Türkiye’de 29 Nisan 2017 tarihinden bu yana erişim yasağı konulmuş olan dünyanın en büyük internet ansiklopedisi Wikipedia, ‘Haydut devlet’i şöyle tanımlıyor:
Haydut devlet veya kural tanımayan devlet (İngilizce: Rogue state), küresel barışı tehdit eden, ne yapacakları önceden tahmin edilemeyen, kitle imha silahlarının yaygınlaşmasına yardım eden, terörizmi destekleyen, hatta bunu siyasetlerinde bir araç olarak kullandıkları iddia edilen devletler için uluslararası ilişkilerde kullanılan bir terim.
İran, Kuzey Kore, Suriye ve Sudan gibi devletler haydut devlet tanımı içerisinde Amerika Birleşik Devletleri tarafından sıkça kullanılmaktadır.
17 Nisan 2015'te Amerikalı yazar, tarihçi ve eleştirmen Noam Chomsky, ABD ve İsrail'i iki ayrı haydut devlet olarak nitelendirdi.
Türkiye'de kullanımı
27 Haziran 2012'de Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 22 Haziran'da, bir Türk F-4 Phantom savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi üzerine yaptığı bir açıklamada Suriye'yi "haydut devlet" olarak tanımladı. Erdoğan: "Halkı nezdinde meşruiyetini yitirmiş çete devletlerine, halkına devlet terörü uygulayanlara ve Türkiye'nin büyüklüğünü test etmeye kalkanlara da hadlerini bildirmekten asla kaçınmayız." ifadelerini kullandı.
Bu tanımı niçin yaptık?
31 Ekim tarihli bazı gazetelerde yer alan bir haber dikkat çekiciydi. Haber, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, 29 Ekim’de Irak Türkmenleri heyetiyle Saray’da bir araya geldiğine ilişkindi. Haberle birlikte bir de fotoğraf vardı.
Heyette, son günlerde Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminde yapılan referandum sonrasında başlatılan operasyonlarda görev almış İran yanlısı milis gücü Haşdi el-Şabi’ye (Gönüllü Halk Güçleri) bağlı Türkmen Birliği Komutanı Yılmaz Neccar’ın da yer aldığı ortaya çıktı.
Böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç ay önce ABD’nin daha sonra da kendisinin de yasa dışı ilan ettiği bir örgütün üst düzey komutanlarından birini Saray’ında kabul etmiş oluyordu.
HAŞDİ ŞABİ ÖNCE TERÖRİST ÖRGÜTTÜ
Çok değil, 6.5 ay önce Erdoğan, El Cezire Televizyonu’na verdiği ropörtajda şunları söylüyordu İran ve Haşdi Şabi hakkında:
"Biz Irak'ta, Suriye'de toprak bütünlüğünün yanındayız, diyorlar fakat uygulamaya geldiği zaman sanki bir paylaşım havası esiyor, sıkıntı burada. Bakıyorsunuz İran'ın Pers yayılmacılığı anlayışı son zamanlarda bayağı baş ağrıtmaya başladı. Örneğin Irak'ta DEAŞ'la mücadelede göze çarpan şey bu. Mesela Haşdi Şabi kimdir, arkasında kim var? Haşdi Şabi, enteresan, 'Terör örgütü değildir' diye Irak Parlamentosundan çıkıyor, halbuki bir terör örgütü ama arkasında kimlerin olduğu önemli. Şimdi bakın orada onlar ne yazık ki bir taraftan Sincar'a yönelik çalışmaları diğer taraftan da Telafer'e yönelik bunların saldırıları var.”
Erdoğan bunları söylüyor ama tabii Suriye iç savaşı sürecince Türkiye’nin önce IŞİD’i, sonra da IŞİD’den vazgeçmeden diğer cihatçı terör örgütlerini para, silah, lojistik destek, militan sağlama vb. yollarla desteklediğini, hatta kontrol ettiğini biliyoruz.
