘çözüm süreci’ adıyla başlatılan süreç toplumsal yaşamımızda yarattığı pozitif etkileri yakından hissettik. 2015 yılının ikinci yarısından itibaren çatışmalı ortama dönülmesi ile barış umudunun nasıl yerle bir edildiğine şahitlik ettik. 2015 yılından bu güne, dozajı her an artış gösteren şiddet ve çatışma ortamı, maalesef bugüne değin asker, polis, örgüt üyesi ve siviller olmak üzere 3 bini aşkın insanın yaşamını yitirmesine yol açmıştır” dedi.
17 AYLIK OHAL BİLANÇOSU AĞIR
15 Temmuz 2016’ta gerçekleşen askeri darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen ve üç aylık periyotlarla uzatılan OHAL’in, 17 aydır devam ettiğini ifade eden Bilici, “OHAL, muhalif kesimlere karşı otoriter bir baskı aracına dönüştü. OHAL’in meydana getirdiği hak hakları ihlalleri ile ülke demokrasisi ve insan hakları karnesine düştüğü notların utanç verici olduğunu ifade etmek isteriz” diye konuşarak, OHAL sürecinde yaşanan ihlalleri sıraladı:
“Yayınlanan KHK’larla 100 binin üzerinde kamu personeli ve akademisyen ihraç edildi. 160 basın-yayın organı süresiz olarak kapatılarak mal varlıklarına el konuldu. 160 gazeteci halen cezaevlerinde tutuklu bulunurken, onlarcası hakkında soruşturma ve davalar açıldı, kimileri hapis cezalarına çarptırıldı. İfade ve örgütlenme hürriyeti, Valilikler ve Kaymakamlıklarca alınan yasaklama kararlarıyla bir bütün olarak baskı altına alındı. Açık hava toplantıları, demokratik gösteri, yürüyüş ve etkinlikler, ‘güvenlik’ gerekçeleriyle hukuksal hiçbir izahı olmayacak şekilde yasaklandı ve bu yasaklar halen devam etmektedir.
BELEDİYELERE KAYYUM ATANDI, MİLLETVEKİLLERİ TUTUKLANDI
Yüzlerce dernek ve vakıf, haklarında hiç soruşturma bulunmaksızın ‘Terör örgütleri ile ilişkili oldukları’ suçlamasıyla kapatıldı. 94’ü DBP’li belediyeler olmak üzere, 101 belediyeye kayyum atandı. Toplamda 110’u DBP’li belediye eş başkanı kayyum atamaları sonrası tutuklanırken, bugün 68’i hala tutuklu olarak bulunmaktadır. Ülkenin ikinci muhalefet partisi olan HDP’nin Eş Genel Başkanı da dâhil olmak üzere 15 milletvekili tutuklanırken, bugün itibariyle 9’u HDP’li ve biri CHP’li olmak üzere toplam 10 milletvekili hala tutuklu olarak bulunmaktadır. 5 HDP’li vekilin vekilliği düşürülürken, kimi vekillere çeşitli hapis cezaları verildi. Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan demokrasinin vazgeçilmezi serbest seçimler ve seçmen iradesi adeta hiçe sayılmaktadır.”
OHAL SİYASİ İKTİDARIN ÇIKARLARINA HİZMET EDİYOR
OHAL’lin, siyasi iktidar tarafından ‘Kimseye bir zararı yok’ söylemiyle savunulduğunu hatırlatan Bilici, “OHAL’in meydana getirdiği hak ihlalleriyle yarattığı bu tablonun demokratik, hukuki ve insan haklarına dayalı yönetim biçiminde bir değeri ve karşılığı yoktur. OHAL’in ilanına konu olan darbe teşebbüsü ve olası güvenlik önlemleriyle izah etmenin hiçbir mantıklı ve tutarlı tarafı yoktur. Buna karşın siyasal iktidarın çıkarlarına hizmet etmek amacıyla sürdürülen ve 10 binlerce vatandaşın haklarını ihlal eden mağduriyetler tablosu vardır” dedi.
Türkiye'de 2017 yılında, sistematik ve yaygın insan hakları ihlallerinin devam ettiğini ifade eden Bilici, bu ihlallerin, yargının ise siyasi söylemlerin etkisinde kalarak tarafsızlığını yitirdiği fikrinin giderek geliştiğini belirtti. Bilici, “Haksız gözaltı ve tutuklamalarda tam hız devam etmektedir. Çoğunluğu sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek ve “yasa dışı örgüt üyeliği”,“yasa dışı örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “yasa dışı örgüt propagandası yapmak” gibi suçlamalarla gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklanmaların, kişi güvenliği ve özgürlüğünün açık bir ihlali olduğunu belirtmek istiyoruz” diye konuştu.
