Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Laz Kemal Kürtlüğümüzü diriltti

Laz Kemal Kürtlüğümüzü diriltti

23 Kasım 2017, 18:51

Kemal Pir, Tuzluçayır’a 1975’te geldi. Önce bizim grupla ilişkilendi. O zaman hepimiz Türk solu adına hareket ediyorduk. Mahalleye ilk geldiğinde kimse onu tanımıyordu. Bir iki kişiyle kahveye geldi, bir de bir iki sefer derneğe gelmişti. Orada gördük, fakat kimse tanımadığı için önceleri mesafeliydik.

1960’lı yılların başı… Köyden kentte göçün yoğun olduğu zamanlardır. O yıllarda Tuzluçayır; Sivaslı’nın, Yozgatlı’nın, Çorumlu’nun, Kayserili’nin, Dersimli’nin, Amasyalı’nın kendi topraklarından kopup gelip yerleştiği mahalledir. 

Kartaltepe, Şirintepe, Şahintepe, Cengizhan, Ege mahalleleri doku itibarıyla Tuzluçayır’ı oluşturan mahallelerdir. Hemen sınırında bulunan Akdere ve Mutlu mahallesinde oturanlar da kendini Tuzluçayırlı olarak tanımlar. 

Tuzluçayır faşistlerin, dincilerin giremediği Türkiye’deki birkaç mahalleden biridir. 1960’lardan beri mahalle özerktir, kurtarılmış bir alan niteliğindedir.

Yoksul Kürtlerin, Türkmen Alevilerin yaşadığı bu küçük gecekondu mahallesinin Kürdistan’daki devrimci hareketin gelişiminde çok önemli bir yeri var. Çünkü PKK hareketinin ilk temelleri burada atıldı. Kürdistan’a dönüş Tuzluçayır’dan başladı. Apocular burada grup olup örgütlendiler.

Apocu hareketin öncü kadrolarından Kemal Pir örgütlemişti bu mahalledeki gençleri. İlk şehidi Ali Doğan Yıldırım Tuzluçayırlı idi. 

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun ile iki gün sürecek söyleşimizde, 1970’lerdeki Tuzluçayır’daki devrimci hareketlerin durumu, Apocuların mahalledeki ilk örgütlenmesini konuştuk. Tarihi bir belge niteliğindeki değerlendirmelerinde Altun, Kemal Pir’in Tuzluçayır’daki ilk günlerini de anlattı. 

 

Apocu hareketin ilk örgütlendiği mahalle olan Tuzluçayır nasıl bir mahalleydi?  70’li yılların Tuzluçayır sosyolojisi nasıldı?

Tuzluçayır, daha çok Kürdistan ve Türkiye’nin farklı kesimlerin gelip buluştuğu bir gecekondu mahallesidir. Kayseri, Çorum, Yozgat, Sivas ve Kırşehir’den yoksulların, Alevilerin gelip gelip yerleştiği bu mahallede baskın kültür Aleviliktir. 

1970’lerde Tuzluçayır’ın çevresindeki komşu mahallelerde ise muhafazakar bir kültür hakimdi. Burada MHP’li faşistler ağırlıktaydı. Örneğin, Mamak’ta daha çok faşistler, dinciler vardı; Akdere’de öyle idi, yan komşu Kartaltepe’de de faşistler vardı. Abidinpaşa’da da MHP’li faşistler etkindi.

Tuzluçayır adeta, dört tarafı faşist, muhafazakar, dinci kesimlerin ittifakına dayanan bir kuşatma içerisindeydi. Bir ada gibi yapayalnızdı. Bu özelliklerinden ötürü daha çok sol eğilimli bir potansiyeli vardı. Devrimci sosyalistlerin yanısıra CHP’nin de etkin olduğu bir mahalleydi.

Muhafazakar, faşist kuşatmadan dolayı ideolojik-politik çelişki belirgin bir şekilde yaşanıyordu. Bu çelişkiye karşı kendini oluşturma, kendini savunma gibi bir potansiyeli her zaman vardı. Ancak bu potansiyel dışarıya karşı bir birlikteliği, ortak bir duruşu ifade etse de kendi içerisinde de farklı tonda siyasal ve ideolojik görüşler taşıyordu.