Bu örgütlerden bazılarının militanları, bazılarının liderleri Türkiye’ye gidip geliyor, isterlerse bir süre kalıyor, ihtiyaçlarını karşılıyor ya da istedikleri çalışmaları yapabiliyorlardı. Bu durum aynen devam ediyor.
İşte Erdoğan’ın sarayındaki bu ilginç olay, Astana Anlaşması çerçevesinde İdlib’e giren TC güçlerinin yine hem Batılı ülkeler hem de Türkiye tarafından terör örgütü ilan edilen El Nusra (Örgütün şu anki adı Şam’ın Fethi Cephesi) ile işbirliği yaptığına ilişkin haberlerin geldiği bir sırada gerçekleşti.
Arap medyasının önemli bir bölümü ile Batı medyası TC’nin İdlib’de ne yaptığını ve asıl amacının ne olduğunu gayet iyi biliyor.
Bu işbirliğinin birinci amacı aslında El Kaide’yi İdlib’den çıkartmak değil, bu örgütü ve destekçilerini korumak. İkinci ve esas amaç ise, İdlib’in kuzeyindeki Efrin Kantonu’na, yani Kürtlere yönelik bir operasyon yaparak YPG-PYD’yi oradan temizlemek. Akdeniz’e açılacağı söylenen ‘Kürt koridoru’nu engellemek. Öyle ya, bu koridor Türkiye’nin beka sorunu!
Böylece Erdoğan hem Suriye’de hem de Irak’ta terör örgütleriyle yaptığı işbirliğini ve kurduğu ilişkiyi açıkça ilan etmiş oluyor.
Her iki örgütle girişilen işbirliğinin temel nedeni Kürtler.
Söz konusu Kürtler olunca terör örgütleriyle bile işbirliği, güçbirliği yapılabiliyor. Dün söylenen sözlerin tam tersi savunulabiliyor. 360 drece dönüşler gerçekleştirilebiliyor. Ulusal çıkar, strateji, vizyon, ilke, politik hedef vb. hakgetire.
İrak’ın IŞİD’e karşı açtığı savaşa destek vermek ve Bağdat’ın hakimiyetini yeniden sağlamak amacıyla oluşturulan Şii Milis gücü Haşdi Şabi’ye terör örgütü diyerek karşı çıkan Erdoğan, şimdi söz konusu Kürtler olunca bu örgütle iyi ilişkiler kurmakta bir sakınca görmüyor.
Hatta IŞİD saldırıları sırasında katliama uğradığı halde Erdoğan iktidarı tarafından dikkate alınmayan Şii Türkmenler bile Haşdi Şabi bünyesinde oldukları için Saray’a davet ediliyor.
Peki bu durumda Türkiye haydut devlet kategorisine girer mi?
TC’NİN İŞLEDİĞİ ULUSLARARASI SUÇLAR
Aslında Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte hem Türkiye’de hem de uluslararası camiada, Türkiye’nin ‘Haydut devlet’ olup olmadığı tartışılıyor.
19 Ocak 2014 tarihinde Suriye’deki cihatçı örgütlere silah ve malzeme taşıyan MİT TIR’larının yakalanmasıyla Erdoğan iktidarının Suriye’ye yönelik yasa dışı faaliyetleri de ortaya çıkmış oldu. TIR’ların içindeki sandıklardaki tıbbi yardım malzemelerinin altına saklanmış silah ve mühimmatın ele geçirilmesiyle TC’nin Suriye iç savaşındaki karanlık ve uluslararası hukuku ayaklar altına alan rolü daha iyi anlaşıldı.
Türkiye’nin yaptığı açıkça ‘uluslararası suç’, hatta ‘insanlığa karşı işlenen suç’ niteliğindeydi.
Bu konuda geçtiğimiz süreçte o kadar çok bilgi, belge, tanıklık, ifade, bulgu ortaya çıktı ki saymakla bitmez.