OHAL’DE CEZAEVLERİNDE İŞKENCE ARTTI
Bilici, cezaevlerinde yaşanan işkence ve sistematik hak ihlallerine de değindi. Cezaevlerindeki işkencelerin artışının OHAL ilanı ile paralellik gösterdiğini hatırlatan Bilici, “ Sürgünler, sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması, anadili kullanma özgürlüğü gibi konularda açığa çıkmıştır. Hapishanelerdeki mahpusların mektup aracılığıyla ve gerekse de yakınlarının insan hakları örgütlerine bizzat yaptıkları başvurularda, mahpusların sevkler sırasında çıplak arama ve fiziki işkence, tek kişilik hücrelerde tecrit etme, kelepçeli tedavi, hastane ve revire çıkarılmama gibi yaşanan mağduriyetleri ifade etmişlerdir” dedi.
EVLERİ BASILAN YURTTAŞLAR ŞİDDET VE İŞKENCE GÖRÜYOR
Şiddet ve kötü muameleni diğer bir alanı çatışma bölgeleri. Özelikle askeri operasyon sırasında cidi hak ihlalleri yaşandığını vurgulayan Bilici, şunları söyledi: “Kırsal yerleşim bölgelerini de kapsamına alan yüzlerce bölge askeri operasyonlar yapılacağı gerekçesiyle özel güvenlik bölgeleri ilan edilmiş, yine pek çok kez sokağa çıkma yasakları ilan edilmiştir. Yasakların ilan edildiği kırsal yerleşim alanlarında yaşayan yurttaşlar, doğal ve rutin hayat akışını sürdürememekte ve mağduriyetler yaşamaktadır. Askeri operasyonlar sırasında güvenlik güçleri tarafından yerleşim alanlarına yapılan baskınlarda ise, sivil yurttaşlara işkence ve kötü muamelede bulunulmuş, haksız gözaltı işlemleri gerçekleşmiştir.
ZIRHLI ARAÇLAR 19 KİŞİNİN CANINI ALDI
2017 yılında meydana gelen zırhlı araç çarpmaları sonucunda, 7’si çocuk 19 yurttaş yaşamını yitirdi, 30’u aşkın kişi ise yaralandı. Özellikle OHAL’in ilanıyla kent merkezlerinde ve diğer yerleşim bölgelerinde bulunan zırhlı araç sayındaki artış dikkat çekerken, araç sürücüsü güvenlik personelinin süratli ve dikkatsiz kullanımı bu tür kazaların oluşumuna neden olmaktadır. Araç sürücüsü güvenlik personelleri hakkında, adli ve idari etkin soruşturmalar yapılmaması da, bu olayların devam etmesinin bir başka nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Bu araçları ve araçlardaki silahları kullananlar kasıttan sorumlu tutulmaları ve etkin bir soruşturma ile yargı önüne çıkarılmaları gerekmektedir.
KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDET OLAYLARINDA ARTIŞ
Kadınlara yönelik şiddet ve katliamlarda, 2017 yılında devam etti. Toplumsal yaşamımızda, kadınların sözüne-yaşam biçimine tahakküm kurmanın bir tezahürü olarak karşımıza çıkan erkek şiddeti ve adeta şiddeti cezasızlıkla ödüllendiren yargı kararları, Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği sorununu daha da derinleştirmektedir. Karar verici mekanizmaların kadına yönelik artış gösteren şiddet karşısındaki duyarsız tavrı, yine siyasal iktidar mensuplarının öteden beri kadın haklarını tehdit eden ayrımcı ve ötekileştirici söylemleri, sorunun derinleşmesine daha fazla katkı sunmaktadır. Aynı şekilde çocuklara yönelik şiddet ve hak ihlalleri, bu süre içerisinde devam etti. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Yine çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da, çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine hala tanıklık ediyoruz.”
OHAL KALDIRILSIN
İnsan hakları ihlallerinin oluşumuna yol açan OHAL’in bir an önce kaldırılmasını isteyen Bilici, “Kürt meselesinin çözümünde yeniden müzakerenin dilinin kullanılması talebinde bulunuyoruz. Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan BM Evrensel Beyannamesine taraf ülkelerin, yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyor, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunarak özgürlüklerle dolu, insan onuruna uygun bir yaşam temenni ediyoruz” ifadelerini kullandı.