 

Türkiye solunun mahalleye ilgi göstermesi ne zaman oldu?

1970’lerden sonra çok yoğun bir kayış oldu. 68 hareketiyle birlikte Türkiye’de sol, sosyalizm gündemleşince devrimci gençliğin, öğrenci gençliğin eğilim gösterdiği bir mahalle olur. Hemen hemen tüm hareketler şu veya bu düzeyde mahallede küçük bir grup ya da bir temsil düzeyi oluşturmuşlardı. Dev-Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu, TİKKO geleneğinin birkaç parçası burada örgütlenmişlerdi; lise ve ortaokulda okuyan gençler içerisinde taban bulmuşlardı. Tabi bunlar kanalıyla topluma da bir yansıması vardı. Devrimci, sosyalist yapılar dışında sol geçinen düzen partilerinin  de mahallede bir oy potansiyeli vardı. Örneğin CHP’nin de bir tabanı vardı. 

 

Tuzluçayır’da devrimci bir yapının ortaya çıkmasında İbrahim Kaypakkaya ve Hüseyin İnan’ın nasıl bir rolü oldu?

İbrahim Kaypakkaya ve Hüseyin İnan’ın direkt Tuzluçayır ile bağı vardı. Zaten 68 ve 70’lerdeki gelişen gençlik hareketiyle birlikte birçok gençlik önderinin gelip gittiği bir mahalle. Fakat İbrahim Kaypakkaya’nın hem ailesinin orada yaşaması hem de Hüseyin İnan’nın Sivas, Kayseri-Sarız kökenli akrabalarının orada olması, her ikisinin de daha sık mahalleye gelip gitmesine ve tanınmasına neden oldu. Eskiden beri böyle bir etkiler var; ama bunu gençlik hareketinin mahalleye yansımaları olarak değerlendirmek daha doğru gerekiyor.

Yalnız şöyle bir durum yok; 68 ve 70’lerdeki gençlik hareketlerinin Tuzluçayır’la ilişkisi daha çok gelip gitmeyle sınırlı. Çok yaygın bir ajitasyon, propaganda ve örgütlenmeyi ya da gruplaşmayı içeren bir durum değil. Özellikle Mahirlerin ve Denizlerin idamından sonra mahallede ortaya çıkan siyasi durum; ajitasyon ve propagandanın çok yoğun olarak kullanıldığı bir alan olmasıyla birlikte aynı zamanda herkesin kendisini orada örgütlemesi gibi bir sonucu ortaya çıkardı. Ve nitekim esas patlamada ondan sonra oluştu. Özellikle 73’lerden sonra artık çok bilinçli bir propaganda, ideolojik, siyasal temsil ve bunun gruplaşma düzeyi ortaya çıktı. Nitekim Tuzluçayır’ın Türkiye çapında gündemleşmesi bu bağlamda gerçekleşti. 

 

Kızıldere’de Mahir Çayanların infazı ve ardından Denizlerin idamıyla birlikte mahallede nasıl bir süreç başladı?

12 Mart’ın sonralarına kadar olan süreç daha çok gençlik hareketi biçimindeydi. Topluma yansıması belirgin değildi; örgütlü bir yapılanmadan bahsedemeyiz. O devrimci kabarışların eskiyi aşan bir düzeyi kazanması esas olarak 72’lerden sonra ortaya çıkmaya başladı. Neden? Çünkü, 68 gençlik hareketine karşı 12 Mart darbesi gerçekleşti. 68 gençlik hareketi bir düzey kazandıktan sonra kendi içinde yeni siyasi arayışlara başladı. Bu arayışlar, onu devrimci mücadeleye daha köklü, daha kapsamlı yaklaşmasını gerekli kıldı. Tam da bunun geliştirdiği bir dönemde 12 Mart geldi. Eğer 12 Mart darbesi gerçekleşmeseydi 68 gençlik hareketi kendi içerisinden çıkardığı önderlerle siyasi hareketlere dönüşüyorlardı. İşte THKP-C çıkıyordu, THKO çıkıyordu, TİKKO çıkıyordu. Bu toplumda muazzam bir etkilenmeye, bir değişime-dönüşüme yol açacaktı, devrim dalgasının kabarmasına yol açacaktı. Tam da böyle bir gelişmesinin arifesinde, tartışmaların en yoğun olduğu, herkesin kendine şekil vermeye çalıştığı bir ortamda, 12 Mart darbesi gerçekleşti. 12 Mart darbesi bu devrimci kabarışı en azından durdurmak veya tasfiye etmeyi önüne hedef olarak koymuştu. 