Türkiye’nin Suriye’de savaşan ve terörist örgüt tanımına girmiş birçok örgütle kirli ilişkilerini, o örgütlerle yapılan işbirlikleri, alışverişler artık açık istihbarat olarak çeşitli medya mecralarından izlemek mümkün.
Bunlar, sahadaki ilişkiler. Tabii Suriye’deki terör örgütlerinden birçoğunun MİT’in, Silahlı Kuvvetler’in himayesinde, korumasında ve hamiliğinde olduğu da bilinen bir gerçek.
İşte bu nedenlerle bu konularla ilgili haber yapan gazeteler ve medya kuruluşları üzerinde büyük bir terör estiriliyor. Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik yargı uygulamalarının amacı da bu. Gazetenin 12 mensubu sırf bu nedenle, AKP iktidarının terör örgütleriyle ilişkisini ve uluslararası hukuku ihlal eden silah kaçakçılığını deşifre ettikleri gerekçesiyle tutuklandılar.
Cumhuriyet mensuplarının 7’si 9 ve 11 ay sonra serbest bırakıldı ama 5’i hala tutuklu.
Gerçeklerin ortaya çıkmasını ve işlenen ulusal ve uluslararası suçların örtbas edilmesini engellemek amaçlı baskılar devam ediyor.
Ama bu baskılar TC’nin ‘Haydut devlet’ olup olmadığı tartışmalarını önleyemiyor.
Şimdi bu konu, 27 Kasım’da New York’ta başlayacak olan Sarraf davasında da ele alınacak. Sarraf’ın İran’a yönelik ambargoyu kırabilmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin de destek ve himayesinde giriştiği karapara aklama, kaçakçılık vb. yasa dışı faaliyetleri sorgulanırken Suriye içsavaşına yönelik yasa dışı silah ticaretinin de gündeme gelmesi bekleniyor.
Böylece zaten Sarraf davası vesilesiyle yasa dışı işlere bulaşmış olan TC devleti, Suriye’deki kanlı savaşın finansörlüğü vesilesiyle de suçlanabilecek.
TERÖRİST ÖRGÜTLER DESTEKLENİYOR MU?
Baştaki soruya dönersek:
Haydut devlet için belirlenen kriterlere bir göz atalım. Bunun için bazı sorular soruluyor:
1- Türkiye küresel barışı tehdit ediyor mu?
Özellikle Ortadoğu’da uyguladığı kirli politikalarla ve tutarsız politikalarla hem bölgesel hem de küresel anlamda istikrarsızlığa neden oluyor. Böylece küresel barışı tehdit ediyor.
2- Önceden ne yapacağı belirsiz bir devlet mi?
Gizli ve karanlık hedefler peşinde koştuğu için sürekli değişen tutarsız davranışlar gösterebiliyor. Bu politikalar Suriye’de iç savaşın şiddetlenmesine ve bu nedenle binlerce sivilin yaşamını kaybetmesine ya da göç etmesine neden oldu.
3- Terörizmi destekliyor mu, hatta bunu siyasetinde bir araç olarak kullanıyor mu?
Açıktan terörü desteklemese de terör örgütleriyle işbirliği yapmaktan kaçınmıyor. El altından onlara silah, para, malzeme ve insan gücü temin ederek yönetmeyi ve yönlendirmeyi bir politika olarak benimsiyor. Suriye’deki cihatçı örgütlere TIR’lar dolusu silah ve mühimmat gönderdiği biliniyor. Bunun için Batılı istihbarat kurumlarında ve birçok medya kurumunda çok sayıda kanıt olduğu söyleniyor.
Daha önce DAİŞ’i destekledi. Suriye’de Nusra ve diğer El Kaideci örgütlerin hamisi durumunda. Şimdi de terör örgütü olarak ilan edilen Irak’ta kurulu İran destekli Şii Milis örgütü Haşdi Şabi’yi açıktan destekliyor.
Bütün bu gerçeklerden sonra bu soruya siz olsanız nasıl cevap verirdiniz?
Koray Düzgören / artigercek