THKP-C önderlerinin büyük bir bölümü cezaevlerine dolduruldu; cezaevi firarından sonra Kızıldere’de infaz edilerek tasfiye edildiler. İbrahim Kaypakkaya’nın TİKKO çizgisi Kaypakkaya’nın Dersim’deki esareti ve işkencede katledilmesiyle bir tasfiye hareketi gelişti. Ardından THKO, Deniz Gezmişlerin idamıyla birlikte  tasfiye oldu. Bu büyük bir darbeydi; gerçekten de mücadele birikimlerinin en verimli patlamayı yapması gereken bir dönemde çok ciddi kayıplar yaşandı.

Ancak bu sonuçlar böyle hesaplanıp da fiiliyatta böyle yürütülmesine rağmen, istedikleri gibi sonuç aldıkları da söylenemez. Çünkü, hiç kimse bu gelişmelere karşılıksız kalmadı. Bir yanıyla 12 Mart faşist darbesinin toplum üzerindeki baskısı; Türkiye’deki siyasi iktidarın faşistleşmesine neden olan mevcut durum, devrimci mücadelenin çok belirgin olarak kendisini ortaya koyması toplum üzerinde büyük etkiler yaptı. 70, 80 arası ortaya çıkan devrimci kabarışa herkes ilgi gösterdi. Eskiden kendisini sol olarak tabir eden toplumsal kesimler, devrimci kesimler ve Aleviler ilgisiz kalmadılar. Hem 12 Mart darbesine karşı duruş itibariyle hem de devrimcileri sahiplenme gibi bir durum ortaya çıktı. 

 

Bu duruşun Tuzluçayır’a yansıması nasıl oldu?

Mahallelerde, üniversitelerdeki gençlik hareketleri niteliğinde bazı değişiklikler oldu. Bu değişim kendisini her alanda ortaya koymaya başladı. Tuzluçayır bunların içerisinde en belirgin olan mahalledir. Sosyal yapısı, bileşimi, kültürel durumu, siyasi ve ideolojik eğilimleri itibariyle en çok etkilenen mahalle oldu. Bir yanıyla faşistleşme karşısında, yani ahlaki olarak kabullenmedikleri bir durum; öbür tarafta da sürekli tasfiye edilmek istenen devrimin, tasfiye edilen devrim önderlerinin yaratmış olduğu etkiden en çok etkilenen mahalledir. Böyle olunca her kesim hem gelip çalıştığı bir alan, hem de orada karşılığı olan bir alana dönüştü. 

O dönem bu alanda halklar, farklılıklar çok belirgin değildi. 12 Mart döneminden kalma böyle klasik bir şey vardı. İşte THKO’su, THKPC’si, TİKKO ve benzer farklılaşmalar vardı. Ama bu çok gelişmiş bir farklılaşma değildi, kendi içinde de bir bölünme yaşamıyordu. Bunlar en doğal biçimiyle bu dönemde yansımalarını buldu. O zamana Kürt hareketi gündemde değildi, çok fazla bilinmiyordu. Ankara’da, Tuzluçayır’da belli bir Kürt hareketinin varlığı hiç bilinmiyordu. Türkiye solu kimliği çok hakim bir kimlikti ve Kürt meselesi daha sonra ortaya çıktı. 

 

Bildiğimiz kadarıyla mahalleye gelen ilk Apocu Kemal Pir, öyle mi? 

Kemal Pir, gelmeden önce Tuzluçayır’da çok ciddi bir taban vardı. Kemal Pir’in gelmesi eğer yanılmıyorsam 75’lere dayanıyor. 75’ler, Tuzluçayır’da hem öğrenci gençlik, hem mahalle gençliği, hem de halkta belli bir düzey ortaya çıkmıştı. O zaman mahalle dernekleri vardı, buralarda bir araya geliniyordu. Bu derneklerin her ne kadar isimleri ‘kültürel’ olsa da her grup kendisini ifade ediyordu. Her siyasi eğilimin grubu ve bunun halkta karşılığı vardı; büyük bir kabarma ve birikim vardı. Tuzluçayır’ı çevreleyen muhafazakar, faşist kesimle de dönemin üslubuna uygun çatışmalar da başlamıştı. Dışarıya açılmasında, mutlaka bu kanalları kullanması gerekiyordu. Aksi durumda saldırıya uğrayacaktı. Nitekim kavgalar, dövüşler, çatışmalar hatta vurmalar, vurulmalar ortaya çıkmıştı.

Özellikle, orta öğrenim öğrencileri müthiş bir şekilde bu sürece katılıyordu. Toplumda ise buna büyük bir sempati vardı. 75’lerde böyle bir durum vardı.

Kemal Pir gelmeden önce herkes Türk solu adına hareket ediyordu. Şimdi bizde, yani daha sonra PKK’ye gelen arkadaşlar olarak, daha çok Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu eğilimi vardı. Deniz Gezmişlere sempati temelinde belli bir gruplaşma vardı. Tabi bunun örgüt karşılığı da vardı; THKO tümden tasfiye olmamıştı, isim değiştirerek o geleneği temsil ediyordu, bizde ona sempati duyuyorduk. Kemal Pir’in ilk Tuzluçayır’a gelmesi böyle bir ortamda gelişti. 

 

Kemal Pir, mahallede kimlerle ilişki kurdu?

Kemal Pir, Tuzluçayır’a geldiği zaman bizim dışımızda özel birileriyle ilişkilenerek gelmedi. Üniversitede okuyup belli bir grup ya da örgüt ilişkisi içerisinde olan herkes nasıl ki mahalleye eğilim duyuyorsa, orada kendisini ifade etmeyi örgütsel bir çalışma olarak görüyorsa muhtemelen bu esas üzerinden geldi. Zaten bize gelmeden önce Akdere diye bir mahalle vardı, orada bir iki çevre edinmişti. Akdere üzerinden Tuzluçayır’a geldi. 

Mahalleyle ilişkilenmenin iki kanalı vardı; ya ‘Tuzluçayır’ı Güzelleştirme Derneği’ üzerinden bir ilişkilenme ya da mahalle gençliğinin gittiği kahvehaneler üzeri. Kemal Pir, geldiğinde kimse onu tanımıyordu. Bir iki kişiyle kahveye geldi, birkaç kezde derneğe gelmişti. Orada gördük, fakat kimse tanımadığı için kimdir, nedir diye bir sorgulama vardı. Başta bir soğukluk vardı, zamanla bu aşıldı. Aslında aşılmadan önce birazda sancılı geçtiği söylenebilir. Şimdi o mahallede herkes birbirini tanıyor, herkes çocukluk arkadaşı, farklı farklı gruplaşmalar olsa da herkes birbirini tanıdığı için hem grup farklılığı var, hem de grup farklılığını da aşan bir çocukluk arkadaşlığı durumu var. Dışarıdan bir yabancının kolay kolay böyle bir durumun içine girip yer edinmesi öyle kolay değil. Onun için Kemal Pir geldiği zaman hemen etki yaratarak buraya girmedi; burada bazı durumlar yaşanması gerekiyordu.

 

Ne gibi durumlar?

Öncelikle bütün o geliş gidişlerinde kendisini ispatlaması gerekiyordu. Bu ispatlama süreci içerisinde kendisini sevdirecek, kabul ettirecek, bir karşılık yaratması gerekiyordu; bu da biraz zaman alacaktı. Orada popüler olan durum ise faşistlere karşı yürütülen kavga ve dövüşlerdir. Hem okullarda bir sağ-sol bölünmesi var; sürekli bir kavga hali var, bu kavga haline müdahale etmek gerekiyor. Hem de kenar mahallelerde günlük olarak her cephede kavgalar ve çatışmalar var. Burada da her ikisinde de kendisini ispatlaması gerekiyor. Bunu yapmadığı sürece buraya çok girmesi mümkün değildir. Onun için Kemal Pir’in gelişi birilerine dayalı olarak bir gelme değil; bir genel gelme oldu. Bu genel gelmede de mutlaka birileriyle tanışarak kendisini yerleşik kılması gerekiyordu. 

 

Peki Kemal Pir kendisini nasıl ispatladı?

Devrimci Gençlik Birliği’nin faşizme karşı afişleri çıkmıştı. DGB; yanılmıyorsam bugünkü Aydınlık’ın gençlik derneğiydi. Biz kahvede afiş asmaya hazırlanıyorduk. Hazırlıklarımızı yapmıştık, afişler gelmişti, grup dağılımı yapmıştık. O esnada Kemal Pir’de yanında bir kişiyle kahvenin bir köşesinde oturuyordu. Yanımıza geldi; ‘’Bende sizinle afişe çıkmak istiyorum’’ dedi. Biz, o güne kadar birkaç sefer görmüştük, siması yabancı değildi ama kimdir, ne değildir bilmiyorduk. 12 Mart dönemi yaşanmıştı, tahribatları hala çok tazeydi. Tanımadığımız için kuşkuyla yaklaştık ve, ‘’sen bilirsin’’ dedik. Bu sefer Kemal, ‘’benim bir şartım var, bu afişin altındaki DGB’nin üstünü karalarsanız sizinle çıkarım’’ dedi. Şimdi bu çok abartılı bir talep oldu. Kendisi zaten çok tanınmıyor, bilinmiyor. Belki farkında değil ama kendisine kuşkuyla bakıyoruz; o şartı da çok uygun bulunmadı. Üstelik afişe çıkacak olan gruptakiler çok kavgacıydılar; hepsi o mahallede yetişmiş, gözükara insanlardı. Zaten nicelik potansiyelleri büyüktü, istedikleri kadar insan götürebilirlerdi. Onun için bu talebine çok sıcak bakılmadı. ‘‘İster gel, ister gelme, biz gideriz’’ dedik. Sonunda talebinden vazgeçip; ‘‘Tamam bende geliyorum’’ dedi. 

Afişe çıkıldı, afişi astık, faşistlerin mahallesi Abidinpaşa’ya doğru gidiyoruz. Mahalleye giderken biraz tereddütler oldu; o mahallenin gençleri değildik, daha çok Kemallerde bir tedirginlik oldu. Çünkü faşistler örgütlü ve silahlıydılar. O caddede bir yandan polis, gece bekçisi, diğer yandan faşistler vardı. Gerçekten çok tehlikeli ve riskliydi. O zaman öyleydi, bu tehlike ve riskin üzerine gidiliyordu, gözükaralık vardı, bunun gereği yapılıyordu. Biraz tereddüt geçirdi… Sonunda şöyle bir bilgi geldi; ‘Abidinpaşa’da faşistler dernekte toplantı yapıyorlar ya da faşistler dernektedirler.’ Bir eğilim çıktı; gidip derneği, faşistleri basalım… Kemal Pir ise hemen ortaya çıkıp ‘yok’ dedi, ‘bu bir provokasyon olur, gitmeyelim’ dedi. Doğal olarak Kemal Pir’in başını çektiği bir durum, bir de orada mahalle gençlerinin başını çektiği bir durum ortaya çıktı. Mahalledekilerin birisi ‘gidelim derneği basalım’ diyor; Kemal Pir ise ‘bu provokasyon olur gitmeyelim’ diyor. Şimdi böyle bir ikilem ortaya çıkınca, herkesin tercih yapması gerekiyor. Tercih yaparken kimi dinleyecekler; kendi eski çocukluk arkadaşlarını, çok iyi tanıdıklarını mı yoksa Kemal Pir’i mi? Herhalde Kemal bunu da çok hesaplamadı. Doğal olarak kendi mahallesindeki tarafı tercih ettiler ve Kemal Pir ikinci bir duruma uğradı. Dernek basıldı, kavga çıktı, peşinden polis geldi, polisle de silahlı çatışma oldu. Polislerle, bekçilerle kapsamlı bir çatışma oldu. Bazı yakalanmalar oldu. Bu konu böyle kapandı. Bu iki olayda da Kemal Pir daha çok tanınmaya başlandı. Belli bir düzeyde sonuç alamadı, ama bu ciddi kayıplara da yol açabilirdi, kendisi açısından prestij kaybına da yol açabilirdi, fakat artık tanındı. Tanınmasıyla birlikte Kemal giderek, bizim mahalleye yerleşti. Ve Kemal’in mahallede ilk tanıdığı grup biziz. 

 

Kemal Pir mahalleye yerleştiğinde siyasi çizgisinin ne olduğu biliniyor muydu?

Kemal’in muhtemelen bu iki olaydan da çıkardığı sonuç ve o arkadaşlarla ilgili varmış olduğu yargı; onu bu işin üzerinde durması gibi bir duruma götürdü, diye tahmin ediyorum. Sonra ilişkilerini sıklaştırdı, ilişkilerini süreklileştirdi. Bu olaylardan sonra direkt kalmaya başladı, bizimle düzenli bir ilişki kurdu. Aynı yıl Tuzluçayır’da öğrenci sıfatıyla bir ev kiraladı. Zaten ev kiralayınca bu ilişki sürekli Kemal’in evine gidip gelme ve dışarıda da Kemal Pir’in sürekli birlikte hareket ettiği bir sonuç ortaya çıkardı. Kemal Pir ile böyle bir ilişkilenme ortaya çıktı. Şimdi ilk ilişkilenmelerde Kemal arkadaşın gerçekten siyasi çizgisinin ne olduğu konusuna ilişkin hiçbir fikrimiz yoktu.

Deniz Gezmiş çizgisini savunan bir pozisyondaydık. THKO geleneğini savunuyorduk ama THKO geleneğinden gelen o iç bölünmelerin olduğu süreçlerdi. Geleneğe bağlı kalan gruplarla ilişki içerisinde bir eğilimdeydik. Ama öyle çok yoğun bir bilinç düzeyi yok tabi, daha çok geleneğe bağlı kalan bir pozisyonumuz vardı. Kemal’in gerçek anlamda Türkiye’deki mevcut var olan gruplardan hangisini savunduğu konusunda hiçbir netlik yoktu. Çok genel bir devrimcilikten söz ediyordu, genel bir yaklaşımı vardı. 

 

Hiç mi sormadınız hangi örgütten olduğunu?

Bu sorunun cevabı kesinlikle hiç olmadı. Biz hep, acaba hangi gruptandır, kimlerdendir, hangi çizgiyi savunuyor diye merak ediyorduk. Fakat bunu bir türlü ortaya çıkaramıyorduk. THKP-C hissediyorduk, ama THKP-C savunucusu değildi. THKO, THKP-C olması itibariyle ona eleştirisel yaklaşması gerekirdi, ama çok eleştirel bir yaklaşım içerisinde de olmuyordu. Yani hareket ederken, ilişkilenirken ikisini tercih eden bir pozisyona girmiyordu, daha çok genel bir yaklaşım içerisinde oluyordu. Ne THKP-C diyebiliyorduk ne THKO diyebiliyorduk. Ama genel devrimci söylemi çok güçlüydü. Herhangi bir hareketi temsil etmiyor gibi görünüyordu. Ama genel devrimcilik konusunda herkesten çok daha sıcakkanlı, daha atılgan, daha coşkulu, daha konuşkandı. Dernekler de, mahallede, kahvehane tartışmalarında muazzam bir performans ortaya koyuyordu; ama kimin adına sorusunun cevabı yoktu. 

Mahalledeki pratik ve eylemlilik durumlarının tümüne bizimle birlikte fiilen katılıyordu. Fakat eylemlilik ve pratik durumun içerisine girdikçe bizimle olan bağı gittikçe sıklaşıyordu. Hem o mahalledeki gençlerin girişkenliği, ataklığı, kavgacı özellikleri Kemal’in arayışlarıyla birleşiyordu ve bu ikisini birbirine çok daha yakınlaştırıyordu. 

Kemal arkadaş, hem konuşmalarıyla bunu bir arada tutan, hem de konuşmalarıyla buna yön veren hem de yaşanan eylemlilik sürecinden sonra bunları kendi etrafında toplayan bir pozisyon kazanıyordu sürekli. Bu doğal pozisyon onu giderek aranır bir kişilik durumuna getirdi. Giderek o grup arkadaş içerisinde temel bir şey olarak kabul edildi. Herkesin etrafında olmak, birlikte olmak istediği ve sürekli dinlediği, dediğini yaptığı bir pozisyona doğru yavaş yavaş getirdi onu. 

 

Peki, Kürtler, Kürtlük mevzusunu hiç mi gündeme getirmedi?

Ancak çok zaman geçtikten sonra böyle hayal meyal hatırladığımız bir şey söyledi: ‘’Siz Kürtsünüz, Kürtlüğünüzü de unutmamanız gerekir.’’ Bizim için çok dikkat çekici sözler değildi bunlar. Çünkü Tuzluçayır’da Kürtler çok fazla değildi. Sivas’tan, Kayseri’nin Sarız, Pınarbaşı’ndan gelmiş Alevi bir Kürt toplumu vardı. Onlar Kürttü, onun dışındaki solcuların tümü Türk ve Türkmen kökenliydi. Tuzluçayır’da Kürtler azınlıktaydı, hiç yok değil ama azınlıktadır.

Kemal, Kürtlüğü yavaş yavaş gündeme getirdi. Kürtlüğü gündeme getirirken çok fazla dikkat çekecek bir düzeyde değildi. 12 Mart’tan hemen sonra özellikle idama giden arkadaşların idam sehpalarında Kürt ve Türk halklarının kardeşliğinden söz etmeleriyle Kürt olgusu telafuz edilmeye başlandı. İşte sosyalizm olursa, bu sorunlar çözülür bağlamında bir yaklaşımı aşan bir durum yoktu. Sorunu tarihsel, toplumsal, sosyolojik açıdan ele alıp irdeleyen ve buna göre devrimci strateji oluşturan bir perspektif değildi. Kemal arkadaşın bunu ilk dile getirmesi de bu şekilde ortaya çıktı. 

Birkaç kez kendisine de sorduk; senin siyasi eğilimin ne? Aslında bu soru, onun siyasi eğilimini öğrenme ve kendimizi onun eğilimine göre hareket etme arayışı da diyebiliriz buna. Fakat o hiç bunu söylemedi, hiçbir zaman bir örgüt adı söylemedi. ‘Siz Kürtsünüz, Kürtlüğünüzü de unutmamanız gerekir’ sözüyle sınırlı kaldı. Fakat etrafında büyük bir grup oluşmuştu; daha sonra partiye gelen bütün arkadaşların hepsi o dönemden kalmadır. 

Bir süre sonra Kemal arkadaş bizi tekrardan çağırdı, bir işi olduğunu, bir süre Ankara’da olmayacağını söyledi. Ne kadar süre kalacağı konusunda da bir şey söylemedi. Sadece bir süre olmayacağım dedi. Biz nereye gidiyorsun, ne yapıyorsun dedik, işim var dedi. Sonradan öğrendik… Kürdistan’a gitmiş, bu Kürdistan’a ilk gidiştir. Bize söylemedi. Apocularla ilişkisini de bize söylemedi. Kürtlüğü, örgütlülüğü benzeri birçok şey söyledi ve gitti. Biz o ilk gidişte çok fazla bir şey anlamadık. 6 ay gibi bir zaman geçtikten sonra tekrar geldi. 

 

Yarın:

 

  • Kemal Pir’in Kürdistan dönüşü Tuzluçayır’a gelişi
  • Tuzluçayır’ın ilk Apocuları ve Hatice Ana…
  •  
  • Özgür Politikka
Bu haber 612 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Boksör İsmail Özen, Almanya’da spor, medya ve iş dünyasında tanınan bir isi..